16🤖

10.2K 876 44
                                    


Otobüsten indiğimde ikinci işime daha birkaç dakikalık yol daha vardı. Bu yoldan kadar çok geçip gitmiştim ki artık iyice alışkanlık olmuştu. Ellerimi trençkotumun cebine koyup yürürken gözüme ilişen kişi kaldırımda duran bir çocuktu. Önüne koyduğu tartısı ile beklerken "Tartıyım mı abla?" diye sordu. Kilomu biliyordum ama yine de o mutlu olsun diye "Tart bakalım," dedim ve tartıya çıktım. Bildiğim rakamları bana söylerken gülümsedim ve ona fiyatından biraz daha fazla bir miktar verdim.

"Allah razı olsun ablam."

"Amin." Çocuğun başını okşayıp yürümeye devam ettim. Ağaçlardan dökülen çiçek yaprakları ve yeni yeni açan yeşil yapraklar altında yürürken işlek caddelerden birinden geçiyordum. İnsanlar telaşla işlerine gidiyor, kimisi tamamen rahat ve en azından dışarıdan göründüğü şekliyle huzurlu bir şekilde kafelerde oturup bir şeyler içiyordu. Onların arasından geçerken biraz daha iyi hissediyordum. Çünkü hep şöyle düşünüyordum. Tek sen değilsin. Herkesin bir sürü derdi. Yalnız olan tek sen değilsin. Birçoğu kalabalıklar içinde yalnız. Merak etme bu dünyada tek zavallı sen değilsin. Tüm bu düşünceler yaşamak için biraz daha heves verirken ikinci çalıştığım yere gelmiştim bile. Burası bir kuru temizlemeciydi. İş yükü çok ağır sayılmazdı ama iyi para kazanıyordum. Okul harçlığımı biriktirdiğim için bir de sanırım yetim olduğumu bildiği için patronum bana iyi para veriyordu.

İçeri girip hemen çalışmaya başladım. Zaten müşteriler de peş peşe gelmeye başladılar.

"İki ceket ve bir etek toplam seksen lira efendim. Evet, buharlı bir şekilde ütülendi. Hayır hayır, kuru temizleme mağazamızın özel ikramıdır. Siz bizim tanıdığımızsınız, hiç öyle şey olur mu aramızda?"

"Peki teşekkür ederim. İki gün sonra eşimin elbisesi de çıkar değil mi? Bir davet için lazım."

"Tabii ki efendim. Onu da en kısa zamanda hazırlayacağız. Siz hiç merak etmeyin. Özellikle üstündeki lekeleri çıkarttık."

Dakikalardır dil dökmemin nedeni kendimi güzelce ifade edemiyor oluşumdandı. Normalde böyle biri değildim. Kırk dereden kırk çeşit su getirirdim ama şimdi ne dediğimi kendim bile anlayamıyordum. Gereksiz ayrıntılar, fazladan söylenen kelimeler ve harcanan büyük bir efor. Sanki içi de bir yerlerde hâlâ daha birilerine kendimi ispat etmeye çalışıyordum. Birileri de daha benim haklı olduğumu düşünsün istiyordum. Konular ve konuşulanlar farklıydı ama benim kendimi savunma şeklim aynıydı. Bu durumu ancak beni iyi tanıyan biri fark edebilirdi.

Benim böyle sıkıntılı olduğumu gören Kemal amca gözündeki gözlüğü çıkararak bana baktı. Bu bakışları biliyordum, benim için nasihat edecekti. Kemal amca belki yetmiş belki yetmiş beşe merdiven dayamış ama hâlâ daha sıkı çalışan biriydi. Ondaki bu azim bana da geçiyordu. Saçında beyaz kıllardan başkası kalmamıştı ve gözleri de pek iyi görmüyordu ama herkes onun iş yerine geliyordu. İşini iyi yaptığı için müşteriler asla başka bir yere gitmeyi düşünmüyordu. Doğrusu ben olsam ben de öyle yapardım.

Müşteri gittikten sonra yanıma yaklaşan yaşlı adam "Neyin var kızım?" diye sordu.

Öyle samimi, öyle iyi bir insandı ki şu Kemal amca. Ona olduğu gibi tüm gerçekleri anlatsam bana şaşırmadan inanır ve hatta yol gösterirdi ama öyle çok yaşlıydı ki sağlığına bir zarar gelmesinden korktum ve konuyu farklı bir boyutta anlattım.

"Biri var Kemal amca," dedim önümdeki kuru temizleme kartı ile oynarken.
"Aslında çok iyi kalpli ama bana zarar verebilecek düzeyde. Yani kendi isteği ile değil ama dolaylı şekilde zarar verebilir. Çok zaman olmadı tanışalı ama kendimi onu yüz üstü bırakmış gibi hissediyorum. Yani ne bileyim işte. Bilirsin ben de öyle bırakıldım ve bunun ne kadar zor ve acınası olduğunu bildiğim için içim hiç rahat değil. Üzgünüm daha çok. Evet ona bakamam ama yine de iyi değilim işte."

Kemal amca gülümseyerek gözlüğünü yeniden taktığında önündeki eteği ütülemeye devam etti. Hiçbir şey söylememişti. Nasıl ama ya? O normalde dakikalarca konuşurdu. Şimdi niye hiçbir şey söylememişti ki?

"Bir şey söylemedin amca," dedim. "Saçma mı geldi? Öyle olsa gerek. Kaç yaşında insanım artık böyle şeyleri kendim çözmem gerek değil mi? Haklısın. Başını ağrıttım kusura bakma."

Gülümsedi. Ütüden buharlar çıkarken kenara koydu.

"Benim bir şey söylememe gerek yok, sen ne yapacağını zaten gayet iyi biliyorsun."

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Biliyor muydum? Nasıl? Bilmiyordum ki?

"Bilmiyorum," dedim başımı kaşıyarak.

"Bilirsin bilirsin. Üstelik ne söylersem söyleyeyim o bildiğin şeyi yapacaksın. Gözlerinden bile belli. Sadece bekliyorsun. Belki de yapmam diye bekliyorsun ama yapacaksın."

"Gerçekten bilmiyorum," dedim ama ekleme yapmadı. Sadece yüzündeki o tatlı gülümseme ile ütüsünü yapmaya devam etti. Ne biliyormuşum ki ben? Gerçekten bilmiyorum ama ben! E bıraktım geldim işte. Bunu mu yapacaktım yani? İyi de içim rahat değil dedim.

Kemal amca ütüsünü yapmaya devam ederken ben de yeni kuru temizlemeden çıkan kıyafetleri düzgünce asmaya başlamıştım. Her bir kıyafet asışımda ne bildiğimi düşünüyordum. Haruki'yi düşünüyordum. Herhalde biri görmüştür onu. Ben robotum dediyse polisler gelmiş götürmüş, belki de Japonya'dan birileri ile irtibata bile geçmiştir. Hatta ve hatta Japon'lar hızlı bir jetle gelip onu götürmüş bile olabilirler. Yok canım, o kadar da değil. Onu orada bırakalı beş saat yeni oldu. Gerçi beş saat kısa bir süre değil. Aman bana ne, unut artık. O üstün zekâlı bir robot ve benden bile daha çok kendine iyi bakar. Herhangi bir bilişim konusunda uzman. Kendine kolayca iş bulabilir ve dahası yakışıklı da görünüyor. Her türlü işe kolayca kabul edilir. Ama ben onun yerinde olsam çalışmam. Niye çalışayım ki zaten bir ay sonra öleceğim ve üstelik ihtiyaçları da yok. Dünyaya bir robot olarak gelmek de varmış. Karnım acıkmasa, okulum olmasa çalışmazdım ben de. Tüm oturmak da iyi değim ama of neyse ne ya.

Kıyafetleri askıya asmaya devam ederken zihnimi boşaltacak şeyler düşünmeye başladım. Mesela hava bulutlanıyordu, büyük ihtimalle yağmur yağacaktı. Yağmur, tam da en sevdiğim. Bir kahve ile yağışın toprağı nasıl ıslattığını, yaprakların su sesi ile nasıl hışırdadığını seyredecektim. Doğrusu mevsimlerden en çok sonbaharı sevsem de ilk bahar da güzeldi. Çiçek kokuları ve yeni yeni canlanan habitat insana yaşama sevinci veriyordu.

Ceketleri astım yerlerine. Ütülenecekleri Kemal amcanın masasına koydum. Yerleri süpürüm sildim. Dükkanın camlarını silip yeni fiyat listesini astım. İçeri geçip tarihlerin de olduğu bir liste oluşturdum. Her bir işi yaparken, başka şeyleri düşünürken ve çalışırken bile içimi boğan bir şey vardı. O neyse o geçmek bilmiyordu. Kasıp kavuruyor ama asla rahat bırakmıyordu.

Bıkkınlıkla nefes verip ağzımdaki tüm havayı bir anda boşalttığımda Kemal amca namaz kılmak için içerideki odaya geçmişti. Odanın duvarları üstüme üstüme doğru gelirken vaktin akşama doğru yaklaştığını gördüm. Buradaki işim de bitmişti nihayet. Bitmişti ama aynı zamanda beni de bitirmişti.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin