Bir sürü itiraz ve olan bitenden sonra nihayet kafeye gelmiştik. Haruki önce Pınar Hanım'a sonra da kafenin müdavimi olan bir reklamcıya iş aradığını söyledikten sonra olan olmuştu.Liva ile aynı anda karşımızdaki manzarayı izlerken herhangi bir şey söylemenin anlamsız olduğunu düşünüyorduk. Söylesek ne olacaktı ki? Ben senelerdir iş arayıp oradan oraya koştururken elin robotu ta Japonya'dan gelsin ve ballı bir iş bulup geçsin. Ne deniyordu buna şans mı? Benimki ne oluyordu? Şanssızlık mı? Kıskanmak değil de ne bileyim insan yine de biraz tuhaf oluyordu.
Liva ile birlikte bir süredir aynı yere bakmaya devam ediyorduk. İkimiz de kafenin kendi önlüklerinin ceplerine ellerimizi yerleştirmiş Haruki'nin resim çekimlerini izliyorduk.
Pınar hanım Haruki'nin iş aradığını duyar duymaz kafenin tanıtımı için manken olmasını istemişti. Haruki de dünden razı gibi siyah takım elbiselere bürünmüş, kahve saçlarını havaya dikmiş, jilet gibi hazırlandıktan sonra kameranın karşısına geçmişti. Elindeki kafenin özel marka bardakları ile bazen içerek bazen de elinde tutup gülümseyerek poz veriyordu."Sanki bu iş için tasarlanmış peh şuna da bak," dedim gözlerimi devirerek.
"Hayatımda daha iyi model görmedim desem," dedi Liva hayranlıkla Haruki'ye bakmaya devam ederken. Liva'nın hayranlıkla bakmadığı kişi mi vardı ki? Ah onu kabul etmekle hata mı ettim acaba?
Bana kalırsa Pınar hanımın niyeti de farklıydı ama bu Haruki için önemli değildi. O şimdilik para kazanma peşindeydi. Para kazanım sözde üst katıma yerleşecekti. Ben anlamıyorum bana yakın olsa ne olacaktı? Tamam kendini bana programladı ama gitsin ötede yaşasın yani. Yok illa dip dibe olacağız.
"Şöyle bir alıcı gözüyle baktım da," dedi Liva.
"Senin bu Haruki bilmem ne bayağı yakışıklı. Şu saçlara şu yüze bak. Gülüşü de pek tatlı. Robot olmasa şansımı bi on bin kere falan denerdim."
"Boş versene. Robot bir kere o. Ayrıca kabul edelim robot olmasaydı da ikimizden birine bakmazdı.""Sen öyle san. İnsan olsaydı peşinden koşardım gerekirse."
Ağzımdaki havayı hayal kırıklığı ile dışarı verdim. Liva'dan beklenilen hareketlerdi ama yine de saçmaydı bence. Başımı iki yana sallayıp kollarımı önümde bağladım.
"E şimdi bu böyle poz falan veriyor. Hadi birleri de haberlerde paylaşırsa ya da ne bileyim sosyal medyada görünürse ne olacak?"
"Gelip alacaklar," dedim umursamazca.
"Çok acımasızsın," dedi Liva kaşlarını çatıp bana bakarak. "O senin için yapıyor tüm bunları. Parayı kazanıp da ne yapacak. Çocuk senin yakınında kalmaya çalışıyor sen de acımadan gider diyebiliyorsun. Bazen senin gerçekten de kalpsiz olduğunu düşünüyorum Hazan."
"Ne dedim şimdi ben? Hem sen demedin mi? O bir robot diye. Gidecek zaten eninde sonunda. Doğruları söyleyince ben niye kötü oldum ki?"
"Anladık robot ama yine de hisleri var. Yazık değil mi?"
Omuzlarımı silkeleyerek arkamı döndüm.
"Bize ancak robotu denk gelir zaten. Şöyle gerçek bir adam olsa bile yanımda durmaz. Bende bu huysuzluk varken kim beni tercih eder ki!""Ne dedin duyamadım?"
"Yok bir şey," dedim boş bardakları düzenlerken.
Liva da arkasını dönüp bana baktı. Her ikimiz de aynı bölümde okuyorduk. Her ikimiz de bir sene okula gidiyor, bir sene çalışıyorduk. Her ikimiz de aynı yetimhanede büyümüştük. Her ikimiz de aynı yaştaydık. Kısacası Liva benim öz kardeşim gibiydi. Tek farkımız onun yaşlı bir annesi vardı. O da yetimhaneden ayrıldıktan sonra bulunmuştu. Öncesinde de hep arıyordu ancak bulamamıştık. Şu televizyonda gündüz kuşaklarında çıkan kadın programlarından birine katılmıştık birlikte de öyle bulunmuştu. Meğer annesi Liva'yı başka bir isimle yetimhaneye vermiş. Oradaki öğretmenler de Liva ismini koyunca bir daha ulaşamamış. Senelerce annesi kendi koyduğu isimle aramış ama Liva'nın hiç haberi olmamış. Katıldığımız programda sunucu kadın Liva ile annesini buluşturduktan sonra bana da "İstersen senin anneni de bulalım," demişti de buruk bir tebessümle karşılık vermiştim. Benim hem annemin hem babamın mezarları belliydi. Keşke benimkinde de öyle bir şans olsaydı ama nerede. İkisi de trafik kazasında hayatlarını kaybedince teyzem beni yanına almak istememişti. Belki istemiştir ancak eniştem kabul etmemişti. Bir çocuk daha bakamam diye beni yetimhaneye bırakmışlar. Çok küçüktüm pek iyi hatırlamıyorum ama ilk başlarda teyzem gelirdi beni ziyarete. Çok değil belki birkaç hafta geldi ondan sonra o da kesti ayağını. Ona alışırım da kalmak istemem diye düşündü herhalde ne bileyim. Birilerinin yakasına yapışacak gibi bir tipim mi var bilmiyorum ama ufak bir tebessüm ve haftada bir ziyaret hatta ayda bile olsa yeterdi yani. Teyzemden onlarla kalmayı istemezdim. Ama gelmedi işte. Gidip müdire hanıma sorduğumda her hafta işi varmış bu hafta gelemeyecek derdi. Bu haftaların ve işin sonu gelmedi elbette. O zaman anladım ki artık beni görmek istemiyor. Anneannem ve dedem de yoktu. Baba tarafım da annemle babam evlenince babamı reddettikleri için benden haberleri yoktu. Varsa da onlar da istememişti işte ne bileyim. Tüm bunları düşününce kendimi kötü hissettiğim için düşünmeyi bırakmıştım artık. Tek bildiğim kimsem yoktu. Bir başıma öyle oraya buraya savrularak büyüyüp gitmiştim.
"Haftaya okul gezisi var gidecek misin?"
Liva'nın sorusu ile irkildim. Elimdeki son bardağı da rafa yerleştirdiğimde durup ona baktım."Okul gezisi mi?"
"Evet, ama ücretli. Su kenarına gidecekmişiz. Çadırlarda kalınacağı için ücret bayağı yüksek ne yapsak? Bir aylık para ancak yeter gibi. Değer mi sence gitmeye?"
"Gitmeyiz olur biter," dedim.
"Zaten bu sene aktif öğrenci değiliz. Çalışmamız lazım. Para lazım."
"Ama Akın da gelecek."
Onun ismini duyunca direkt Liva'ya baktım. Zayıf noktamı biliyordu. Kesinlikle çok iyi biliyordu. Bilerek onun ismini vermişti. Bakışlarımı yeniden önüme getirdiğimde derin bir nefes aldım.
"Boş versene, üzerinden bir sene geçti. Çoktan unutmuştur her şeyi."Yeni bardakları alırken unutma kelimesi bile kalbimi acıtmıştı. Ben onu bir an olsun aklımdan çıkaramamışken o beni unutmuş mudur ki? Hiç aklına gelmemiş miyimdir ki? Öyledir tabii. Onca kız varken Akın beni mi tutacaktı aklında. Yine de ismini işitmek bile kalbimi pır pır ettirmeye yetmişti.
"Unutmak mı? O zaman unutmasına müsaade etme sen de."
"Liva, çocuk okulun en zenginlerinden. Sırf yumuşak kalpli ve iyi niyetli diye ona daha ne zamana kadar karşılıksız şeyler düşünmeye devam edeceğim? Yani bir kere hayatımı kurtardı. Bir kere okul harcımı ödedi. İyilik yaptı diye onun peşine takılmaya hakkım var mı? Belki o da benim yakasına yapıştığımı düşünmeye başlar. İşte o zaman kendimi çok kötü hissederim. Sevdiğim insanlara yapışıp kalmak istemiyorum."
"Akın sana değer veriyor Hazan. Evine kadar geldiği o günü nasıl unutursun? Hem senin hakkında neden öyle yapışkan gibi şeyler düşünsün? Sen kendi içinde öyle hissediyorsun ama dışarıdan oldukça hoş ve tatlı bir insansın. Ayrıca..."
"Ayrıca bu kadar, yani devamı yok," dedim Liva'nın konuyu kapatmasını umarak. Derin bir nefes aldım ve gelen müşteriyi karşılamak adına yüzüme tatlı bir gülücük yerleştirdim."Hoş geldiniz efendim ne isterdiniz?"
"Bir latte bir de su alayım."
"Tabii hemen."Liva henüz cümlesini tamamlamamış olsa da daha fazla dinlemek istemiyordum. Tüm bir yaz boyu aklımdan çıkmayan Akın, çalıştığım sene boyunca da aklımdaydı ama benim gibiler için zaten bu gayet normaldi. Kim bilir o kimlere yardım ediyordur. Harcını ödediği ilk kişi ben değilimdir. Muhtemelen tek de değilim. Her neyse üstünde durmaya değmez. O çok iyi biri ve çok daha iyilerine layık.
Müşterinin isteğini hazırlarken, Haruki'nin hâlâ fotoğrafının çekildiğini gördüm. Bu çocuk robot, işi kapmışa benziyordu. Hafif bir tebessümle ona baktım ve ben de kendi işimi yapmaya koyuldum.
![](https://img.wattpad.com/cover/186505566-288-k69846.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPAY ZEKÂ
Science FictionJaponya'dan Amerika'ya gönderilmesi gereken bir kargo uçağı Türkiye'de düştü. İçinden sağ çıkan şey sadece o oldu. Haruki, Amerikalı iş adamı için özenle tasarlanan üstün zekalı bir robottur. Kargo uçağı Türkiye'de düşünce tüm planlar alt üst olur. ...