Haruki elinde saydam poşetle çıktığında bana gülümsedi. Ben de gülümseyerek karşılık verdim.
"Poşetler ücretli ama Rüstem amca hâlâ poşet dağıtıyor değil mi?" diye sordum.
"Yo, elli kuruş verdim," dedi.
"Ne? Ya saf mısın sen Haruki? Rüstem amca hep bedava veriyordu sen niye para verdin? Git ve hemen o elli kuruşu geri al çabuk!"
Omuzlarını silkelerken alt dudağını da hafif çıkarmıştı. Sinirle elindeki poşeti alırken kaşlarımı çattım.
"Allah bilir ne dedin? Rüstem amca poşetin parasını da verebilir miyim diye sormuşsundur kesin sen şimdi."
"Sormadım."
"Ya bir sus Haruki ya. Niye bu kadar safsın ki sen? Oğlum seni harcarlar he bak söylemedi deme. Poşet paralı olsa bile para verme. Hem paralıysa alma da zaten. İki tane ayran için poşet mi alınır. Bu poşet niye parlak yapıldı? Etraf plastikten kurtulsun diye? Sen ne yapıyorsun? Zaten içeceğimiz ayranlar için naylon topluyorsun. Ah beni öldüreceksin sen."
Ayranımdan bir yudum alıp yutarken elli kuruşun acısı içimi yakmaya devam ediyordu. Haruki'nin elindeki poşete göz ucumla baktım.
"Sakın kaybedeyim falan deme o poşeti. Yarın gelip iade edeceğim ve elli kuruşunu da alacağım. Eğer almazsa da yine de kaybetme. Uzun bir süre o poşeti kullanacağız. Hadi paralı dese de alsan neyse de bedava şeye niye para veriyorsun?"
"Hazan."
"Tam sen utanıyorsan ben yaparım."
"Hazan."
"İtiraz istemem Haruki. Elli kuruş, elli kuruştur. Hem sen bilmez misin damlaya damlaya çöl olur, misal Konya. Kuruşlar birikince de kumbara dolar. Şu an dediğim hiçbir şeyi anlamadığına kalıbımı basarım ama neyse."
"Hazan!"
"Ne var Haruki?"
Hızla önümü döndüğümde baş parmağı ile üst dudağımın üstünü sildi.
"Bıyıklı halinde seni ciddiye alamıyorum da, o yüzden şey ettim."
Şoka girmiş bir şekilde ona bakarken gülümsüyordu. Ayranını içmeye devam ederken yürümeye başladı. Ben hâlâ dudağımı sildiği yerde kalmıştım. Gözlerim sonuna kadar açık kaldığı için hafif acımaya başlamıştı. Ben bu çocukla ne yapacağım Allah'ım? Tıpkı matematik gibi, hep çalışmadığım yerden çıkıyor ve her zaman beni şaşırtmasını biliyor. Ayrıca anladığımı sanınca anlamadığım şekilde karşılık veriyor."Niye benden izin almadan siliyorsun? Belki ben istemiyorum."
Kendi kendime mırıldanırken onun peşinden gittim. Geldiğimiz yer evimizin olduğu tepeydi. Konya'nın bir bölümü ayaklarımızın altındaydı ve burası beni olanca duygusallığa itiyordu. Ayaklarımızı sarkıttığımız yerden düşmemek için yeşil demirlere tutunurken yarım kalan ayranlarımızı yanlarımıza koymuştuk.
Haruki benim bir şeyler söyleyeceğimi bildiği için sessizce bekliyordu. Bense hem konuşmak istiyor hem de istemiyordum. İçimi açmak için çok uzak biriydi aslında. Ama aynı zamanda da çok yakın hissettiriyordu. Benim gibiler pek konuşmaz bu yüzden. Birine içimi açmadan önce bin kere düşünürüm ve genelde de vazgeçerim. Reddedilmekten değil sadece bir kere yumuşak davrandıktan sonra eskisi gibi güçlü olamayacağımı düşündüğüm için.
Derin bir nefes aldım.
"Doğduğumda annem hayattaymış biliyor musun?"
Yüzünü çevirerek bana baktığını hissettim.
"Babamın kim olduğunu bilmiyorum. Daha doğrusu annem ile boşandıktan sonra annem hamile olduğunu anlamış. En azından bana söylenen şey bu. Doğruları bilmiyorum. Beş yaşında yetimhaneye bırakılışımın sebebi annemin bana bakamayacağını düşünmesiymiş. Ne ironi
değil mi? Gerçi trafik kazası da var. Birileri bana annemle babamın trafik kazasında öldüğünü de söyledi. Eski bir öğretmenimiz. Biraz karışık benim o durumlar. Ama sonuç olarak ikisi de yok artık."
Acınası bir şekilde güldüğümde Haruki hâlâ bana bakıyordu, hissediyordum.
"Aslında yetimhane kötü bir yer değil. Sadece biraz tuhaf. Yani insan oradan çıkınca Ne kadar tuhaf olduğunu daha iyi anlıyor. Hani okyanusta olan bir balık susuz kalınca anlar ya dışarıyı. Ben de öyle oldum. Ama balık sudan çıkınca ölüme yaklaşır. Bense ölümden kurtulduğumu hissettim."
Parmaklarımı birbirine geçirdim.
"Mesela, muzu öyle her istediğimizde yiyemezdik. Ancak zengin biri bağış yapacak da öyle gelecek yetimhaneye. Sonra bayramlar da yetimhanede geçerdi. Eğer bayram bağışı iyi olursa yeni kıyafetler alabilirdik. Yoksa eski kıyafetlerle geçirirdik bayramı. Genelde alınırdı ama bazen yeni diye eskiler gelirdi. Bir kere giyilmiş, iki kere giyilmiş ama sonuçta giyilmiş. Gerçi mevzu kıyafet de değildi. Sonuçta dışarıda imkanı olmayan aileler var ve onlar da çocuklarına kıyafet alamıyorlar ama ailem olsaydı da kıyafet alamasaydı sanırım daha mutlu olurdum."
Derin bir nefes aldım.
"En kötüsü de ne biliyor musun? Bazen, bazı aileler gelirdi böyle çocuklu bir şekilde. Maksatları çocuklarına yetimliğin ne demek olduğunu göstermekti. Maksatları kıymet bilmeleri ve bizlere bakarak hayatı boş yere harcamamalarıydı. Belki güzel bir eğitimdi ama bir şeyi unutuyorlardı. Çocuklarına söyledikleri o cümle. Bak eğer annen ve babanın kıymetini bilmezsen sen de onlar gibi olursun. Onlar gibi. Yani bizim gibi. Kendimi o zaman çok kötü hissederdim. O kadar kötü müyüz biz?"
Boğazım düğümlenince yutkundum.
"Hayatta tek başına olunca daha sert oluyorsun. Öyle herkesi sevemiyor, bağlanamıyorsun. Sahiplenemiyorsun yani. Şimdi de sen..."
Derin bir nefes alıp ona baktım. Hâlâ bana bakıyordu ve elmacık kemikleri gözyaşlarıyla ıslanmıştı.
"Haruki?"
Çenesi titredi.
"Bana sert davranmanın nedeni bir gün gideceğimden korkman değil mi? Beni kaybettiğinde yine bir boşluğa düşme korkusu değil mi?"
Benim de gözlerim doldu. Böyle bir şey söylememe rağmen tam da içimde gizlediğim hislerimi açıklamıştı. Nasıl beni böylesine iyi tanımıyordu? Beni nasıl böyle iyi anlamıştı?
"Bak, ben..."
Ne diyeceğimi bilmiyordum.
Elimi iki elinin içine aldı. Sıcacıktı. Yutkunarak eline baktım. Şefkatle tutulmayalı çok olmuştu.
"Artık kaybetmek istemiyorum Haruki. Artık birinin arkasından geceler boyu gözyaşı dökmek istemiyorum. Gelmeyeceğini bile bile yolunu gözlemek istemiyorum. Benim öyle dışarıdan sert göründüğüme bakma. Kalbim paramparça ve hangi biri nerede bilmiyorum. Soğuk değilim sadece üşüyorum. Ben...yapayalnızım."
İki elinin arasındaki elimi hafifçe sıktı.
"Ama..." dedim.
"Ama?" diye sordu.
"Ama beni gafil avlıyorsun."
"Hım?"
"Yani senden ne kadar uzak durursam durayım bir şekilde hayatımda yer ediniyorsun. Kovsam başka bir şekilde geliyorsun. Zorla hayatıma girdin," dedim, gülümsedi.
"Biraz zorbalık yapmış gibi oldum değil mi? Pat diye girdim hayatının içine. Hemen hikâyenin bir parçası olup çıktım."
Ses tonu olabildiğine şefkat doluydu. Bakışları yüzümü okşuyordu. Gözlerine daldım birkaç saniye. Ona böyle bakarken gülümsedi. O da benim gibi derin bir nefes aldı ve
"Sana sonsuz bir birliktelik sözü veremem Hazan," dedi. "Seni sonsuza koruyacağım diyemem. Ama seni de bırakamam."
Yüzüne bakmaya devam ettim.
"Sadece izin ver. Hayatını güzelleştirmeme. Seni emanet edecek birilerini bulmama ve bu mahzun gözlerin mutlulukla bakacağı o günlerin gelmesine izin ver. Elimden gelenin en iyisini yapacağım. Sonuna kadar gideceğim ve bu kadarcık bir süre de bile seni koruyacağım."
Yüreğim huzurla doldu taştı. O an gerçekten Haruki'ye sarılmak istedim. Ama yapamadım. Sanki bir adım atarsam ona daha çok bağlanacakmışım gibi hissediyordum. O yüzden sadece izledim. Beni etkisi altına alan güzel gözlerini sadece izledim."Anlaştık," dedim. Ellerimi geri çekip yeniden önüme döndüğümde o da önünü döndü. Ayranlarımızı içmeye devam ederken "Şurası neresiymiş," diye sordu ilerideki yeşillik alanı göstererek.
"Bugün ben oraya gittim galiba," dedim havuzlu parka bakarak. "Bayağı güzel. Bir dahakine beraber gidelim. Kocaman bir havuz var. Tabii burada deniz olmayınca biz de işte su bulduğumuz yere akıyoruz. Ama park iyiydi yani bayağı bakımlıydı."
"Olur gidelim. Hatta yiyecek bir şeyler de götürelim."
"Gerçekten mi?" Hevesle sorduğumda başıyla onayladı.
"Gerçekten. Akşamdan yiyeceklerimizi beraber hazırlarız. Hatta istersen Liva da gelsin."
"Evet evet. Oda gelsin çok eğlenceli olur."
"Peki ya Pınar Hanım?"
"Pınar Hanım mı?" Yüzümü buruşturunca gülümsedi.
"Şaka yaptım şaka. Sadece ikimiz gidelim."
"Yani Liva da olabilir aslında," dedim gülümseyerek. Birlikte piknik için konuşmaya devam ederken güneş de usul usul batıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPAY ZEKÂ
Science FictionJaponya'dan Amerika'ya gönderilmesi gereken bir kargo uçağı Türkiye'de düştü. İçinden sağ çıkan şey sadece o oldu. Haruki, Amerikalı iş adamı için özenle tasarlanan üstün zekalı bir robottur. Kargo uçağı Türkiye'de düşünce tüm planlar alt üst olur. ...