4 yıl sonra
Kağıtları dosyanın içine geri koyup masanın üzerinde gözlerimi gezdirdim. Etrafı biraz dağıtmıştım ama buna değmişti. Yarınki anlaşma için tüm detaylar bitmişti. Her şey hazırdı ve bir sorun çıkmazsa ki çıkacağını sanmıyordum anlaşma bizimdi. Çok çalışmıştım ama her şeyin bir bedeli vardı. Sanırım işe başladığımdan beri en iyi projem buydu. Kalemleri kalemliğe geri koyup ceketimi giydim ve dosyayı da çantama koyarak çantamı omzuma astım. Saatime baktım. 23.34. İlk defa ofisten bu kadar geç çıkıyordum sanırım. Bu anlaşma gerçekten canımı okumuştu.
Odamdan çıkıp ofiste gözlerimi gezdirdim. Yapmam gereken başka bir şey kalmadığından emin olunca kapıya doğru yürüyüp ışıkları kapattım ama tuhaf bir tıkırtı duymamla ışıkları geri açmam bir oldu. Benden başka kimsenin ofiste kalmadığından emindim ama o tıkırtıyı da inkar edemezdim. Duymuştum. Masaların arasında gözlerimi gezdirirken aynı tıkırtıyı yeniden duydum. Birkaç adım atıp ofisin ortasına geldiğimde yere bırakılmış tuhaf bir şey gördüm. Loş ışıkta ne olduğu tam belli olmuyordu.
Yavaş adımlarla ilerleyip yere eğildim ve buketi kaldırdım. Koca bir buket papatya.
Bir anda ensemde hissettiğim nefes ve birinin " Papatya." diye fısıldamasıyla kalbim tekledi. Arkamı dönüp çığlık atmak için ağzımı açtığımda nazik bir el ağzımı kapattı ve çığlıklarımı içime hapsetti. İçeriyi az da olsa aydınlatan ışıkta yüz hatlarını seçmeye çalışırken yukarı doğru kalkan dudaklar ve o tanıdık gözlerle karşılaştım. Elini ağzımdan çekerken aynı ukala gülümsemeyle " Beni gördüğüne ne kadar da sevindin öyle..." dedi.
Tüm vücudum kaskatı olmuştu. Hayalet görmüş gibiydim. Haksız da sayılmazdım. Benim için bir hayaletten farksızdı. Titreyen elimi yanağına koyup sanki gerçek olduğundan emin olmak istercesine ona baktım. Gerçek olabilir miydi? Gerçekti. Gülüşüme hakim olamayarak ona sıkıca sarıldım ve o tanıdık geçmişten gelen kokusunu içime çektim. Ayaklarımın yerle temasının kesildiğini hissettiğimde bana sarılmış , beni döndürmekte olduğunu anladım ve engel olamadan kıkırdadım. Bir insanın kokusu hiç mi değişmezdi? Burda olduğuna inanamıyordum. Geri çekilip hala şaşkınlığımı üzerimden atamamış bir şekilde ona bakarken " Rüzgar.." diye fısıldadım.
" Biliyorum. Uzun zaman oldu."
" Ama sen.. Nasıl?"
" Seni bulmak o kadar da zor olmadı. Sonuçta New York'un en ünlü reklam ajansının metin yazarısın. Adın ister istemez duyuluyor."
" Kaç yıl oldu?"
" Yedi sanırım."
" Yedi yıl.."
Arkasındaki masaya dayanıp ellerini cebine sokarken her zamanki gülümsemesiyle " Benimle bir kahve içmek ister misin?" diye sordu.Cevabı zaten biliyordu. Sonra da gülümseyerek " Ya da çay.. eğer hala kahve içmiyorsan." dedi. Bunu hala hatırlıyor muydu? Ceketime daha sıkı sarılırken " Çay iyi olabilir." dedim.
Binadan çıkmak için asansöre bindiğimizde hala yanımda durduğuna inanamıyordum. 24 saat açık olan lokantalardan birine gidip bir masaya oturana kadar konuşmadık. Şimdi parlak ışığın altında onu daha iyi görebiliyordum. Hiç değişmemişti. Yedi yıl ondan hiçbir şey götürmemişti. Hatta ne yedi yılı hala onunla ilk tanıştığım gün ki gibi görünüyordu. Garson masamıza geldiğinde bana bir şey söyleme fırsatı vermeden " Bir sade kahve ve bir de tarçınlı çay lütfen." dedi. Ne kadar süredir burda olduğunu bilmiyorum ama tam bir amerikan aksanı vardı. Garson gittiğinde bana dönüp " Neler yapıyorsun diye sorardım ama biliyorum sanırım." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zakkum
Teen Fiction- Sana neden zakkum diyorlar? Yamuk sırıtışı beni kendi dünyasının dışına iterken '' fazla safsın'' der gibi haykırıyordu. - Biraz düşün belki anlarsın papatya. Gözlerimi devirip bana taktığı ve duyduğum en anlamsız lakabı inkar eder gibi...