15🤖

10.5K 931 37
                                    


Vaktin sahibi onu bir mahluk olarak yaratmıştır. Biz insanlar için var olan zaman ne yaratıcı ne de onun hükümleri için geçerli değildir. Her şey olmuş ve bitmiştir. Ve her şey olacak ve bitecektir. Sonunun malum olduğu bu dünyada yaşarken hiçbir şey o kadar da kolay değil. Omuzlarımın üstüne yüklenen bu yükü belki bir başkası daha rahat kaldırabilir ama benim için neredeyse imkansız. Kendime bile bakamazken bir de robot ile nasıl uğraşırım? Vicdan ile mantık arasında kalıp en sonunda mantığımı seçtiğim anlarda taşlaşmış bir kalple kafeye geri girdim.

"Komşun gitti mi?" diye sordu Liva.
Pınar hanımın da gözleri benim üzerimdeydi. Durup hepsine teker teker baktım. Merakla beni bekliyordu.

"O sizin komşunuz muydu?" diye sordu bir diğer genç kız.

"Allah'ım hayatımda o kadar yakışıklı bir erkek görmedim. Teni benimkinden bile pürüzsüzdü."

Onlara sert bakışlar gösterirken niyetlerinin ne olduğunu az çok anlayabiliyordum. Haruki'nin bir yapay zekâ olduğunu anladıklarında da böyle konuşabilecekler miydi? Hiç sanmam. Demir parçası diye dalga geçip bir de kenara atacaklardı. Ah bu insanlar, dış görünüş söz konusu olduğumu başka bir şeyi görmüyor gözleri. Kendilerinden başkasını düşünmeyen bu insanlar yine kendilerine en iyisini istiyorlar. İşleri bitince de bir kenara atıp gidiyorlar. Onlara söyleyecek tek bir kelimem yoktu.

Saate baktım kafedeki işim bitmiş, diğer part-time işimin vakti gelmişti. Kimseye hiçbir şey söylemeden personel odasına yöneldiğimde diğer bir genç kız arkamdan bağırdı. "Hey bir şey söylesene? Komşunun adı ne demiştin? Hey sana diyoruz be! İnsan bir şey söyler sağır mı ne?"

Trençkotumu üstüme alıp hızlı adımlarla kafeden çıktığımda ters yöne doğru yürümeye başladım. Havanın içimi üşüten rüzgârı yüzüme çarptığında bakışlarım önümdeydi. Kimselere bakmadan direkt yürüyordum. Ve yine gözlerimin önüne eskiler geliyordu. Bir travma gibiydi çocukluğum, hayatımın her anında yakamı bırakmayan. Bazı günlerde arkadaşlarımı evlat edinmeye gelen zenginler olurdu ki, yetimhaneden bu o çocuğun hayatının tamamen kurtulduğu anlamına gelirdi. Hep beklerdim ben de. Biri de beni sevecek. Biri de beni isteyecek. Biri de beni seçecek ve benim de hayatım kurtulacak. Bir aileye, güzel bir okula, yeni arkadaşlara ve temiz bir eve sahip olacağım. Lakin gelenlerden hiçbiri beni seçmezdi. Sıraya geçip tek tek bizlere bakarken sevimsiz mi geliyordum yoksa evlat edinebilecekleri kadar iyi mi değildim bilmiyorum ama tercih edilmemiştim işte. Haruki'yi böyle ardımda bırakınca aynı hislerle bürünmüştüm. Gerçi durum bambaşkaydı ama en ufak bir benzerlikte geçmişe gidip gelmem benim suçum mu?

Otobüs durağına geldiğimde hazır bekleyen otobüsüme binip diğer iş yerine yöneldim. Artık tamamen uzaklaşıyordum. Bitmişti işte. Bu gidişle geri gelmem mümkün olmayacaktı. Boş koltuklardan birine oturup çantamı dizlerimin üstüne koydum. Bilerek geriye bakmıyordum ki sadece ileri gideyim.

"Oh be rahatladım," dedim oturduğum yerden. Otobüsün için çok dolu olmadığı için kendime oturacak bir yer bulmuştum ve omzumdaki yüklerden birçoğu kalkmış gibi hissediyordum.

"Kurtuldum vallahi. Büyük bir sorundan kurtuldum adeta."

Yanımda oturan teyze bana baktığında neden dışarıdan konuşma gereği duyduğumu anlamaya çalıştım. İçimdekileri dökmem gerekiyordu anlaşılan.

"İyi yaptım değil mi teyze?" diye sordum durduk yere. Yaşlı kadın bana şaşkınlıkla baktı. Boş gözleri yüzümde gezinirken "Neyi yavrum?" diye sordu. Ona ne anlatacaktım şimdi? Robot desem inanmaz, evlatlık desem anlamaz, en iyisi sadece onaylanmaktı.

"Sen iyi yaptın de teyze lütfen, buna ihtiyacım var."

Bana tatlıca gülümseye teyze "İyi yaptın evladım, iyi yaptın," dedi.

Benim zorlamamla da olsa bu cümleyi duymak iyi hissettirmişti. İyi yapmıştım. Çok duygusal olsam da saçmaydı. Yani kim yapay zekâ bir robotu sahiplenmek isterdi ki? Kedi değil, kuş değil, bukalemun bile değil. Robot bu robot. Üstelik üstün zekâlı. Benim kıt zekâm ona yetmez ki. Hem Japonya'dan bahsediyoruz. Adamlar harakiri yaparken kendilerine bile acımıyor bana mı acıyacak? Kendi eliyle iç organını çıkaranlar kim bilir bana neler yapar? Hoş Türkiye de boş durmaz ama ne gerek var yani durduk yere?

Uslu uslu işine git Hazan. Sonra da evine git ve huzurlu uyu. Hem neydi o kapıları kilitlemeler falan.

"İyi oldu iyi!" diye bağırınca otobüste olan birkaç kişi de eğilip bana bakmıştı. Ben de kendime baktım. Yani eğilip özellikle camdan kendime baktım. Zira böyle durumlarda pek normal görünmüyordum.

Zavallı ben. Dünyanın öbür ucundan bile rahatsız edilmeyi başarılıyorum ya bravo. Başımı otobüsün camına koyup giderken telefonum çaldı. Arayan Liva'ydı. Beklemeden açtım.

"Efendim Liva?"

"Hiçbir şey demeden çıktın iyi misin?"

"Bilmiyorum."

"Ne demek bilmiyorum. Bir şeye canın mı sıkıldı?"

"Yok öyle sıkkın işte canım. Senin işin ne zaman bitecek?"

"Bugün geç çıkacağım. Çıkışta sana uğrayayım mı?"

"Olur. Şimdi ikinci işime gidiyorum. Eve geçerken sana haber ederim."

"Olur tamam."

Telefonu kapattığımda aynı yaşlı teyze koluma dokundu. Eğilip usulca "İyi yaptın iyi yaptın üzülme," diye fısıldadı. Dudaklarım bir gülücük için kıvrılırken daha iyi hissediyordum. Kendimi bildim bileli birinden destek almadan yürüyememiş gibi böyle onaylanmak nedense beni rahatlatıyordu.

"Sağol teyze," dedim ve çantasından çıkarıp ban uzattığı bir avuç üzümü aldım.

"Al bu üzümleri ye bakalım. Yüzün bembeyaz olmuş kansızlaşmışsın. Arada şöyle kara üzüm ye."

Avcuma aldığım üzümleri yerken gülümsüyordum.

"Ben gençken senin gibiyken sabah erkenden kalkar tam dört ineği otlatmaya götürürdüm. Geldiklerinde sütlerini sağar ondan süt ve peynir yapardım. Üç tane de çocuğum vardı. Kaynanam bir kez olsun uyandıktan sonra uyumamıza izin vermezdi. Eh çok çalıştık kızım biz. Annemiz babamız bizi erkenden evlendirdi. Ondan sonra da bir hayatımızı yaşayamadık işte. Neyse ki senin annen baban evlenmen için zorlamamış seni ne güzel."

"Benim annem babam yok teyze," dedim iki üzümü daha ağzıma atarken. Teyze bir anda tüm yaşadıklarının önemsizleştiğini fark etmişti sanki. Bana bakıp bir avuç daha üzüm çıkardı.

"Vah yavrum. Al bu üzümlerin hepsini ye tamam mı? İyi yaptın sen her ne yaptıysan. Sakın üzme o güzel canını tamam mı?"

Teyze saçlarımı okşayıp üzümleri yemek için bana ısrar ederken boğazımdan geçmemeye başladı nedense. Nefret ediyorum şu huyumdan. Gözlerim dolmaya başlayacak kesin ve sonra da ağlayacağım.

"Hem benim annemle babam da çok genç vefat etti. Ama hayat devam etti. Evlenirsen çocukların olur ve onlar seni hiç yalnız bırakmaz. Üzülme tamam mı kızım? Bazı anne babalar çocuklarına bakmıyor bile. Olsa belki daha çok sıkıntı vereceklerdi."

Teyze beni teselli etmeye çalışırken neden annem babam olmadığı konusundaki soruları çoktan geçmiştim aslında. Ama insanlar kendilerinde olup da başkalarında olmayan şeylerden dolayı kendilerini suçlayabiliyorlardı. Bu da onlardan biriydi. Hoş ben onları suçlamıyordum ama bu tavırlarının beni rahatlattığını da inkar edemem. Otobüs hız kesmeden iş yerine giderken avcumdaki üzümleri yemeye devam ettim.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin