11🤖

12.3K 1K 48
                                    




Kahvaltı vakti bittiğinde masayı topladım ve hazırlanmak için odama geçtim. Haruki da salona geçti. Duş aldım ve temiz kıyafetler giydiğimde iş için hazırdım. Siyah bir sweat, siyah pantolon ve topuz yapılmış saçlarla iş kıyafetlerim bunlardı işte. Odamdan çıkıp koridorun sonuna geldiğimde Haruki de salondan çıkıp yanıma geldi.

Bu gün biraz daha normal geliyordu gözüme. Doğrusu algı çok tuhaf bir şeydi. Dün haberlerde robot olduğunu öğrendikten sonra gözümde hep dışı kaplamalı içi alüminyum folyolu bir şey canlanıyordu ama şimdi daha iyiydi. Yani en azından onu bir insan gibi görüyordu gözüm.

Trençkotumu giyip çantamı da taktığımda dışarı çıkacağımı anlamıştı.

"Bir yere mi gidiyorsun?" diye sorduğunda
"Hıhı," dedim ona bakmadan. Giyecek bir ayakkabı arıyordum kendime. Bu maaş ile televizyonun son taksidini ödeyip bir mont bir de ayakkabı almayı düşünüyordum. Yaklaşık üç senedir giydiğim ve rengi artık sarıya çalan bir spor ayakkabım vardı ki neredeyse her gün ayağımdaydı. Makineye atıp birkaç defa yıkasam da eski galine dönmüyordu. Bir kışlık botum bir de terliğim vardı. Yani yeni bir ayakkabı acil ihtiyaçtı.

"Nereye gidiyorsun peki?"

"İşe," dedim trençkotumun önünü  düzeltirken. Sütlü kahve trençimin önünü kapatmadan giydiğimde tamamen hazırdım.

"Ben de gelmeliyim o halde."

"Gelmeli misin? Yok canım, senin gelmene gerek yok. Sen dinlen...aaa şey yani oturabilirsin evde."

"Yok siz giderseniz tek başıma neden oturayım?"

"Eee madem ne yapalım?"

"Ben de geleyim sizinle."

Öyle hevesle bakıyordu ki, benim bıkkınlıkla gittiğim işin bir başkası tarafından heves duyulması tuhaf geliyordu.

"Tamam gel bakalım. Sen bilirsin yani ama sıkılırsın. Sonuçta sadece iş."

"Olsun, yine de gelmek isterim."

"Peki tamam nasıl istersen. Zaten seninle ilgili her şey kontrolüm dışında ilerliyor, canın nasıl istiyorsa öyle olsun."

Gülümserken peşimden gelip ayakkabılarını giydi. Önümde hazır beklerken o parlak gülümsemesi yüzünde olduğu gibi duruyordu. Benden uzun olması başımı hafif yukarı kaldırmama neden olsa da o benden gözlerini ayırmadığı için anlaşmamız kolay oluyordu.
Kapıyı kapatarak yürümeye başladım. Dar paça siyah kot pantolonumun üstüne biraz kalın giyinmiştim giymiştim. Dışarısı yansa da benim donma gibi bir özelliğim vardı ne yazık ki.

İki yerde farklı zamanlarda part-time olarak çalışıyordum ve sabahtan olanı yürüme mesafesinde olsa da akşam olanı bayağı uzaktı. Onun benimle o kadar yeri yürüyebilecek olması beni tedirgin etse de o halinden gayet memnun bir şekilde etrafı incelemeye başlamıştı bile.

Çiçek açmış kiraz ağaçlarından birine yaklaşıp derin bir nefes aldı.

"Çok güzel kokuyor, sen de koklasana Hazan."

Gülümsemiştim. Tebessümümün nedeni yaklaşık iki gündür kimsenin inanamayacağı şeyler yaşıyor olmamdı. Bir yapay zekâ kiraz çiçeklerini kokluyor ve bana çok güzel olduğunu söylüyordu. Yine de iyi kalpli bir yapay zekâ olduğu için onu kırmak istemiyordum.
Birkaç adım atıp yanına ulaştığımda ben de kokladım bir tutam çiçeği. Gerçekten güzel kokuyordu. İnsanın içini açan, gözlerini kapattığında hayal olarak cennetten bir parça göreceğini düşündüğü bir kokuydu. Bazen öyle olur bilirsiniz. Yeni doğan bebeğin kokusu mesela. Ya da annenizin. Ben hiç annemin kokusunu almadım ama bazen yetimhanede babası vefat ettiği için kalan ve hafta sonu annesi tarafından ziyaret edilen çocuklar oluyordu. Onları bir köşede seyrederdim. Buluşmalar genelde arka bahçede kamelyaların olduğu yerde yapılırdı. Masalı olan bu kamelyalar gelen misafirlerin getirdiği yiyeceklerle çevrelenirdi. Bizim yemekhanede yiyemediğimiz yiyecekler gelirdi genelde. Meyvelerden muz ya da nar, çilekli pasta, çoğu zaman sarma ve bir de börek. Anneleri tarafından tıka basa doyurulan çocuklar bir sonraki hafta için yurda dönerlerdi. Bazen merak ederdim annesi olduğu halde neden yetimhanede kalıyor diye. Sonuçta annesi var. Bazıları annesinin başka bir adamla evlendiğini ve onun kendisini istemediğini söylüyordu. Bazıları da annesinin kendisine bakacak kadar parası olduğunda geri alacağını söylüyordu. Gerçekten de bazı anneler geri alıyordu çocuklarını. İşte öyle buluşmalarda hep köşede oyun oynuyormuş gibi dururdum. Gizliden gizliye onları seyrederdim ve çok azı göz hakkı deyip getirdiklerinden bana da verirdi. Çoğusu varlığımı görmezden gelir, bazısı da gitmem için uyarırdı. Yüzsüz bir çocuk değildim ama insan kimsesi olmadığında çok da terbiyeli olmak istemiyor. Başı okşanmadığında iyi bir çocuk olmak pek bir şey ifade etmiyor. Sonunda ödül olmadığında verilen çaba da bomboş geliyor. Öyle buluşmalardan sonra masalarda yarı yenmiş meyveler bırakılırdı bazen ve gidip hiç çekinmeden yerdim. Çekinecek kimse yoktu çünkü herkes benim için herkesti.

Kiraz çiçeklerinden ta o eski anılara gitmiş olmak beni duraksatmıştı. Elimde bir tutam dalda duran çiçekle öylece kaldığımda Haruki de bana bakıyordu.

"Böylesi güzel bir koku, ancak sizin gibi nadide insanları anımsatır. Gözlerimi kapattığımda bir anda siz geliverdiniz zihnime."

Daldığım yerden ayrılıp ona döndüğümde belli belirsiz gülümsedim.

"Ciddi anlamda güzel kokuyor. Siz kokuları ayırt edebiliyor muydunuz?"
Bana bakarken bir çiçeği elinde tuttuğunu gördüm. Yavaşça getirip saçıma taktığında "Sadece ben," dedi.
"Ben bu zamana kadar üretilmiş en üstün yetenekli yapay zekâyım. Koku, tat, zekâ, kısacası insanoğlunun yaptığı ve benim yapamadığım neredeyse hiçbir şey yok. Sadece hararet yok o kadar."

"Hararet?" diye sordum saçımdaki çiçeğin yerini sağlamlaştırırken.

"Yani," dedi ellerini pantolonun ön ceplerine yerleştirerek.

"Yanarsam, donarsam ya da herhangi bir his. Bunlar yok."

"Hadi ya," dedim sesimi hüzünlü bir tona indirerek.
"Neden böyle oldun? Yani yapmışken onu da yapsalarmış keşke."

Bana gülümserken eğlendiği belli oluyordu.

"Evet o da olsaymış tam insan olurmuşum. Sonuçta bir insan öldüğünde bile bunları yapabilir."

"Nasıl yani?" Merak ve şaşkınlıkla ona bakarken yerdeki kiraz çiçeklerinin pembe yapraklarına basarak yürüyorduk.

"Bir insan öldüğünde hareket edemez artık. Çünkü kas sistemi devre dışı kalmıştır. Doğal olarak kasları idare eden beyin ve komut veren her şey kapanmıştır. Ama buna rağmen çalışan bir yer vardır."

"Neresi?"

"Burası," dedi elini kalp olan sol tarafa koyarak. "Kalp sayesinde ölüler harareti hissetmeye devam eder. Üstüne sıcak su dökerseniz yanar ve buz dolu bir yerde üşür. Tabii hareket edemediği için bundan haberiniz olmaz ama bir süre bu devam eder. Ta ki et ve kemik birbirinden ayrılıncaya kadar."

Başımı hüzünle önüme gelen eğdim.

"Ölümle ilgili olan şeyler seni korkuttu mu?"

"Yok da, bu dünyadan böyle zavallı bir şekilde gidecek olmak. Yani ne bileyim yalnız yaşadığım bunca vakitten sonra öldüğünde bile o acıları hissedecek olmak üzdü beni biraz."

"Oysaki ben de sizin gibi olmak isterdim. Yani yanmak ve üşümek. İnsana ait olan her bir hissi hissetmek isterdim. Ancak o zaman yaşadığını hissediyor çünkü insan."

"Bunca şeyden sonra keşke sen de bu kadar teknolojik olup hissedebilseydin."

Hafifçe gülümsedi.

"Teşekkür ederim ama bu neredeyse imkansız. Çünkü her ne kadar üstün zekâlı da olsam ben bir robotum. Üstelik bunun için bir kalp gerek ve ne yazık ki benim bir kalbim yok," dedi.

Bunu söylerken o da hüzünlüydü. Bir kalbi olsun ister gibiydi.
Alt dudağımı hafif yukarı kaldırmamın nedeni ona itiraz etme isteğimdi.

"Bir insanı insan yapan et ve kemik mi sanırsın? Asıl insan kalp ve niyettir."
Bana hayranlıkla bakarken üstüne ekledim.
"Ve kalp, asla elle tutulan bir şey olmadı."

Gözlerinde parlayarak büyüdüğümü hissettiğim o anlarda sağa sola baktım. "Bak," dedim. "Çevrene iyi bak. Tüm bu insanların kalbi var. Soğukta üşürler ve yaz aylarında yanarlar. Ama sorsan nefretle doludurlar. Kinle yoğururlar bakışlarını ve kapkaradır o çok sahip olmak istediğin kalpleri. Birbirinin kuyusunu kazıp, biri birazcık iyi olsa hemen onun ipini keserler. Bu mu yani? Gerçekten sahip olmak istediğin kalp bu mu?"

"Hayır ben..." Üstün zekâlı da olsa bir robotun verebileceği maksimum cevabı yok etmiştim. Eee ne demişler kalp farklıdır yürek farklı. Saray ahalisi farklıdır harabat içinde gezinen soylu farklı. Gül farklıdır ona koruyan olan diken farklı.

***

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin