"Saatler zamanı öldürür. Küçük çarklar tıkırdadıkça zaman ölür, sadece saat durduğunda hayata geri döner..." demiş ya William Faulkner, işte bunun ne denli doğru bir söz olduğunu Gölge – Ruh kralının ve diğer Tyalaria'nın karşısında dururken bir kez daha anladım. Şu anı; hep bekliyordum, gün gelip de üçümüzün başını çektiği bir hesaplaşmanın içerisine gireceğimizden hiçbir şeyden olmadığım kadar emindim. Ve bu vakte dek, bu amaç uğruna, tek tek saniyeleri, dakikaları ve saatleri, hatta günleri harcamıştım. Zamanı öldürmüştüm.
Şimdi yelkovan ve akrep hareket etmeyi bırakmıştı. Birbirimizin gözlerinin içine baktığımız şu sıralarda, saatler durmuş, zaman yeniden canlanmıştı.
Arkhael'in yeşil gözlerinde beliren pırıltı, vücudumun aniden alev alması gibi beni ateşler içine atmıştı âdeta. Bakışlarımı ondan ayıramıyordum, aradan geçen süre boyunca bundan daha beteri olamaz diye düşünsem de, yüzü giderek gaddar ve zalim bir ifadeyle bütünleşmişti. Eskiden onun yanındayken huzursuz ve çaresiz hissettiğim anlar olmuştu, şimdi geçmişe şöyle dönüp bir bakınca bunun hiçbir şey olduğunu rahatlıkla itiraf edebilirdim. Gölge – Ruh kralıyla aramızdaki mesafeye karşın, kirpiklerini kırpıştırdığında dahi kendimi cam parçalarının üzerinde yürümeye zorlanmışım gibi her an zıplamak üzereyken buluyordum. Ona bu kadar korktuğumu göstermemeliydim ama bilmiş bir edayla kıvrılan dudakları yaşadığım tedirginlikten zaten haberdar olduğunu gösteriyordu.
Aelryn'e gelince...
Arkhael'den aşağı kalmayacak bir tavırla, etlerimi kemiklerimden ayırmayı dört gözle bekler gibi seyrediyordu beni. Kırmızı gözlerinden yayılan şeytani duyguların ağırlığı daha şimdiden omuzlarıma binmişti. Kim bilir adada hapis kaldıkları süre boyunca bana uygulayacağı işkence üzerinde ne kadar düşünüp taşınmıştı? Ufak tefek görüntüsüne ve sevimli sayılabilecek mizacına rağmen, Gölge – Ruh kralına taş çıkaracak denli zalim kişiliğini bildiğimden, başımın büyük bir belada olduğunu çalan tehlike çanlarından anlayabiliyordum.
Uzun bir müddet hiç kimsenin sesi çıkmadı. Arkhael, Vanessa ve babam iki yanımda yer aldığında da, arkamızda bir hareketlilik yaşanıp da dönüp baktığımızda benim tanımadığım ama bir şekilde Joshua ve diğer Dewrionların kim olduklarını iyi bildiği yabancı Dewrionların aramıza katıldığı esnada da sadece gülümsemekle yetindi.
Fakat bu gülümsemenin altında yatan kötülüğü sezecek kadar akıl sahibiydim hâlâ. Belli ki bu durum onun hoşuna gitmişti. Ne de olsa kendi ardında yer alan devasa bir ordu vardı. Bizi tek bir hareketiyle yok etmek yerine, kalabalıklaştığımız takdirde biraz avıyla oynamayı tercih edeceğinden hiç şüphem yoktu.
Arkamdaki Dewrion güruhundan yükselen mırıltıların ne olduğunu tam olarak duyamıyordum, ancak bir şekilde Londra Akademisi'ne mensup olanların büyük bir sevince boğulduğundan emindim. Destek bir ekibin varlığı her zaman için iyi bir şeydi ama öyle değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasia▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...