28🤖

9.3K 871 69
                                    


Haruki'nin taşınma işleriydi, yemekti, bulaşıktı derken dün gece epey geç vakitte eve inmiştim. Liva ve Pınar Hanım gittikten sonra Haruki ile onları uğurlamış ve kendi evlerimize dağılmıştık. Doğrusu onun taşınması beni başta rahatsız etse de dün gece gerçekten de huzurlu bir şekilde uyumuştum. Artık onun yukarıda var olmasından mı kaynaklı yoksa Haruki'yi kabul ettiğim için mi bilmiyorum içim son derece rahattı. Sabah erkenden uyandığımda beni uyandıran şey tuhaf alarmımdı.

"Geç kaldın! Geç kaldın! Geri zekalı Hazan işe geç kaldın! İşe geç kalıyorsun bak demedi deme. Cadı Pınar azarlayacak haberin olsun! Kalk artık!"

Telefonumdan gelen sesler ile gözlerimi açtım. Böyle bir alarm kurmak kaç kişinin yapacağı işti bilmiyorum ama ben nadir bulunan bir deliydim işte. Doğrusu normla alarmlar artık etki etmiyordu. Ninni gibi geliyordu ve en rahatsız edicisinde bile uyumaya devam ediyordum. Ama böyle konuşan bir alarmı dinledikçe kendi içimde önce kime söylediğini düşünüyor sonra da kavga etmek için uyanıyordum. Sesin alarm olduğunu anlayana dek çoktan uyanmış oluyordum.

Yataktan fırlamam, pijamalarımı etrafa fırlatmam, üzerime bir tişört bir de pantolon geçirmem ve banyoya koşmam aynı dakikalar içinde gerçekleşti. Yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım, saçlarımı topladım sonra da çantamı alarak evden çıktım.

Evden çıkmış koşmak için adım atacaktım ki "İşe mi gidiyorsun?" diye sordu biri. Atacağım adımı durdurdum. Sesin geldiği yere baktım.

Haruki beyaz bir gömlek giymiş, siyah kumaş pantolonun da içine sıkıştırmıştı. Açık kahve saçları havaya dikilmiş bir de güneş gözlüğü takılmıştı. Arkasındaki arabaya yaslanarak bana bakıyordu.

"Şuna bak," dedim burnumu kıvırarak. Bir de kollarını göğsünde bağlamış falan, güya hava atıyor.
"Kendine ait olmayan arabayla hava atmak günah bilmiyor musun sen?" diye bağırdığımda gözlüğünü çıkararak gülümsedi. Şuna bak bir de tatlı gülümsemesi var, gıcık şey ne olacak. Ben böyle bir arabayı ancak rüyamda görürüm tabii. Sen bin bakalım çocuk robot.

"Günahın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Ama bunun günah olduğunu sanmıyorum."

O da bana seslendiğinde yüzümü buruşturdum.

"Ayrıca bana ait olmadığını nereden biliyorsun? Sen otobüslerde zorluk çekme diye aldım. Bana tahsis edilen araç bu işte. Bana yani dolaylı olarak sana."

Gözlerim sonuna kadar açılırken ağzım da aynı anda açıldı.

"Sa-sadece bir günlük kazancınla mı aldın o arabayı? Tahsis ne demek? Anlamıyorum. Senin mi değil mi?"

Alt dudağını az çıkarıp tatlıca omuzlarını silkeledi.

"Hadi işe geç kalmıyor muydun sen? Seni bekliyorum ben de. Gidelim."

Evet işe geç kalmıştım ve otobüse binsem bile geç kalacaktım. Üstelik Haruki bu şekilde beni beklerken onu reddetmek saçma olurdu.

Ona doğru yürürken gülümsedi.

Peh şuna bak. Bir de gülümsüyor, bir de kapımı açıyor, bir de tatlıca göz kırpıyor! Tüm gıcık hareketler bu Çocuk robotta toplanmış yemin ediyorum. O gece onu orada bırakmalıydım, asla yanıma almamalıydım.

Arabaya doğru yürürken "Bak sadece işe geç kaldığım için tamam mı?" diye sordum.
"Yoksa senin yeni arabanı test etmek gibi bir amacım yok."

Başını tasdik için sallarken gözlerini kapatıp çocuk gibi davranıyordu.

"Şoförlüğünü de merak etmiyorum."

Baş sallayışı devam etti.

"Seninle vakit geçirmek gram umurumda değil!"

Baş sallayışı devam ederken arabaya bindim. Tam kapağı kapatıyordu başımı uzattım.

"Sakın saçma sapan düşüncelere girme seni en baştan uyarıyorum tamam mı?"

Başını sallarken kapıyı yavaşça kapattı ve gülümseyerek arabanın önünden yürüyüp kendi yerine bindi. Kemerlerimizi taktığımızda hareket etmiştik. Doğrusu arabanın içi de en az dışı kadar lükstü. Hem rahat hem temizdi. Gözlerimle incelemek yetmedi bir de arkamı dönüp inceledim. Böylesi bir arabaya ne kadar para vermişti acaba?

"Nasıl beğendin mi?"

"Eh güzel işte araba ne olacak."

Gülümseyerek aracı kullanmaya devam etti.

"Bugün ikinci işine de gidecek misin?"

"Tabii ki. Dün senin için izin aldım ama her gün gidiyorum normalde. Malum biz öyle bir günlük kazancımızla araba falan alamıyoruz."

Daha çok gülümserken biraz camı indirdim. İçeri dolan rüzgâr baharın çiçek kokusunu taşırken gözlerimi kapattım ve bu güzel kokunun beni ele geçirmesine izin verdim.

Küçük bir çocukken hep televizyonda gördüğüm ailece gidilen gezilere özenmişimdir. Anne baba ve çocuklar arabayla doluşur, piknik eşyaları ile de bagajı doldururlar ve hep birlikte keyifli bir gün geçirirler. Ne güzel bir anı ne güzel bir hediye. Lakin benim için tüm bu düşler sadece hayal ve televizyonda izlediklerimden ibaret kaldı. Önce anne ve baba yoktu. Sonrasında bir kardeşim ve tabii ki ailem. Yetimhanede de birkaç defa pikniğe gittik yalan değil. Eğlenceli vakit de geçirdik hatta ama benim bahsettiğim şey başka bir şey. O sıcaklık bambaşka bir olay. Ötelenmeyeceğinden emin olmak. Her vakit onaylandığın ve asla mücadele etmek için çırpınmadığın bir ortam. Sıcaklık hissi sadece ateş ya da güneşte yoktur. Vücut ısınmasa da bir insanın gülüşü de ısıtır insanı. Ve ısınan aslen ruhudur insanın. O yüzden hep düşünürüm. Vücut soğuyunca ısınması bir şekilde mümkündür ancak üşüyen bir ruh öyle kolay kolay ısınmaz. İnsanlar bana kısalabilir ve beni yadırgayabilir. Sürekli memnuniyetsiz ve kifayetsiz olmam onlara saçma gelebilir ama üşüyen bir ruha sahipken nasıl herkes gibi davranabilirim ki? Buz tutan bu pespaye ruhumu nasıl yeniden hayata bağlayabilirim ki?

Bir anlığına da olsa daldığım düşüncelerden uyanıp gözlerimi açtım. Esen rüzgârı daha çok hissetmek için elimi camdan dışarı çıkarıp rüzgâra verdim. İçeri giren hava saçlarımı havalandırsa da bu önemli değildi. Zaten iş yerinde başıma başlık takacaktım. Dağılan saçlarımı da o zaman bir kere daha toplayabilirdim.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin