"Bir latte, bir kutu makaron ve bir şişe de su."
Servisi sunduğumda Pınar Hanım ile Haruki'nin aynı masada oturduğunu gördüm. Pınar Hanım sürekli bir şeyler anlatıyor ve o tuhaf kahkahalarını atıp duruyordu. Haruki ise nerdeyse iki saniyede bir bana bakıyor, göz göze geldiğimizde gülümsüyordu. Bense ona bir kere bile gülümsememiştim. Yapay zekâya gülümseyip ne yapacaktım da yani, gitsin o Pınar Hanımla konuşsun. Daha doğrusu bu şekilde eğer mümkünse yani başkalarına alışmasını diliyordum. Yine de kendimi iyi hissettiğim söylenemezdi. Kafemiz iki katlıydı. İkinci kat sadece bir balkon şeklindeydi ve birinci kattan orası görünüyordu. Üst katta sadece dört masa vardı ve merdivenlerden çıkarken bastığımız ahşap basamakları çok seviyordum. Bu kafede çalışmamın en büyük nedenlerinden biri para olsa da aslında mimarisini de çok beğeniyordum. Kendimi orta çağda bir yere gidip gelmiş gibi hissediyordum. Doğrusu insan kendini bir vakte ait hissetmeyince eksi ya da ileri bir tarih ona daha samimi geliyordu.
"Bir Türk kahvesi, bir sade poğaça, bir de elmalı soda. Afiyet olsun."
Bir diğer servisi yaptığımda yeniden tezgaha döndüm. Yeni liste ipte asılıydı. İpe asılan siparişleri okuyor ona göre servis yapıyordum. Liva da sipariş alıp bu listeleri ipe asmakla sorumluydu. Servislerden sonra giden müşterilerin masalarını silerken Pınar Hanımın yanına iki genç kızın daha oturduğunu gördüm. Oh ne güzel valla. Haruki Bey durumdan gayet memnun olsa gerek. Etrafında güzel kızlar, eh kendi de yakışıklı. Yapay zekâ da olsa sonuçta bir erkek. İyi güzel.
İki masa daha sildim, genç kızların sayısı arttı. Ne diyor da bu kızları etrafına topluyor böyle? Demir parçası değil mi işte bütün bela mıknatısları etrafına dolanıyor ne olacak? Ben onunla konuşurken sıkılıyorum. Yani sıkılmıyorum da ilgimi çekmiyor diyelim. Ama onlar sabahtan beri hiç susmadan konuşmaya devam ediyorlardı.
Tüm masalar silinince çöpleri aldım elime. Masa iyice kalabalıklaşmıştı. Baktım Liva da arada uğruyor artık oralı olmamaya karar verdim. İşlerimi bitince sıvışır giderdim. Haruki'nin bir robot olduğunu anlayınca da kendi elleriyle teslim ederlerdi herhalde. Böyle olması en doğrusu olurdu çünkü hem uluslararası bir kriz çıksın istemiyordum hem de vatan haini ilan edilmekten korkuyordum. Gidip kendim de ihbar edemediğime göre böylesi çok daha iyi olacaktı.
Umursamazca o tarafa bakmadan elimde çöplerle kafenin kapısından çıktım. Yolun ortasına gelmiştim ki çöp poşeti elimden alındı. Ne olduğunu anlamak için poşeti elimden alana baktığımda Haruki'yi gördüm. Her zamanki gülümsemesi yüzündeydi.
"Çöpler benim işim.""Saçmalama Haruki. Ben burada çalışıyorum ve para alıyorum. Tamam evde yaptın ama burası benim iş yerim. Verir misin şunları?"
"Hayır veremem. İş ya da ev fark etmez. Hazan'ın tüm çöplerini ben dökmem gerek."
"İnat etme de ver şu çöpleri," dedim bıkkınlıkla. "Git sen içeride otur, zaten seni merak etmişlerdir."
"İnat etmiyorum ve orada kalmaya senin için katlanıyorum. Çöpleri hemen döküp geliyorum."
Daha fazla itiraz etmedim. Doğrusu yorulmuştum. Hayatım zaten zordu bir de bir şeyler için itiraz etmek daha çok yoruyordu. Omuzlarımı umursamazca silkelediğimde ellerimi önlüğüme sildim. Bu sefer biraz sert çıkışacaktım artık.
"Bu benim işim Haruki. Çok istiyorsan kendine bir iş bul," dedim elindeki çöp poşetine uzanarak. Çöp poşetini geri aldığımda yürümeye devam ettim. Peşimden geliyordu.
"Sinirlendin mi sen? Bir şey mi yaptım?"
"Bir şey yapmak mı?"
Yüzümü buruşturduğumda dediği şeyi düşündüm. Niye sinirlendim ki ben? Yo sinirli falan değilim. Çöpleri atma işini kabul etmiyorum o kadar. Evet sinirli değilim.
"Sadece," dedim yüzümü buruşturarak. "Varlığın beni rahatsız ediyor. Yani ne bileyip diken üstündeyim anlıyor musun? Senin yüzünden uluslararası bir savaş çıkabilir ve inan bana Türkler ve Japon'lar karşı karşıya gelirse kıyamet kopabilir. Tamam belki bunlar biraz uçuk düşünceler ama haberlerde o kadar geçildi, bakanlar devreye girdi ve ben seni insanlara sadece komşum diye tanıttım. Yalan söyledim anlıyor musun? Hayatımda en nefret ettiğim şey yalandır. Gerçek ne kadar acı olursa olsun gerçeği tercih ederim. Ama senin yüzünden yaşam söylemek zorunda kaldım."
Güldü. Sesli güldüğü için yüzüne baktım. Hoşuna mı gitmişti?
"Ne o, beni dalgaya mı alıyorsun?" diye sordum çöp poşetini çöp kovasına atarken.
"Yok, hayır da beni gözünde büyütmen hoşuma gidiyor. İlgi beklediğim tek kişi sensin ve sen de beklediğim ilgiyi gösteriyorsun, ne güzel. Yalana gelince de yaşam değil. Komşun olacağım zaten. Ha bugün ha yarın ne fark eder. Beni evinde bir gün misafir ettin sadece."
Ellerimi belime koyduğumda sorgulayıcı bir tavır takınmıştım.
"Ayarlarında bir sıkıntı mı var bilmiyorum ama gösterdiğim şey ilgi değil, endişe. Seni seviyor falan değilim yani. Dahası yanımda istemiyorum. Bu iki cümle Japonca nasıl söyleniyor ki?"
"Türkçe anlayabiliyorum," dedi, gülücüğü yavaşça siliniyordu.
"İyi o halde. Kulağını iyi aç ve beni dinle. Gördüğün üzere seni beğenen ve seninle olmak isteyen birçok insan var. Git ve onlardan birinin koruması ol. Benim senin gibi birine ihtiyacım yok. Dahası yeterince belaya batmış durumdayım, fazladan bir bela inan bana bünyeme ağır gelir. Hayatta kalmak bile benim için zor. Param olmadığı için okula gidemiyorum. Çalıştığım yerde sevilmiyorum. Tek başıma yaşamak zor. Yani anlayacağın bu kadar yeter. Burada bu iş bitsin."
"Ben, senin için bir bela mıyım?" diye sordu. Ses tonundaki bu hüzün beni öyle çok huzursuz etmişti ki böyle söylediğime pişman olmuştum.
Yine de geri adım atamazdım. Eğer şimdi küser giderse gerçekten kurtulmuş olurdum. Ama biri bana bela dese içim acırdı. Sevilmediğimi ta da istenmediğimi bilsem bile biri doğrudan doğruya bela derse doğrusu ben kahrolurdum. Özür dilesem mi? Yapay zekâ bile olsa hisleri var. Düşünceleri var.İçimden geçirdiğim tüm bu düşüncelerden sonra başımı iki yana salladım. Hayır hayır, duygusala bağlayıp geri adım atmamalıyım. İnceldiği yerden kopsun. Eğer şimdi bırakmazsam bundan sonra bırakmak daha zor olur.
"Evet! Benim için bir belasın."
Cümlem hem onun hem benim zihnimde defalarca kez yankılandı sanki. Her defasında daha çok tahrip etti. Her defasında daha çok acıttı kalbimi. Gözlerindeki o yok oluşu milim milim izledim. Nasıl da üzülebiliyordu böyle? Yapay zekâ mıydı gerçekten? İnsan olsa böyle davranabilir miydim? Muhtemelen hayır. Çünkü insanoğlu tamahkardır. Onlar bir süre ilgi verir ve eğer geri alamazsa bırakır ve ters teper. Bunca ters konuşmamdan sonra şayet sıradan bir insan olsaydı muhakkak ben de onun tarafından terslenmiş olurdum. Ama o hâlâ daha bana şefkatle bakıyordu.
Gözlerine dolan yaşı da gözlerimle gördükten sonra iyice üzüldüğünü anladım. Uzatmaya gerek yoktu. Geri adım atmaya da. Hadi eyvallah.
Hızlı adımlarla kafeye geri dönerken o yanımda değildi. Beni takip etmemişti. Olduğu yerde kalmıştı büyük ihtimalle, ya da her neyse. Anla işte Haruki, ben sana bakamam.Geri dönerken gözümün önüne başka bir anı geldi. Bir keresinde yetimhaneden ayrıldıktan sonra bir eve çıkmıştım. Ev sahibi yetim olduğumu öğrenince bana daha fazla indirim yapmıştı. Çoğu zaman yemeklerinden de bana verirdi ve hatta ihtiyacım olup olmadığını da sorardı. Bu kadar iyilik gördükten sonra yetimhaneden ayrılmanın o kadar da kötü olmadığını düşünmüştüm. Çünkü içerideyken insan suyun içinde yüzen bir balık gibi oluyor ancak dışarı çıktığında ne yapacağını bilemiyor. Gözüm korkmuştu benim mesela ilk çıktığım günlerde. Lakin sonrasında bir gün kendime bir parfüm aldım. İtiraf etmem gerekirse ucuz ve pek de iyi kokmayan bir parfümdü. Bunu gören ev sahibim bana o gün "Tamam sana yardım ediyorum ama bu paraları çar çur et diye vermiyorum," demişti. Neden bilmiyorum ama o cümle hayatımda duyduğum bütün hakaretlerden daha çok ağır gelmişti. Sadece güzel kokmak istemiştim. Evet para benim değildi ama çar çur da etmek istememiştim. Zaten ondan sonra da çalışmaya başladım. Kendi paramı kazanıp okumaya başladım ki ileride yine bu duruma düşmeyeyim diye.
İşte şimdi de o hislerimin aynısı gelmişti. Neden bilmem ama Haruki'ye bu şekilde bir ithamda bulunmuşum gibi hissetmiştim. Gözlerim kızardı. Belki de nemlendi. Elimin tersi ile kuruladım ve hiçbir şey olmamış gibi yeniden kafeye girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPAY ZEKÂ
Science FictionJaponya'dan Amerika'ya gönderilmesi gereken bir kargo uçağı Türkiye'de düştü. İçinden sağ çıkan şey sadece o oldu. Haruki, Amerikalı iş adamı için özenle tasarlanan üstün zekalı bir robottur. Kargo uçağı Türkiye'de düşünce tüm planlar alt üst olur. ...