3🤖

22.2K 1.4K 303
                                    




Eskiden yani bir çocukken yetimhaneye ziyaret için gelirlerdi. Böyle bazen okullar toplu olarak öğrenci ve öğretmen karışık gelirdi. Bazen yeni evlenenler gelirdi. Bazen çocuğu olmayanlar. Bazen de tuhaf insanlar gelirdi. Onları hemen anlardınız çünkü ne yetim olduğumuz için başımızı okşarlar ne de bize güzel bir şeyler getirirlerdi. Sanki anne ve babamızın olmaması bizim suçumuzmuş gibi bize yukarıdan bakar ve bu durumda olduğumuz için bizi birer örnek olarak gösterirlerdi. O zamanlar ben de kendimi suçlu hisseder daha da küçükken bir günah işlediğimi ve bu yüzden annem ve babamın olmadığını düşünürdüm. Diğer tüm çocukların iyi olduğunu ve benim kötü kalpli olduğumu düşünürdüm. Biz çocukken yetimhaneden çok çıkamazdık da. Kocaman duvarlar arasında ufacık bahçemiz vardı ve hiç silinmeyen bir de çizgi oyunumuz. Bazen yağmur yağınca falan hafif silikleşse de ertesi gün hemen tebeşirle yenilerdik. Anaç bir müdiremiz vardı ki annemizin yerini tutmak için elinden geleni yapardı lakin bu dünya üzerinde kim bir annenin yerini tutabilir ki? Elbette tam başarılı olamazdı ama onun o çabası bile yeterdi. Bahçe genelde kemik taşlarla döşeliydi ama köşede ufak bir yer vardı ki orada hafif bir toprak birikintisi vardı. Hafta sonları orada oynamamıza ve çamurdan yemek ya da ev yapmamıza izin verirdi. Kirlenen kıyafetlerimizi önemsemeden yaptığımız oyuncakların hepsi şu anda beni mutlu eden nadir şeylerden biri. Paramız da olmazdı, parayı kullanacak yer de. Kantin açılmazdı çoğu defa. Açıldığındaysa da sadece annesi ya da babası olup da harçlık alanlar girebilirdi. Benim gibi tamamen kimsesi olmayanlar ise yemekhaneden birer havuç ya da artık meyve olarak ne varsa onunla geçiştirirdi öğünü. Bazı zamanlar kalorifer yansa bile soğuk olurdu yatakhane. Nevresimlerimizin içinde yorgan değil de ince bir battaniye olurdu. Pek imkanı yoktu bizim yetimhanenin. Müdire sponsor bulmaya çalışsa da pek destek göremezdi. İnsanlar başlarına gelmeyen şeylere karşı daha mesafeli ve uzak kalıyorlar. Ya da ne bileyim herhalde bizim birer sümük olduğumuzu ve eğer elimizden tutarlarsa onlara bulaşacağımızı falan düşünüyorlar. Bunun dışında bayramlar güzeldi ama. Hep yeni kıyafet gelirdi. Bir de oyuncak. Ama bir kere eski oyuncaklar gelmişti. Kafası kopmuş bebekler ve kırılmış arabalar dağıtılmıştı aramızda. En büyük sorun ise muzdu. Evet muz.

Eskiyi andığım o birkaç saniyede karşımda duran genç adama odaklandım bir kere daha. Açık olan kapıda durmaya devam eden bu kişiyi göndermek mümkün olmayacak gibiydi. Ben de en azından bir kereliğine onu dinlemeye karar verdim.

"Tamam," dedim derin bir nefes alarak.
"Madem gitmiyorsun o halde açıkla bakalım. Tam olarak ne yapmamı istiyorsun Bay Haruki?"

Gülümsedi. Gözlerinin içi gülerek gülümseye devam ediyordu.

"Sizi korumama izin vermenizi."

"Korumaya ihtiyacım yok ki benim," dedim gülümseyerek. "Ama yine de teşekkür ederim. Yani ince düşünceniz için. Ne bileyim bir şekilde size savunmasız gelmiş olabilirim. Hoş beni nereden tanıdığınızı da anlamış değilim ama. Burası Ankara'nın kenar mahallelerinden biri ve daha nezih semttekiler buraya gelmek bile istemez. Eh evim de," deyip duvarlarına göz attım. "epey eski ama yine de korumaya ihtiyaç duymuyorum. Fakat bir şekilde böyle düşündüyseniz bile çok teşekkür ederim ama ihtiyacım yok."

"Yine de korumalıyım."

Gözlerimi kapayarak yutkundum. Zamana ihtiyacım vardı. Tüm içimde iyice dolan feryadımı dışarı bir çığlık olarak vermemek için zamana ve bir soluk nefes almaya ihtiyacım vardı.

"Eee tam anlaşamıyoruz sanırım. Yani koruma istemiyorum ve siz ısrarla korumak istediğinizi söylüyorsunuz. Hakkımda da epey şey biliyor gibisiniz. Madem çok gönüllüsünüz kabul etmekten başka çarem yok sanırım. Tamam, o halde dışarıda bekle olur mu?"

"Tabii ki olur," dedi gülümseyerek.

Bu kadar çabuk kabullenmesini beklemiyordum doğrusu. Israr eder ya da ne bileyim zorla içeri girer diye bekliyordum ama o sadece basit bir şekilde kabullenmişti. Kabullenince bu tuhaf gencin yüzüne kapıyı kapattım. Nihayet şu kapıyı kapatabilmiştim. Derin bir nefes alarak koridorda yürüdüm ve yatak odasına geçtim. Hafta içi her gün çalışmak bedenimi iyice yoruyordu. En azından hafta sonu dinlenmek istiyordum. Gerçi çalışmaktan hayıflanacak bir insan değildim. Anne yoktu, baba yoktu, para yoktu. Bir sene çalışıyor, diğer sene biriktirdiğim parayı okul harcıma yatırıp okuyordum. Yirmi beş yaşıma gelmeme rağmen okulumun bitmemesinin nedeni buydu işte. Eh tabii bir de okulun zorlukları vardı o ayrı bir şey de neyse. Fazladan bir derdi daha kaldıracak gücüm yoktu.
Pijamalarımı değiştirirken genci düşündüm. Benden bir fayda gelmeyeceğini anlayınca gitmiştir herhalde. Kim eğlencesi olmayan bir kızla uğraşmak ister ki sonuçta? Ayrıca Ankara'nın daha nezih mahalleleri var ve eminim orada kendisini adayacağı daha üst kesim birini bulabilir. Bazen bu şekilde konuştuğumda beni yadırgıyorlar ama durum böyle. İş bulmakta zorlanıyorum. Ev bulmakta zorlandım. Kimse bana kiralık bile olsa ev vermek istemedi. Herkes referans istiyor ve benim referans olarak vereceğim tek kişi yetimhane müdürü o kadar. O da geçen sene vefat etti ve yeni müdür de beni tanımıyor. Öğretmenlerimin hepsi de birer birer emekli oldu.  Ayrıca okul da zor. Derslere çalışmak için vakit lazım ama işe gitmekten bulamıyorum. Bulsam bile o kadar çok yoruluyorum ki geldiğimde hiç halim kalmıyor.

Pijamalarımı katlayıp, yatağımı topladım.
Yatak odasını havalandırmak adına pencereleri açtım ve yeni yeni çiçeklenen elma ağacını seyrettim bir süre. Çok güzeldi. Bembeyaz çiçeklere arılar konmuş, yiyecek bal çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu elma ağacı benden önce hiç çiçek açmıyormuş. Hatta ev sahibi meyve vermiyor diye kesme kararı bile almış ama ne hikmetse ben taşınınca çiçek açıp meyve vermeye başladı. İlk başta beni istemeyen ama sonrasında bana bir anne gibi davranan ev sahibi de uğurlu ayakla geldiğimi söyleyip önce taze elma verdi. Yetmedi elma reçeli yapıp onu verdi. O da yetmedi elmadan pestil yapıp onu verdi. Elmadan yapılacak her türlü şeyi yapıp verdikten sonra bir de ağaca kovan yapan arıların balını verdi. Şimdi küçük ama bu harika ağacı seyrederken kutlu olmadan edemiyorum. İçim sıcacık oluyor. Böyle iç ısıtan görüntü görünce insanın içi de ısınıyor. Mutlulukla bu tabloyu seyrederken, kendime şöyle güzel bir kahvaltı hazırlamam gerektiğini düşündüm. Hafta içi bir poğaça ile geçiştiriyorum kahvaltıyı. Arada içtiğim çaylar ve suyu saymazsam doğru dürüst yemek yediğim bile söylenmez. O yüzden en azından hafta sonu kahvaltımı güzelce yapmalıyım.

Rahat adımlarla yatak odasından çıkıp mutfağa girdiğimde buzdolabını karıştırdım. Tüm kahvaltılıklar dışarı çıktığında patates kızartmanın da iyi bir fikir olacağı geldi aklıma. Hafta içi sabah erkenden işe gittiğim için bu tarz yiyecekler yiyemiyordum. Bari hafta sonu yiyeyim. Patatesler kızarırken çay da kaynadı. Tek başıma dört duvar arasında olmanın huzurlu olduğunu düşünüyorum ama yalnızlık aslında hiçbir zaman huzuru davet etmiyor. Ailenin ne olduğunu bilmeden büyüdüm ve şimdi yine kendi kendimeyim. Yine şükrediyorum. Allah beni bu şekilde yarattıysa eminim bir bildiği vardır. İsyan etmiyorum ama bu bende pek de kibar olmayan bir karakter oluşturdu.

Uzunca bir süre kahvaltı yaptım. Elimde telefon, tüm sosyal medya hesaplarımdaki gelene gidene baktım. Neredeyse iki saat geçirdim oturduğum yerde. Sandalyede oturabileceğim her şekilde oturduktan sonra kahvaltı faslına son verdim.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin