Cezaevine geldiğimizde beni arabadan çıkarıp içeriye soktular. Üstümü aramalarından ve diğer tüm işlemlerden sonra büyük demir bir kapıdan beni geçirip diğer suçluların olduğu koğuşa soktular. Korkunç suçlar işlemiş adamların arasında yürürken onlar , parmaklıkların arkasından beni izliyorlardı. Boş bir koğuşa gelince adam elimdeki kelepçeleri çıkardı ve içeriye geçmemi işaret etti. Arkamdan tanıdık bir sesin " Sana yakında görüşürüz demiştim." dediğini duyunca ona döndüm.
Deniz parmaklıkların dibine gelmiş , film izler gibi beni izliyordu. Ona doğru atılıp ellerimi parmaklıklardan içeriye sokup onu yakalamaya çalıştım ama bu boşuna bir çabaydı. Yanımdaki polis beni tutup ondan uzaklaştırdı ve boş hücrenin içine atıp kapıyı kilitledi. Er ya da geç.. Deniz'le yüz yüze gelecektik ve o zaman yapacağım hiçbir şeyden pişman olmayacaktım...
Hazal'ın Ağzından
Uyandığımda hala arabadaydık. Etrafıma baktım. Ormanlık , ıssız bir yolda ilerliyorduk. Kafamı kaldırıp arkamızda bıraktığımız yola baktım. Birkaç küçük dükkan ve bir bakkaldan başka birşey yoktu. Küçük bir köyden çıkıyor olmalıydık. Etrafta ağaçlardan başka hiçbir şey yoktu. Ne bir tabela , ne bir işaret , ne de nerde olduğumuzu anlamamı sağlayacak bir yazı.. Ana yolda bir süre ilerledikten sonra ağaçların , ormanın içine doğru uzanan bir yola döndük. Ana yol arkamızda kaybolurken bir süre ilerledik. Büyük meşe ağaçlarını gerimizde bırakırken ilerde minik bir klübenin olduğunu gördüm. Kutu gibi , sanki buraya yanlışlıkla bırakılmış gibi duran bir klübe.
Volkan arabayı klübenin önünde durdurup beni kucağına aldı. Hala vücudumun bazı bölümlerini hissedemiyordum ama bacağımdaki kesiğin acısı kendini hissettirmeye başlamıştı. Kapıyı açıp içeri geçtiğimizde mutfağın yanındaki odanın kapısını açıp beni içerde , yerde duran minderin üzerine bıraktı ve hiçbir şey demeden odadan çıktı.
Oda da bir minder ve bir masa dışında başka hiçbir şey yoktu. Minderin hemen üzerindeki pencereden dışarıya baktım. Ağaçların yaprakları güneşin son ışıkları altında parlıyordu. Berk içeri girerken kulağındaki telefonu hoparlöre aldı ve " Deniz'in sana söyleyecekleri varmış. Bende açlıktan ölme diye yiyecek birşey almaya gidiyorum. Bu sefer yesen iyi edersin." dedi ve telefonu yanıma bırakıp odadan çıktı.
" Hazal. Umarım yolda hırpalanmamışsındır."
" Burdan kurtulduğumda seni tüm yaptıklarına pişman edeceğim!"
" Eğer kurtulursan. Sana iyi haberler vermek için aradım. Bil bakalım iki yan hücremde kim var? Rüzgar!"
" Ne saçmalıyorsun sen?"
" Yaa.. Seni bulmak için eski lunaparka gittiğinde nasıl haberleri olmuşsa polislerde gitmiş. Ee tabi kanlı bir bodrumda , Rüzgar'ı öyle görünce seni , onun kaçırdığını düşünmüşler."
" Aptal oyunlarını kendine sakla Deniz!"
" Ha birde tabi kanlı kıyafetlerin onun evinde bulununca baya bir emin olmuşlar buna. Bana sorduklarında da bende inkar etmedim. Senin beni ziyaret ettiğinde Rüzgar'dan korkmuş olduğunu yardım istediğini söyledim."
" Yalan söyleme. Rüzgar'ın orda olması imkansız."
" Bana inanmayacağını biliyordum. Nedense bana hiç güvenmiyorsun."
" Kapa çeneni!"
" Neyse sana bir fotoğrafını atmaya çalışırım. Sakın merak etme burda , ben ona göz kulak olurum. Hatta söylemek istediğin birşey varsa bana söyle iletirim bile."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zakkum
Teen Fiction- Sana neden zakkum diyorlar? Yamuk sırıtışı beni kendi dünyasının dışına iterken '' fazla safsın'' der gibi haykırıyordu. - Biraz düşün belki anlarsın papatya. Gözlerimi devirip bana taktığı ve duyduğum en anlamsız lakabı inkar eder gibi...