31🤖

8.5K 868 125
                                    



"Beyefendi Hazan hanımın belini tutar mısınız?"

Belim mi?

"Bir saniye neden benim belim? Şey yani, belden tutmaya ne gerek var fotoğraf bey amca. Şöyle kollarımızı uzatalım öne doğru daha güzel olur."

"Nerden tutmasını istersiniz Hazan Hanım?"

Fotoğrafçı bana pek de normal olmayan bir şekilde bakarken yutkundum.
O anda Haruki çoktan belimden tutup kendine yaklaştırmıştı bile. Kameraya bakarken fısıldadı.

"Neden bu kadar tedirginsin? Benim robot olduğumu unutmuş gibi görünüyorsun."

Ses tonundaki eğlence canımı sıkmıştı. Tabii onun için söylemesi kolay. Ben insanlara bile bu kadar yaklaşmam ki.

"Robot olduğunu falan unutmuyorum. Sadece..."

"Sadece ne?"

"Biraz daha yaklaşın lütfen."

Terlemeye başladım. Belimde olan elinden kurtulabilirsem o kadar da şey olmayacaktı aslında. Yeniden yüz yüze geldik. Gözlerimiz buluştu bir kere daha.

"Yüzün kızarmış," diye fısıldadı.

"Olabilir. İ-insanların yü-yüzü kızarır. Sen insan olmadığın için anlayamazsın. Biz kızarırız, bozarırız, hatta morarırız. Sarı da oluyoruz bil istedim."

Dudakları eğlence ile kıvrıldı ve yüzünü daha çok yaklaştırdı.

"Ben de kızarabilirim."

Gözlerim şaşı olacaktı neredeyse. Yaklaşma artık ya.

"Madalya falan mı istiyorsun? Kızar, morar, sarar bana ne?"

Konuşurken nefesi yüzüme çarpıyordu.

"Nabzın çok hızlı atıyor neden? Heyecanlı mısın?"

"Seni ilgilendirmez."

Alınlarımız birleşti.

"Yoksa benden etkileniyor musun?"

Bence ben bu Haruki denen çocuk robota çok yüz verdim. Sorduğu sorulara bak. İşte ne demişler buz tutmuş kalbinizi eritirseniz bir hafta içinde kullanmanız gerekir yoksa kokar. Tamam belki böyle bir şey olmayabilir ama ne zaman yumuşasam hep böyle pişman oluyorum. Haruki bana böyle çok yaklaşınca o anda olan oldu. Alnımı tüm gücümle alnına çarptığımda acı ile inledi.

"Bu kadara da gerek var mı canım? Birbirimizin irisine kadar gördük neredeyse. Abarttın sanki ha ne dersin?"

Tüm kafedekiler şaşkınlıkla bize bakarken Haruki acı ile alnını tutuyordu. Pınar hanım önde olmak üzere bir ordu kız Haruki için acil sağlık işlemlerine koşarken ben de kafeden çıkmıştım.

Her şeyi mahvettim işte.

Alacağım parayı da havaya savurdum.

Ne gerek vardı ki o kadar agresifliğe?

Çocuk robotun da canını yaktım.

İyi ama neden? Neden beni bu kadar sinir ediyor? O sadece bir robot. Bana yakınlaşması falan beni etkilememeli. Daha önce kimse bu kadar yaklaşmadığı için mi hassas oluyorum yoksa Haruki'ye karşı mı bir hassaslığım var?

Sinirliydim, hem de çok. Sanki saklambaç oynamak için tüm çocuklar toplanmış da beni çağırmamışlar gibi. Sanki pikniğe gidilecek ama sabah hasta olduğum için beni geride bırakmışlar gibi. Sinirliyim işte bayağı bayağı sinirliyim. Kafenin çok ilerisindeki yola doğru yürüdüm. Tamamen uzaklaşmak için otobüse bile bindim. Nereye gittiğimi bilemeden epey uzaklaştım. Bu duygu karmaşası da neydi bilmiyorum ama çok sinirliyim.

Otobüsten inip daha önce hiç gelmediğim bir parkın yakınlarında indim. Hayatım ile gitmek ve eve dönmek arasında geçerken böyle parkları hiç görmüyordum. Buraya da daha önce gelmemiştim. Genişçe havuzu vardı ve etrafı da çimlerle döşenmişti. Çocuklar sevinçle oynarken anneleri de onların peşlerinden koşturuyordu. Aralarında eğreti duran bir ben vardım.

Konya'da deniz nerede? Yapay havuzun kenarında gezinirken, ellerim siyah dar paça pantolonumun ön ceplerindeydi. Zaten çekik olan gözlerim Konya güneşi ile iyice yok oldular. Bir an için kendimi deniz kenarında hissetmek istedim ve elime aldığım minik bir taşı sektirerek havuza attım. İlk attığım bir kere sekip suya battı. İkinci attığım iki kere sekip yine suya battı. Üçüncü attığım taş ise bir çekirgeydi sanki. Taş üç kere sekti, dördüncü de sekti ve havuzdan dışarı çıkıp havuz kenarında etli ekmek yiyen bir amcanın ayranının içine düştü.

Hay Allah böyle işin!

Amca ayranı ağzına götürmeye teşebbüs edince bağırdım.

"Dur! Dur amca!"

Havuzun öte ucundan koşmaya başladığımda ayranı kaldırmaya devam ediyordu. Attığım adımları daha da hızlandırdım, daha büyük attım derken adeta uçuyordum. Olur da benim yüzümden bir de taşlı ayran içen biri görürsem daha da kaldıramam. Bu kadar felaketi kaldıracak gücüm yok gerçekten. Tüm gücümle koşmaya devam ediyordum ki nihayet beni gördü ve durdu.

"İçme amca içme. Taşlı. Yani taş düştü."

Önüne geldiğimde nefes nefese kalmıştım.

"Anlamadım kızım ne oldu?"

"Ayran," dedim derin bir nefes alarak. "Ayranının içine. Taş. Ah! Öleceğim. Taş düşürdüm ayranın içine."

"Gördüm kızım?"

"Ne?"

Hızla inip kalkan göğüs kafesim nefes almama engel oluyordu.

"E ama içmeye devam edecektin sanki. Yani ben bağırmasam içecektin gibiydi. Öyle değil miydi?"

"Öyleydi evladım. Ne gelirse Mevla'dan kızım. O taşı sen attın gibi görünse de seni vesile kılan başka. Ayran çok soğuk. Taşı yutmamak için yavaş yavaş içeceğim. Böylelikle hasta olmayacağım. Görüyor musun hikmeti?"

Yutkunurken amcanın sözlerini algılamaya çalıştım. Boğazım kurumuştu ve böbreğim patlayacak gibi ağrıyordu. Yaşlanmıştım. Bu kadar ani koşuş beni sarsmıştı.

"Gel yanıma, sen de biraz ye."

İtiraz etmeme fırsat vermeden elime bir parça etli ekmek tutuşturmuştu bile.

"Sen yeseydin amca. Ben tokum aslında."

"Olsun olsun gel de ye. İkram geri çevrilmez hem. Bak çimler rahat, hava güneşli ve su sesi de insana huzur veriyor."

Her şeye de itiraz etmek olmaz ki. Derince bir nefes alıp yanına oturdum. Fazla beklemeden etli ekmekten bir parça ısırıp bağdaş kurdum. Çok efkarlıydım çok!

"Bir robot gelse mesela," diye sordum. "o da mı Mevla'dan?"

"Her şey!"

Ağzımdaki lokmayı çiğnerken ona baktım.

"Niye robot peki? Benim robota mı ihtiyacım var? Para gelse daha iyi olurdu. Hem para lazım hem de bence buradaki her insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey paradır. Para varsa mutlusun. Para yoksa bir hiçsin."

"Bunu sen bilemezsin. Bunu en iyi Allah bilir. Ayrıca herkesin ihtiyacının para olduğunu nereden çıkardın ki? Bak şuradaki çocuğa," dedi kumda oynayan çocuğu göstererek. Çocuk hem kumla oynuyor hem de arada bankta oturan annesine bakıyordu. "Sen o çocuğa istersen dünya kadar para ver yine de annesinin yerini tutmaz. Para onu bir anne gülüşü kadar mutlu etmez."

"İyi de o bir çocuk," dedim etli ekmekten bir ısırık daha alarak.

"Peki tamam şu adama bak," dedi ilerideki bankta oturan yaşlı adamı göstererek. Elindeki mısır tanelerini güvercinlere atıyordu. "Ona da bir kamyon dolusu para versen yine mutlu olmaz. Ama güvercinler için biraz mısır versen havalara uçar."

"O da çok yaşlı," dedim ağzımdakini çiğnemeye devam ederken.

"Peki ya şu genç," dedi salıncakta ağlayan genci işaret ederek. "Biraz önce eşinden ayrıldı. Karısı eline yüzüğü tutuşturup gitti. Ona bir kamyon dolusu para versen mutlu edemezsin ama karısı ile arasını düzeltsen çok mutlu olurdu."

"Bilemiyorum ben biraz tuhafım galiba. Bana bir kamyon dolusu para verseler mutlu olurdum herhalde."

"İnan bana bir robot seni o kamyon paradan daha çok mutlu edecek."

"Ama amca gerçek bir robot ya. Ne yapayım ben onu? Yani tamam iyi hoş da robot süpürge bile değil. Nasıl başa çıkacağım?"

Ayranından hafif bir yudum alıp bana baktı.

"Sen ona bir şey yapamıyorsan, onun sana yapmasına izin ver o halde."

"Ne yapmasına?"

"İyilik, dostluk, arkadaşlık, derttaşlık...neye ihtiyacın varsa..."

Amcaya göz ucumla baktım. Yok olursa falan nurani bir varlık olduğunu düşünecektim. Ama baktım etli ekmekleri lüpletmeye devam ediyor. Demek ki normal biri. Gören de beni sürekli nurani varlıklarla iletişimde olduğumu sanır. Daha fazla bu işle kafa patlatmayı bir kenara bıraktım ve bir etki ekmek daha rica ettim. Amca da sağolsun hiç geri çekmeden sanki torunuymuşum gibi yememe izin veriyordu. Birlikte tüm etli ekmeği yediğimizde bu saatte ben de kahvaltı yaptığım halde neden aç olduğumu düşündüm. İnsan demek ki fark etmeden de acıkabiliyordu.

Tüm bu fasıldan sonra amca ile vedalaştım ve havuz etrafında dönerken annenin çocuğunu kucağına alıp götürdüğünü gördüm. Çocuk gerçekten de çok mutluydu. Bir küçük kızın o yaşlı amcaya bir bardak dolusu mısır hediye ettiğini gödüm. Yaşlı amca da çok mutluydu. Ve ağlayan gencin telefonunun çaldığını gördüm, galiba karısıydı ve barışacaklardı. Onun da dünyalar kadar mutlu olduğunu gördüm. İç çekerek havuz kenarında turumun altıncısını tamamladığımda bir tane daha dönersem umre sevabı alır mıyım diye aklımdan geçirdim. Bu kadar nasihat kafiydi. Anlamıştım. Haruki benim için gönderilmişti. Etiyle, kemiğiyle, vidasıyla, yağıyla benim için gönderilmişti.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin