Bazı sesler yankılanıyor. Uzaktan işitilse de anlamı direkt yüreğime ulaşıyor. Vakit bu sesleri kısma vakti ancak onlar inatla beni sarsmaya devam ediyor.
"Eğer uslu durmazsanız, siz de onlar gibi olursunuz! Annesiz mi kalmak istiyorsunuz? Babasız mı olmak istiyorsunuz? Uslu durun ki onlar gibi olmayın tamam mı?"
"Muz her zaman alabileceğimiz bir meyve değil. Neden şımarıklık yapıyorsunuz?"
"Hazan, annen ve baban olmadan nasıl bir okula gitmeyi planlıyorsun?"
"Aile demek her şey demektir. Arkan olmadan hayatta kalabileceğini mi sanıyorsun?"
"Bu dünyada kimseyi çok sevmemeli, kimseye çok bağlanmamalı. Çünkü bizim kaderimiz bu. Biz yalnızız.""Gelen misafirler sadece tatlı çocukları seçiyor. Eğer sevimli değilseniz seçilmezsiniz tabii."
"Nasıl bir kez olsun evlatlık için seninle görüşmezler. Allah Allah çok tuhaf. Bana bile birkaç defa geldiler ama ben istemedim."
Gözlerim yoğun su ile kapanırken, geçmişin tozlu raflarından arta kalan diyaloglar zihnimde çınlıyordu. Yabancı değildi bu cümleler. Zira her birini daha evvel işitmiştim. Işittim ve bedenimin veyahut ruhumun bir yerlerinde iz bıraktım. Unutmak için çok çabalasam da bir şekilde su yüzüne çıkmayı başardılar böyle.Suyun içinde dibe doğru batmaya devam ederken gittikçe uzaklaşıyordum. Bedenim çırpınacak gücü tamamen kaybettiği için hareketsiz bir şekilde süzülüyordum.
Ölüm ve yaşam...
Bu iki kelimenin arasında kaldığım o dakikalar içinde zihnimde bir curcunaya dönmüştü. Bunca zorluğa rağmen neden hayatta kalmalıyım? Nereye varacağım? Bir kez olsun evlatlık için ziyaret edilmeyecek kadar sevimsizmişim. Hiçkimsenin önceliği olamamışım. Daha büyük bir rüya için uyumayı bile hak etmemişim. Ölüme terk edildiğim şu anlarda neden yaşamak için çabalayayım ki?Belki de bu bir şanstır. Eğer kabul edersem belki ben de annemle babamın yanına gidebilirim. Nihayet bu dünya üzerindeki işkencem sona ererse artık acı çekmek zorunda da kalmam.
Ümidim kesildi. Nefesim bitti. Zemine ulaşmama az kaldı. Bitip tükenmiştim. Tamamen kendimi bırakmıştım.
Sonra büyük bir dalga oldu suyun üstünde. Suya karışan kahve saçları gördüm hemen ardından. Hızla kulaç atan kollar ve bana süratla gelen biri. Beyaz tenindeki eli hareketsiz elime ulaşınca sarsıldım.
Yaşamak için bir neden? Peki ya, neden?
Elime dokunan el, koluma da dokundu. Kolumdan belime indi ve beni suyun ağırlığına rağmen çekmeye başladı. Midem çokça çorba içmişim gibi çalkalanıyordu. Sudan çıkma isteğim, bayılma isteğimin altındaydı. Çok yormuştu beni su ya da hayat. Her ikisi de yormuştu. Kendimi bir fıçı gibi hissediyordum. Ya da çöp dolu bir varil. Bıraksalar batmak için hevesli olacaktım sanki. Lakin o bırakmadı...
Çektikçe çekti o kişi. Gözlerim yarı açıkken kim olduğunu göremiyordum ki. Ama hissediyordum sanki. Elimi tutan elinin verdiği his...
Yaşamamı istiyordu, ölmemden korkuyordu. Müthiş bir koruma hissi ile doluydu ve çok korkuyordu. Biraz hüzünlü, çokça umutluydu. Bilemiyorum, bilemiyorum. Sadece hissediyorum. İnsan hissederek, kim olduğunu anlayabilir mi? Ben anlamıştım sanırım.
Haruki...
Sensin değil mi?
Senden aldığım enerjiyi daha önce kimseden almadım. Sen olmalısın değil mi?
Sensin...
Başkası böyle hissettirmedi daha önce. Teşekkür ederim Haruki.
Hayatımın biraz olsun değerli olduğunu hissettirdiğin için.
Teşekkür ederim Haruki.
Bana böylesine değer verdiğin için.
Teşekkür ederim, teşekkür ederim.
Cipelerim su yerine yeniden hava ile dolmaya başladığında gözümün önü karardı ve devamını da pek hatırlamıyorum.Aradan geçen süre sonunda gözlerimi kırpıştırmaya başladığımda sesler yükseldi.
"Açtı, açtı gözünü. Hazan, iyi misin canım?"
"Hı."Liva telaşla başımda bekliyordu. Gözleri kızarmış belli ki ağlamıştı. Yerden destek alarak kalkmaya çalıştım ama beni durdurdu.
"Dur, kalkma. Kalkma sakin ol."
Çadırımızın içi insanla dolmuştu.
Akın, arkadaşları, Liva ve hiç istemesem de Arzu.
Ne yüzle buraya kadar gelmişti anlamıyorum. Arzu'ya kötü kötü bakarken "Arzu'yu buraya getirmemizin sebebi," dedi Akın, kötü kötü Arzu'ya bakarak.
"her şeyi öğrenmemiş olmamız."
Liva sinirle kollarınılarını göğsünde bağladığında "Eğer korkudan ağlamasaydı seni asla bulamayacaktık," dedi.
"Beni bulmak mı?"
Konuşurken boğazım yanmıştı. Çok fazla su yutmuş olmalıyım.
"Uçurtma aldıktan sonra çadıra geldik ama yoktun. Koşarak her yere baktık ama bulamadık. Sonra Haruki sinirle herkese sormaya başladı. Arzu'dan şüphelenmiş olmalı ki biraz üzerine gidince ağladı. Ağlayarak yerini söyledi. Yoksa hayatta bile olmayabilirdin kardeşim."
Liva yaş dolu gözlerle bana baktığında zar zor yutkundum. Gözlerim herkesin üstünde geziniyor ama görmek istediğini göremiyordu bir türlü.
Haruki neredeydi?
"Kimse suya atlamak istemedi. Akın atlamak üzereyken ayağına kramp girdi. Su çok derindi ve herkes çok korkuyordu. Anlayacağın kimse hayatını tehlikeye atmak istemedi."Liva öylesine açık bir şekilde konuşmuştu ki Akın ve diğerleri gözlerini kaçırdı. Ortam buz kesmişti bir anda. Liva o kadar sinirliydi ki herkese nefretle bakıyordu. O da yüzme bilmiyordu ve eğer bilseydi eminim atlardı.
Liva'nın dediklerini dinlerken Akın'la aynı ortamda olmamız falan artık beni o kadar da heyecanlandırmıyordu. Sanki tüm büyüsünü kaybetmiş gibiydi.
Kimse hayatını tehlikeye atmak istemiyorsa, peki ya Haruki?
Ölmenin çok önemli olmadığını mı düşünüyordu, yoksa Benin hayatımı kendi hayatından daha mı üstün görüyordu?
Üstelik ona defalarca benim için hayatını tehlikeye atma demiştim. Beni hiç dinlemiyordu. Herkes kendi arasında konuşmaya başlamıştı yine. Aslında kimsenin beni o kadar da düşündüğü yoktu. Beni düşünen ise ortalıkta görünmüyordu. Nereye gitmişti? İyi miydi? Yoksa yine sistem kendini onore etmek için kapatmış mıydı? Eğer bir yerlerde bayıldıysa onu nasıl bulabilirdim?
"O nerede?" diye sordum boğazımdaki tuzlu suyu yutmaya çalışarak.
"Hı?"
Liva anlaması gerekirken anlamadan yeniden sormuştu.
"Haruki..."dedim diğerlerinin şaşkın bakışları arasında.
"o nerede?"
"Haruki mi? Türk değil mi?"
Akın'ın arkadaşlarından biri bunu sorduğunda "Neden? Beni kurtarması için yabancı olmaması mı gerekiyor? Ya da şöyle sorayım hayatını tehlikeye attığı için isminin yabancı olması size tuhaf mı geldi?" diye sordum.
Mantıklı ya da mantıksız bir şekilde bunları sorduğumda pek de önemli değildi anlayıp anlamamaları. Benim için önemli olan onu görmekti."Öyle bir şey demek istemedik. Sadece Türk sanıyorduk. Haruki Japonca değil mi?"
"Evet, Japonca. Hatta yazar da var," dedi başka biri.
Herkes yine kendi işlerine dalmıştı. Çadırımın içinde, boğulma tehlikeme rağmen yine kimsenin umrunda değildim. Hoş bir beklentim de yoktu ama en azından nezaketen bir süre ertelemelerini beklerdim. Lakin öyle değildi işte.
Yavaşça yerimden kalktığımda Liva beni durdurmaya çalıştı ama durmadım."Hazan biraz da dinlenseydin. Haruki gelir birazdan."
"Olmaz. Son halini biliyorsun. Onu bir görürsem rahatlarım."
"Ben gidip bakayım istersen. Sen dinlen."
"Yok kendim görmeden içim rahat etmez."
"İyi o zaman ben de seninle geleyim."
Liva ayağa kalkmam için kolumdan tuttu ve yavaşça kalktım. Herkes yavaş yavaş çadırımından çıktığında biz de çıktık. Akın'ın yanından geçerken de yüreğimin dupduru olduğunu hissediyordum.
Sanki boş alanlarını başka biri doldurmuş gibi.
Sanki başka birine kaymış gibi.
Sanki biri gönlüme sahip olmuş gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPAY ZEKÂ
Science FictionJaponya'dan Amerika'ya gönderilmesi gereken bir kargo uçağı Türkiye'de düştü. İçinden sağ çıkan şey sadece o oldu. Haruki, Amerikalı iş adamı için özenle tasarlanan üstün zekalı bir robottur. Kargo uçağı Türkiye'de düşünce tüm planlar alt üst olur. ...