Ertesi gün işe gittiğimizde pek iyi değildim. Bugün fazladan yorgun hissediyordum kendimi. Tezgâhta beklerken ve siparişleri sunarken olabildiğine halsizlik içindeydim.
"Sen de mi yorgunsun?"
Yanımda yere çökmemek için zor duran Liva'ya baktım.
"Evet. Niye böyle olduk biz ya?"
"Bilmiyorum. Gün geçtikçe daha da yaşlı hissediyorum kendimi. Sanki uzun ömürlüymüşüm de bedenimin içindeki kemikler sızım sızım sızlıyormuş gibi. Ya da arada çıtır çıtır kırılıyormuş gibi."
Liva bana ters ters baktı.
"Ne kadar yaşadın ki kemiklerin kırılıyor? Yüz yaşında falan mısın?"
Gülümserken onun sorduğu soru ile düşündüm. Ne kadar yaşlı olunca kemikler kırılır ki? Daha önce hiç yüz yaşında olan biri ile konuşmamıştım ki.
"Ah, biz ne zaman normal bir hayata kavuşacağız," dedi Liva kafeye giren çifte bakarak.
Ben de mutlulukla birbirine bakan çifte baktım ve hüzünle bakışlarımı yere indirdim.
"Daha okulumuz bile bitmedi."
"Okul bitince iyi bir meslek ya da statülü bir iş bulacağımızı düşünüyor musun? Şimdi nitelik demek, sağlam bir aile, iyi derecede yabancı dil ve daha birçok şey demek. Onlara ne diyeceğiz uzman alanımızı sorduklarında? Kahve? Kuru temizleme?"
İçim kararmıştı Liva'yı dinlerken.
"Bizi evlendirecek bir ailemiz bile yok. Düğünümüze kim gelecek mesela?"
"Ben varım ya."
"Koca salonu tek başına mı doldurmayı planlıyorsun?" diye sordu gözlerini devirerek.
"Evet," dedim duruşumu düzelterek.
"kollarımı böyle açarım."
Kollarımı sonuna kadar açtığımda bana güldü.
"Kes şunu."
"Bak böyle bayağı bir yer kaplarım salonda. Buraya bile sığamıyorum, sen düşün yani."
Gülümsemesi devam ederken Haruki'nin masasından kalkarak dışarıdaki Pınar hanımın yanına gittiğini gördüm. Asılması gereken bir tabelayı asmak için çıkmıştı sanırım.
Onun yokluğu ile gözüm masasına ve hemen sonrasında laptopuna takıldı. Kafede reklam yüzüydü. Pınar hanımdan ayrıcalıklı olduğu için fazla da kazansa laptopla ne gibi bir iş yapıyordu ki? Üstelik her oturuşunda ciddi ciddi uğraşıyordu.
Bir kere baksam ne olur ki?
Bakmam gerek bence. Sonuçta benim robotum.
Elimi önündeki havluya silerek tezgâhtan çıktım. Liva siparişleri alırken ben laptopa doğru yürümeye devam ediyordum.
Herkesin kendi işi ile ilgilendiği o dakikalarda oturdum masa başına.
Sayfa indirilmişti ve arama motoru kapatılmıştı ama arama geçmişine bakmak o kadar da zor değildi.
En son girilen yeri tıkladım. Birçok cümle çıktı önüme.
~Yine hangi pisliğe karıştın abi?~
~Uygun değil bu davranışların. Hele ki sen bu haldeyken. Bulgar polisi senin Türkiye'ye giriş yaptığını öğrenmiş bu arada. Korkarım ama bir ay dolmadan Türkiye'den ayrılman gerekebilir.~
~Söz mü? Hırsızların söz verdiği nerede görülmüş? Hele ki senin gibi dalavere, dolap, oyun ve yalanda muhteşem olan biri için.~
Şaşkınlıkla okudum tüm cümleleri. Diğer sekmeye tıkladım.
~Ses ayarlarını değiştir. Yeni ses oluştur. Telefonuna kaydet.~
Haruki ne karıştırıyorsun böyle sen? Yeni bir sekmeye tıklayacaktım ki laptopa USB ile bağlı olan telefonuna bir bildirim geldi.
~Yeni ses cümleleri kaydedilmiştir.~
Hiçbir şey anlamamış olarak masadan kalktığımda, sekmeleri kapattığından emin olmuştum. Ne cümleleri ne ses kaydı ne oluyor? Haruki benden habersiz ne yapıyor böyle? Doruk da kim? Hırsız kim?
Tezgâha geçtiğimde düşüncelere daldım.
Ses kaydediyor telefonuna.
Cümleleri kendi yazıyor, başkası seslendiriyor ve telefonuna kaydediyor.
Neden?
Derin bir nefes alıp düşünmeye devam ederken Liva koluma dokundu.
"Hazan bak, yine geldi."
Liva'nın gösterdiği yere baktığımda dünkü genç adam olduğunu gördüm. Asilce bir sandalye çekip oturdu. Sonra da laptopunu açarak bir şeyler yazmaya başladı.
"Sen dur, bu sefer siparişi ben alacağım."
Liva'yı durdurarak genç adamın masasına doğru yürüdüm.
"Hoş geldiniz."
Bana bakmak için başını kaldırdı ama gözleri direkt Liva'ya kaydı.
"Ben, bir su alabilir miyim?"
Yeniden bana baktığında sadece su istemesine şaşırmıştım. Siparişi alarak tezgâha doğru yürümeye devam ettim. Liva başını yerden kaldırmamaya çalışıyordu.
"Ne dedi?"
Ağzının içinde bunu söylediğinde "Su istedi," dedim.
"Sadece su mu?"
Sorusunu yenilediğinde ben de başımla tasdikledim.
"Suyu sen götür bakalım başka bir şey isteyecek mi?"
Liva suyu tepsiye koyup masaya doğru gitti. Genç adam ilk önce başını kaldırmadan teşekkür etti. Sonra da muhtemelen gelen kişinin Liva olduğunu anlayınca gülümsedi ve bir şeyler daha söyledi.
Onları izlerken Haruki ve Pınar Hanım da içeri girdiler. Dikkatim bir anda Haruki'ye yoğunlaştı.
İçeri girer girmez gözleri direkt beni bulmuştu. Benim de ona baktığımı görünce tatlıca gülümsedi. Ben de gülümsedim ama elimdeki kuruladığım bardağı fazladan sıkarak. Benden habersiz iş çevirirsin he? Bana planlarından bahsetmezsin he?
Yerine oturup laptopa yoğunlaştığında telefonuna baktı. Sonra ciddiyetle bir şeyler yapmaya devam etti.
Liva kırmızıya dönen yanakları ile tezgâha geldiğinde "Ne dedi?" diye sordum.
"Yeni bir tarifin var mı diye sordu."
"Ciddi misin?"
"Evet."
Heyecandan sıcak basıyordu dostumu.
"Bir şey diyeyim mi? Bence bu genç bir yatırımcı. Senin olmayan yeteneğini keşfetti ve sürekli isteyip duruyor. Ve ayrıca midesi de sağlam olmalı. O karışımı içip de hayatta kalmasının başka açıklaması olamaz zira."
Liva onunla dalga geçtiğimi anlayınca yüzünü buruşturdu ve yeni iğrenç tarifini denemek için arka tarafa geçti.
Ona gülerek önüme döndüğümde gözüm bir kere daha Haruki'ye kaymıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPAY ZEKÂ
Science FictionJaponya'dan Amerika'ya gönderilmesi gereken bir kargo uçağı Türkiye'de düştü. İçinden sağ çıkan şey sadece o oldu. Haruki, Amerikalı iş adamı için özenle tasarlanan üstün zekalı bir robottur. Kargo uçağı Türkiye'de düşünce tüm planlar alt üst olur. ...