47🤖

6.9K 744 37
                                    


Kulakları tıkansa da bazı sesler insanın zihninde yankılanır. Kaçmak için büyük mücadele verdiği kader bir şekilde onu ensesinden tutar. Netice itibariyle yaşanması gereken yaşanır ve yol nihayete ermeden her ne yazıldıysa tek tek meydana gelir.

Telefonda konuşan iki kişi vardı. Biri telaşlı diğeri ise kendinden emin bir şekilde karşısındakine cevap vermeye devam ediyordu. Böylesi bir konuşmada ikisinin de çok önceden tanıştığını anlamak gayet mümkündü.

"Alt dudağım, sol gözümün kenarı, her iki elimin üstü ve biraz da alnım," dedi kendinden emin olan kişi. Daha önce de aynı yerlerden yaralandığını ve bir şekilde yine aynı şekilde olacağını düşünüyordu.

"Yine hangi pisliğe karıştın abi? Yüzün bir türlü temizlenmiyor. Seni ne zaman görsem hep yara bere içindesin. Hayır yaptığın işleri geçtim biraz da canına kıymet ver. Hiç mi yanmıyor?"

"Temizlenmesi gereken bir pislikti. Keyfimden yapmadım ben de. Gerçi tam temizlediğim söylenemez ama idare eder. İlk defa mı yaşıyorum tüm bunları? Niye bu kadar endişeleniyorsun anlamadım."

"Uygun değil bu davranışların da o yüzden. Hele ki sen bu haldeyken. Bulgar polisi senin Türkiye'ye giriş yaptığını öğrenmiş bu arada. Korkarım ama bir ay dolmadan Türkiye'den ayrılman gerekebilir. Neden endişe ediyorsun diyorsun burada hapse atıldıktan sonra çıkman kolay mı? Ayrıca Türkiye ile anlaşmalarını biliyorsun. Yakalandığın andan itibaren seni buraya teslim ederler. Hadi eski suçlar neyse ama bu yeni olan... Anlamıyorsun başım belada. Hemen oradan ayrılmalısın."

"Ayrılamam."

Bu cevap olabildiğine netti. Karşı koymak mümkün bile değildi. Tem kelime ve üstüne eklenecek bir şey de yoktu. Lakin karşıdaki devam etti.

"Neden? Nasıl ayrılamazsın? Orada da mı yakalandın yoksa?"

Karanlık sokakta tek başına yürürken yaralı bir halde olmanın halsizliği ile durdu bir müddet. Karşısındaki telaşlı ve son derece endişeliydi ama o bıkkınlıktan ötesine geçmiyordu.

"Neden diye sordum Doruk abi."

Kendinden emin ve acı ile yürümekte zorlanan Haruki'den başkası değildi. Gecenin karanlığında ondan başkası yoktu sokakta. Yağan yağmurdan kalan su birikintileri ayak seslerine neden olurken çöp kutularında gizlenen kedilerden başkası hareket etmiyordu.

"Doruk abi? Sana soruyorum neden ayrılamazsın?"

"Ayrılamam işte. Henüz ayrılamam yani Türkiye'den. Bir kız çocuğuna sözüm var."

"Söz mü? Hırsızların söz verdiği nerede görülmüş? Hele ki senin gibi dalavere, dolap, oyun ve yalanda muhteşem olan biri için. Kız çocuğu derken abi? Gözünü seveyim çocuk işlerine bari girişme. Bak dosyan kabarık diyorum sen bana inanmıyorsun ama..."

"Unuttun mu aptal, ben bir robot olarak biliniyorum. Benim için daha mantıklı bir senaryo çizseydin de onu oynasaydım. Millet Haruki ismini bile sorguluyor sen gelmişsin ne diyorsun. Robot olarak rol yapmak oturduğun yerden kolay tabii. Gel bir de bana sor.

"Ha şu mesele."
Karşı taraftan bıkkın bir nefes verildi.
"Peki ne zamana kadar böyle yaşayacaksın Doruk abi? Sürekli orada burada kaçak gibi yaşamaktan bıkmadın mı? Hem duyduğuma göre Japon'lar enkazı araştırmak için Konya'ya geleceklermiş. Eğer gelirlerse robot kalıntılarını da bulacaklardır. İnsan görünümlü derken gerçek bir teneke parçası aslında. Sadece göz için iki oyuk eklemişler tamam. Üstün zekâlı olması insan gibi olması anlamına gelmiyor aslında ama eminim sizin oradakiler gerçek sanmıştır."

"İyi bir şekilde gömmedin mi sen o parçaları? Yetkililer gelmeden sana kaybet demiştim."

"Uçak kazasının olduğu alan oldukça ıssız bir bölge abi. Haber yayılana kadar ayarladık bir şeyler. Dua et ki kazadan ilk haberi olanlardan biriyim. Yoksa şimdi hapisteydin biliyorsun. Hem bana neden kızıyorsun anlamadım. Biz olmasaydık sen Türkiye'ye nasıl giriş yapacaktın?"

Derin ve bıkkın bir nefes sesi geldi Haruki'den.

"Aaah! Robot olarak yaşayacağım hiç gelmezdi aklıma. Başım ağrıyor ayrıca kendimi de iyi hissetmiyorum. Suda kaldım üşüttüm galiba. Bir de başıma taş atıldı. Robot olduğum için başıma gelmeyen kalmadı neredeyse."

Doruk'un esprili ancak derinlerinde esef yatan haykırışı karşı tarafta da buruk bir gülümsemeye neden oldu.

"Bir keresinde Hindistan'da piton bakıcılığı yapmıştın hatırlasana, robot olmak o kadar da zor olmasa gerek. Piton seni yutsaydı şimdi esamen okunmazdı. Ben sana fillerle ilgilen dememe rağmen inadına piton istemiştin."

"Piton bakıcısı kulağa daha çekici geliyordu çünkü. Fillerle herkes ilgileniyordu ama pitonlar... Düşünsene evcil bir canavarın var. Benim için güzel bir deneyimdi. Yine olsa yine Piton seçerim."

"Sahi o zaman nereyi soymuştun abi?"

"İngiliz merkez bankasını," dedi Doruk biraz daha gülümseme ile. "İngilizleri de hiç sevmem. Hindistan'a yerleşmişler resmen. Ama ne büyük vurgundu değil mi?"

Hayranlık ve biraz da şok hissi veren bir ses yükseldi karşı taraftan.

"Cidden inanılmazsın. Seninle çalıştığım için hem gururlu hissediyorum hem de korkuyorum. Tehlikelisin abim çok tehlikeli."

"Öyleyimdir. Yalnız telefonu tutan elim de çok acıyor, pislik temizlenmek bilmedi bir türlü. Elim için de bir şeyler bulmalısın. Kanamam oluyor bazen ve insanlara robot olduğumu anlatmak o kadar da kolay olmuyor artık."

"Dudakların ve yüz bölgen için kapatıcı uygularız ancak ellerin için yapabileceğimiz bir şey yok maalesef. Ayrıca en son başına aldığın darbe iyileşmemişken yenilerini eklemen çok canımı sıkıyor haberin olsun."

"Acısından bahsetmiyorum seni hergele. O fark etmesin yeter. Beni robot olarak bilen birinin karşısına yaralı bir halde çıkarsam inancı tepetaklak olur. Anlamıyorsun durum şu an için vazgeçemeyeceğim bir durumda. Mecburum bir nevi."

"Sistemin arızalandığını ve kendi kendini tedavi edemediğini söyle sen de ne zamandan beri yalan söylemekte zorlanıyorsun? Her şey için bir kalıp bulan Doruk musun gerçekten? Seni tanıyamıyorum bazen."

"Yunanistan çok uzak değil Tuna. Yanına gelip çeneni büzmemi istemiyorsan bir çözüm bul. Yalan söylemeyi ben de biliyorum. Daha mantıklı ve mide bulandırmayan bir şey olsun."

"Tamam abi ya, sen de hemen sinirleniyorsun. Hem o dediğin de kim? Kız çocuğundan mu bahsediyorsun? Niye bu kadar dikkate alıyorsun ki, salla bir yalan gitsin. Senin için çocuk oyuncağı değil mi?"

Derin bir nefes alırken bir süre sessiz kaldı. Sonrasında "Tek," dedi.

"Ne?"

"Ona söylediğim tek bir yalan var. Başka eklemek istemiyorum. O bir tek yalan bile canımı sıkıyor."

"Ooo. Sen ve yalansız bir hayat. Bu kız çocuğu seni değiştirmişe benziyor. Merak ettim kaç yaşında ki, beş mi? Sekiz? Ya da on?"

"Yirmi beş."

Karşı taraftan uzun süreli bir öksürük sesi gelince Doruk bunu tahmin edermişçesine gülümsüyordu.

"Abi o çocuk değil ki. Doğru söyle ne işler karıştırıyorsun yine? Kız çok mu zengin? Bak zaten kırmızı bültenle aranacaksın yakında, şimdilik ara ver ne olursun. Bir hafta daha idare et Türkiye'de, senin için Katar'da bir mekân ayarlayacağım."

"Bir hafta mı?"

Doruk'un sesi fazladan hüzünlü çıkmıştı.

"Yok ben cidden korkmaya başladım," dedi Tuna.
"Seni uyarmadığımı söyleme sakın bana. Şimdi bu söylediklerimi de güzelce aklına not al. Abi sen bir hırsızsın. Dünyaca ünlü bir hırsızsın. Ayrıca dolandırıcı, yalancı, oyuncu, üzgünüm ama her türlü pisliği üstünde barındıran birisin. Ben de öyleyim. Bizim gibilerin birilerine bağlanmaya ya da onlara yaklaşmaya hakkı yoktur."

"Ama onu korumak istiyorum."

"Ne? Nasıl? Yani neden?"

"Bilmiyorum. Sadece korumak istiyorum. Elimde değil. Çoktan gidebilirdim ama gidemiyorum. Bana kızma ama yakalanacak olmam da umurumda değil. Bugün temizlediğim pisliğin yakında öteceğini biliyorum. Polisin ensemde olduğunu biliyorum. Ama yine de korumak istiyorum. Kusuruma bakma tekraren, bu seferlik hapiste kalacağımız günlerin sorumlusu direkt ben olacağım galiba. Ama artık o çocuğu yüz üstü bırakamam. Bunu ona yapamam."

Doruk ve Tuna'nın konuşması bittiğinde karanlık sokakta tek başına yürüdü ve sonunda evine giriş yaptı.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin