45🤖

8.1K 782 103
                                    



Gözüme tek damla uyku girmeyen sabaha uyandığımda Liva çoktan kalkmıştı bile. Eşyalarımızı toplamış kendini dışarı atmıştı.
Çadırda dımdızlak bir şekilde öylece yatarken bazen kendime dost yerine...
Ah her neyse.

Soğuktan buz tutan kollarımı ellerimle ovuştururken çadırın kapısını açtım. Herkes dışarıdaydı. Beni niye uyandırmadılar ki. Biri ta çekik memleketinden gelen emrime amade robot, diğeri de arada dost arada İngiliz anahtarına dönüşen Liva. Anlaşılan o ki ikisinden de hayır yok.

Ağrıyan başımı tuttuğumda Liva bağırdı.

"Hazan gel, tabağın burada."

Elinde tuttuğu kahvaltı tabağıma baktım. Ve hemen yanında oturan Haruki'ye. Yüzüme bakmamıştı. Dün geceki olaydan sonra ben de ona bakmak istemiyordum doğrusu. Mevzu Akın da değildi. Bir başkası da olsa her gıcık gittiğine fiziksel olarak zarar vermeye başlarsa bunun önünü alamazdım. Sonuçta o bir üstün zekâ ve ben onu nasıl kontrol edeceğimi bile bilmiyorum. Haruki bana bakmadan dururken
"Peh, bir de surat mı asıyor? Bu çocuk robot uyumuyor diye bir önceki günün güncellemesi ile yeni güne başlamıyor mu? Ne biçim tasarlamışlar bunu da," diye söylendim.

Gözlerimi devirerek kendi kendime söylenirken çadırın yakınındaki çeşmeye doğru yöneldim. Yüzüme çarptığım her sudan sonra kendime geliyordum.

"Dün gece ağır konuştum aslında."

Şlap!

"Çocuk robot gözümün önünde ağladı ve ben duygusuzun teki gibi öylece baktım."

Şlap!

"Benim için hayatını feda etmişti oysaki."

Şlap!

Son su çarpma işleminden sonra musluğu kapattım.

"Ama o da tuhaf davranıyor. Robot, robottur. Adı üstünde duygusuz olması gerekir. Hem bunu kendi demişti ben duygusuzum diye. Akın'a nasıl gıcık gidebiliyor? Çocuğu bir öldürmediği kaldı. Hayır bir şey değil polise falan şikayet edilse başımız belaya girer ve onu alıp direkt Japonya'ya postalarlar. Hiç geleceği düşünmüyor. Anlık yaşıyor. Ayrıca Akın bana bir şey yapmış da değil, yani sırf itiraf için mi bu tepki? Yoksa kıskandı mı?"

Islak yüzüme çarpan sabah havası ile topluluğa doğru yürürken gözlerim Haruki'deydi. Hani göz göze gelirsek falan "Ne yapıyon lan civatalarını sıkıştırdığım," diye günaydın mesajları falan verecektim ama bana bakmıyordu ki hiç. Önündeki tabakta olanları yerken bakışları sadece yiyeceklerdeydi.

Suçluyum suçlu. Anlamadan dinlemeden çocuk robotu üzdüm. İlk adımı ben atarak barışmam lazım. Bu hiç böyle yapmazdı. Bayağı kalbini kırmış olmalıyım. Tamam kalbi yok ama sonuçta duyguları var yani. Liva'yı zorla kaydırarak Haruki'nin yanındaki boşluğa oturdum ve tabağındaki salatalıktan bir tane ağzıma aldım.

Benim ağzıma almamla eli havada kaldı. Yeniden tabağına uzanmadı ve yavaşça tabağı bıraktı.
Ağzıma aldığım salatalık barbunya tadı verirken kendimi çok kötü hissettim. Keşke tabağına dokunmasaydım. Aç kalacak şimdi. Belki aç kalmasa da civatalara giden yağ eksik kalacak, sonra küflenecek falan.

"Neden yemiyorsun Haruki?"

Ayşe bunu sorduğunda ona kibarca gülümsedi. Ama bu gülüşünü biliyordum ben onun. Hüzünlüydü hâlâ. Kibarlıktan gülümsemişti o dudaklar. Sırf ben dokundum diye o tabaktan bir daha da yemedi. Haruki'nin bu kadar gururlu olduğunu da bilmiyordum doğrusu.

Yavaşça ayağa kalktığında Liva'ya döndü bu sefer.

"Ben arabaya gidiyorum. Yemeğinizi yediğinizde gelirsiniz gideriz," dedi.

Gidişini seyrederken Liva kolumu dürttü.

"Hazan ne oldu? Haruki neden seninle konuşmuyor."

İçimdeki nefesi aynı anda verip ağzımdaki barbunya tadı olan salatalığı zorla yutarken hiçbir şey diyemedim.

Ne diyebilirdim ki? Ağzım ve laflarım o kadar ağır ki, normal insanlar kaldıramıyordu, artık robotlar bile kaldıramıyor. Herkes neyse de bir üstün zekâlı tarafından dışlanmak da insana çok koyuyor. Sanırım bu dünya için fazlayım. İç çekerek kaşımı kaşıdım. Ne zaman canım sıkılsa kaşımı kaşırım. Sinirim sadece oraya toplanıyor herhalde.

***

Tüm bir yolculuk sessizlik ve gerginlikle geçti. Çocuk robotun suratsız hali de hiç çekilmiyormuş hani. Aracı kullanırken de önünden başka bir yere bakmadı. Dikiz aynasından sürekli ona bakmama rağmen bir kez olsun benimle ilgilenmedi.

Evin önünde durduğumuzda yavaşça kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Liva'yı bıraktığımızda ona gülümsemişti ama yüzü yine asılmıştı. Allah'ım ne yapacağım ben bu robotla ya? Gönlünü nasıl alabilirim ki? Bir bardak zeytinyağı işe yarar mı ki? Sırf barışsın diye o pahalı zeytinyağından almaya da razıydım yani.

Kendi kapımdan çıktığımda ona bakıyordum. Nihayet bana baktığında gülümsedim ama o gülümsemedi.

"Ne oluyor Haruki?"

"Hım?"

"Neden surat asıyorsun? Dün gece ağır konuştum kabul ama tüm bir gün boyu suratını astın."

"Seninle alakası yok aslında."

"Hah!"

Ağzımdaki havayı alayla verdiğimde ona yaklaştım.

"Nasıl benimle alakası yok? Bal gibi de benimle alakası var. Seni dinliyorum söyle."

"Sadece," dedi masumca.
"iki haftalık pilim kaldı. Bunu dün gece sen ateşin başında beklerken yanına gelmeden öğrendim ve çok üzüldüm."

Afallayarak ona baktım. Hiç beklemediğim bir şeydi. Başka şeyler söyler sanıyordum. Ben de üzülmüştüm. Hiç ama hiç beklemiyordum böyle bir şeyi söyleyeceğini.

"Üzülme nedenim ömrümün bitmesi değil. Ben istemiştim ki, bir insan olamasam da bir kalbim varmış gibi geçirdiğim bir ay olsun. Ama sen öyle deyince... Yani kalbin yok deyince..."

"Yalan söyledim."

"Ne?"

"Yalan söyledim dün sana."

Üzüntüden ne diyeceğimi şaşırmıştım. Haruki mutlu olsun da ölebilirdim de şu an hiç önemli değildi. Nasıl iki haftası kalmıştı ya? Ne çabuk geçmişti günler öyle. Bir ay normalde bana bir asır gibi gelirdi oysaki.

"Bak," dedim dudaklarımı ıslatarak.
"ben küçüklüğümden beri annesiz ve babasız büyüdüğüm için sevmek nedir bilemiyorum. Sahiplenmek, güven duymak, sırtını dayamak falan bana çok uzak anlıyor musun? Sana güvenmeye başladığımda huzursuz oluyorum. Çünkü daha önce kimseye sırtımı dayamadım ben. Senin benim için çaba göstermen ve beni korumaya çalışman falan beni tedirgin ediyor. Ya bunu sürekli istersem? Ve sen şimdi bana iki hafta kaldı diyorsun. Sen gidince ne yapacağım ben? Yalan söyledim çünkü senden soğumak istedim. Bir şekilde bana kötü davranırsan da daha kolay unuturum diye düşündüm işte. Ne bileyim ben ben de ne yaptığımı bilmiyorum ki."

Gülümsedi. Onca saat yüzünde görmek istediğim şeyi gösterdi bana.
Ama hayır Haruki dahası da var. Seni daha da mutlu edeceğim.
Yaklaşıp aniden elimi göğsünün üstüne koydum.
Amacım ona bir kalbim gerçek yerini göstermekti.

Elim sıcak göğsünde düzenle atan yere denk gelince gözlerim sonuna kadar açıldı.

Şaşkınlıkla açılan gözlerim onunkileri bulduğunda o da benim kadar afallamış görünüyordu.

Eli hızla bileğimi kavrayıp yavaşça geri çekildiğinde tuhaf bir gülümseme vardı yüzünde.

"Organ olarak benzediğimizi söylemiştim."

Bir şey diyemeden elim öylece havada kaldı. Benzemek? Aynıydı. Tıpkı bir insan gibi...

"Kalbim var benim de. Sadece, hissetmekten bahsediyorum. His konusunda nasılım bilmiyorum."

"Bir robot his konusunda neden endişeleniyor ki?"

Sorum hem çok mantıklı hem de çok cesurcaydı. Bana şaşkınlıkla bakarken onun da en az benim kadar afalladığını görebiliyordum.

Her ikimiz de bir şey diyemeden öylece birbirimize baktığımız o dakikalarda sadece sessizliğin boğucu anlarını yaşıyor gibiydik.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin