5🤖

17.1K 1.3K 207
                                    





Müdahale etmeme rağmen ayakkabılarını çıkararak içeri giren genç adamın peşinden giderken kapıyı kapatmayı unutup geri döndüm ve kapatıp yeniden peşinden koştum.

"Durun, beyefendi. Nereye giriyorsunuz?"

"Eviniz çok ferah," dedi oturma odasında dolanırken. Benden yaklaşık yirmi santim falan uzundu. Fit bir vücudu, güzel kahve saçları, gülümseyince çok tatlı olan renkli gözleri ve kalın şekilli dudakları vardı. Bu çocuk benden bile güzeldi. Onun peşinden evimi gezerken ne yaptığımı anlamaya çalışıyordum. Yabancı bir erkeği asla evime almamıştım bu zamana kadar. Bir erkek arkadaşım bile yoktu ki.

"Dokümanlarda Türklerin de tıpkı Japon'lar gibi ayakkabılarını çıkararak eve girdikleri yazıyordu. Umarım yeni bir güncelleme gelmemiştir."

Bana tatlıca gülümserken bunu söylediğinde başımı sağa sola salladım.

"Hayır, yeni bir güncelleme gelmedi. Uzun zamandır böyle yapıyoruz. Malum altları kirleniyor ve halılarımız... ah neden bahsediyorum ben."

"Ne güzel, değişmemesine devindim," dedi gülümsemesi devam ederken.
"Japonya'da üretildiğim için bilgi yüklemem orada girildi ancak ben kendimi Dünyalı olarak adlandırıyorum. Yani şimdi ben de bir Türk'üm. Eski Türklerin Japonya'ya yakın bir yerden geldiğini biliyorsunuz değil mi? Bizim üstümüzde Orta Asya taraflarından."

"E-evet. Tarih derslerinde görmüştük. Bilge Kağan, Kürşad, Mete Han."

"Mete Han mı? Bir saniye..." dedi gözlerini kısarak. Sanki bilgiler gözlerinin önüne iniyordu. Bir bir okuduktan sonra yüzü aydınlandı. "Evet tamam buldum. Teoman'ın oğlu Mete Han değil mi?"

"Aah," dedim başımın arkasını kaşıyarak. Doğrusu o kadar hatırlamıyordum ama öyle bir şeydi sanırım.

"Türkler eskiden çekik gözlüydü tıpkı Japonlar gibi. Sizin de gözleriniz hafif çekik benziyorsunuz." Gülümseyerek söylediğinde ben de gülümsedim.

"Eskiden beni de Japonlara benzetirlerdi zaten. Siz ne güzel Türklere benzettiniz en azından."

Gülümserken aslında sadece yüzümü hareketlendirmiştim. İçimin güldüğü falan yoktu. Bu çocuk ne diyor böyle ya? Bana bir şey yapar mı acaba? Polisi aramalı mıyım? Benim hiç duymadığım şeyler bile biliyor. Duymuş da olabilir ama olsun yine de bilgi yüklü olması beni tedirgin etmişti.

Önünü tamamen bana döndüğünde, gözleri bir süre yüzümde gezindi. Bakışları gözlerimde, alnımda ve yanaklarımda gezdikten sonra yeniden gözlerimde son buldu. Neden bakıyordu anlamaya çalıştım ama daha çok gerildim.

"Sizde bir telaş seziyorum. Bana güvenemiyorsunuz muhtemelen," dedi. Gözlerimi hızlı hızlı kırparken yutkundum. Şimdi de duygularımı çözümlüyordu. Aklımdan geçenleri de okursa tam olacaktı.

"Hayır aklınızdan geçenleri okuyamam ama alnınızda biriken küçük ter damlacıklarından gerildiğinizi ve yanaklarınızın kızarmasından tedirgin olduğunuzu anlayabiliyorum. Öyle mi?"

"Şe-şey yani. Da-daha doğrusu," dedim ne diyeceğimi düşünerek. Yanlış edilecek herhangi birkaç kelime hayatıma mâl olabilirdi. Neden bilmiyorum ama gergindim. Belki de hâlâ daha onun bir kaçak olduğunu düşünüyordum. İnsan nasıl bir anda robot olduğuna inanabilir ki? Düpedüz erkek işte. Normal insan.

"Yoksa bana inanmıyor musunuz?"

Kaşlarını kaldırınca alnında birkaç çizgi oluşmuştu. Bu nasıl robot ya? Bildiğin insan. Robotlar böyle demirden tenekeden falan olmuyor muydu? Ulan Japon'lar, başıma ne iş açtınız be. Dünyanın ta öbür ucundan bile beni huzursuz edecek birileri çıkıyor arkadaş. Ne acıklı kaderim varmış böyle. Hayatta kalmaya çalışırken uzak doğunun robotu gelip yine geriyor beni.

"Bak şimdi mantıklı düşünelim," dedim derin bir nefes alırken. Tam o anda açık televizyonda bir son dakika haberi belirdi. Spiker heyecanla anlatmaya başladığında, genç çocuk benim söyleyeceğim şeyi bekliyordu.

"Dün gece geç saatlerde Japon bilim adamlarının da olduğu özel bir jet Konya hava sahasında düştü. İçerideki üç pilot, yedi kabin görevlisi hayatını kaybederken, Japon halkı bugünü ulusal yas ilan etti. Yas üç gün süre ile tutulacağı için ülke genelinde bayraklar yarıya indirildi. Japonya'dan bir heyetin Türkiye'ye cenaze işlemleri için geleceği bildirilirken asıl dikkat çekilen noktanın kargo uçağındaki teslim edilecek kargo olduğu önemle bildirildi. Kargonun İran'da birtakım işlemlerden sonra Amerika'daki bir milyardere teslim edilecek olan yapay zekâ robot olduğu ve üzerinde uzun yıllar uğraşılan bu robotun çok kıymetli olduğu haber verildi. Haruki ismindeki robotun üstün zekâya sahip olduğu ve kendisine ulaşanların bir an önce Türk yetkililerle iletişime geçmesi gerektiği bildirildi."

Gözlerim hafifçe genç çocuğa kaydığında o hâlâ bana bakıyordu. Tebessümü genişlerken "Şimdi inandınız mı?" diye sordu. "Ben Haruki. Üstün zekâlı bir robotum ve kendimi size programladım."

Ellerim titremeye başladığında yaşadığım şaşkınlıktan ötürü susadığımı hissettim. Tam su içmek için hareketlendiğimde "Suyunuzu ben getiririm," dedi ve mutfağa doğru yöneldi. Arkasından bakakaldığım o anlarda spiker anlatmaya devam ediyordu.

"Üstün zekâlı robot Haruki önüne çıkan ilk insana programlanmak üzere tasarlandı. Kendisi rahatsız olan milyarderin konuşma ve işitme yetisini kaybettikten sonra Haruki tarafından tüm ihtiyaçları karşılanmak için tasarlandı. Haruki için seferber olan iletişim ve dış işleri bakanlığı tüm Konya'da onu aramaya başladı. Robotun şu an için bir yerde programlansa bile vatandaşlarımızın bu konuda bilgilendirmesi gerektiği..."

Haruki'nin gerginliği yetmiyormuş gibi bir de bakanlık mı devreye giriyordu yani? Elimi atıp kumandayı aldım ve hışımla kanalı kapattım. Gittikçe daha çok susuyordum.

"Patates kızartması mı yaktı beni böyle? İçim yanıyor resmen."

Atakta öylece beklemeye devam ederken Haruki elinde bir bardak su ile geldi. Suyu bana uzatıp gülümsemeye devam ederken üçlü koltuklarımdan birine oturdum ve ona da oturması için karşısında bulunan diğer üçlü koltuğu işaret ettim.

Sudan bir yudum aldım ama iş yangınım geçmiyordu. İçimde bir yerler alev almıştı sanki. Baktım yudum yudum kandırmıyor tüm suyu kafama diktim. Beni dikkatle izleyen Haruki her hareketime gülümserken ekimin tersi ile ağzımı sildim ve bardağı sehpaya koydum.

Bana bakıyordu ve muhtemelen bir şeyler söylemem gerekiyordu. İyi de bir robot ile ne konuşulur ki? Konuşmayı geç bakanlık çağırıyor beni. Ortada milli bir mesele var ve ben ne yapacağımı bilmiyorum.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin