"Neden?" diye sordu bardağını masaya koyarak.
"Çünkü ben sana bakamam. Ayrıca seni gizlemem suç işlemem anlamına gelir. Ve üstelik gördüğün gibi kendimi zor geçindiriyorum. Tamam yemek yemesen ve su ya da yağ her neyse içmesen de evde birinin daha varlığı yani bilirsin içim rahat etmez."
"Bana bakmak zorunda değilsin ki, ben kendime bakarım. Ayrıca beni gizleyen sen değilsin, ben kendim gitmek istemiyorum. Kendimi sana programladığım için artık bunun dışına çıkamam. Yetkililer geldiğinde ya da seni bulduğunda araya ben de gireceğim merak etme. Konuşabiliyorum ve kendimi güzelce ifade edebiliyorum sen de biliyorsun."
"Bak," dedim önümdeki peyniri çatalımla karıştırarak.
"Japon'lar zeki insanlardır. Yani ülkene geri dönersen seni baştan tasarlarlar. Yardım etmen gereken insana göre programlarlar. Buna inanıyorum. Çöp olacağım diye üzülme. Ayrıca sen beni savunsan bile yine de olmaz. Bak ben bekar bir kızım. Yani bizim geleneklerimizde bir erkekle aynı evde kalmak doğru olmaz. Kalan olabilir bu beni ilgilendirmez ama ben bu mahallede saygın biriyim. Bu konuda laf işitmek istemiyorum."
"Bir ay," dedi hüzünlü bir ses tonu ile.
"Tasarlandığım kişinin bir aylık bir tedavi süreci vardı. Ben de sadece bir aylık olarak tasarlandım. Bir ay sonra tüm sistemim kapanacak. Sadece bir aylık beni idare edemez misin? Kendimi sana programlamışken eğer başarıya ulaşamazsam, kendimi asla affetmem."
"Hey!" diye şaşkınlıkla gülümsedim.
"Japonların başarısızlık anında intihar ettiklerini ya da harakiri yaptıklarını biliyorum ama bunu siz yapay zekalara da mı aşılamışlar? Vay canına gerçekten de kendilerine hiç acımıyorlar. Dünya üzerinde hiç mi şaşmazlar yani? Bizde bir söz vardır. İnsan şaşar da beşer de. Her zaman başarılı olmak zorunda değiliz Haruki. Bazen insanlar da başarısız olabiliyor. Hem sen bir kaza geçirdin, yoksa aldığın görevi en iyi şekilde yapacağına olan inancım tamdı benim. Benim gibi biri için bile kendini bu kadar iyi ayarlamışken bir milyonere haydi haydi ayarlarsın. Benim sana puanım on üzerinden bir milyon. O yüzden kendini hiç suçlu hissetme.""Hayır hayır," dedi başını sağa sola sallayarak.
"Bunu senin için istiyorum. Senin bana ihtiyacın olduğunu bildiğim için istiyorum."Bunu söylediğinde elimdeki çatal düşercesine masaya indi. Birine ihtiyacı olma konusundaki hislerimi çok eskide bırakmıştım. Çünkü ne zaman birine ihtiyaç duysam oralarda kimse yoktu. Yapayalnız bir geçmiş ve yapayalnız bir çocukluktan sonra şimdi şu ihtiyaç mevzusu beni afallatmıştı.
"Benim sana ihtiyacım yok ki," dedim hızla. Yutkunmuştum ve gözlerim nemlenmişti.
"Var ve bu zaman zarfında ne kadar ihtiyacın olduğunu da anlayacaksın. Çünkü bu bir kader," dedi.
Ona alayla bakarken bir yudum çay almıştım ve az kala ağzımdaki çayı püskürüyordum.
"Hey, kader kaza İslam'da var. Siz de inanıyor musunuz bunlara?" diye sordum.
"Neden olmasın," dedi gülümseyerek.
"Tesadüf yerine kaderi tercih ederim. Böylesi daha güvenli ve daha zekice."
O böyle konuşurken cümlelerinin çok anlamlı olduğunun farkına vardım. Anlamlı şeyler söylüyor, boş konuşmuyordu. Çok zeki olduğundan mı yoksa başka bir şeyden mi kaynaklı anlamamıştım ama bence onun da bir kalbi vardı. Hem de tertemiz bir gümüş kalp."Bu yine de aynı evde kalamayacağımız gerçeğini değiştirmiyor ama ihbar etme konusunda düşünebilirim belki."
Daha çok gülümsedi ve kalan çayı bir yudumda içti.
"Bir tane daha ister misin?"
"Evet lütfen."
Bardağını bana uzattığında henüz sıcaklığını kaybetmemiş çaydanlıktan bir bardak çay daha doldurdum. Bu gidişle beni geçecekti. Hoş ben de çok çay içmiyordum ama kahvaltıdan kahvaltıya üç dört bardak içerdim.
"E anlat bakalım seni tasaralayan profesörler ya da mühendisler mi demeliyim kim onlar?"
"Onlar ülkenin dışlanmışları."
"Nasıl yani?" Şaşkınlıkla ona baktığımda çayını içiyordu.
"Sistemimdeki bilgilerde birçoğunun işinden kovulduğu ya da Japon kültürü içinde barınmadıkları yazıyor. Kendileri neden böylesine bir bilgiyi bana da işlediler bilmiyorum ama benden önce iki tane Güney Kore'ye, bir tane Vietnam'a, dört tane Suudi Arabistan'a ve bir tane de İran'a robot göndermişler."
"Vay be. Yani sen ilk değilsin ve muhtemelen son da olmayacaksın. Ama şu dışlanma konusu kafamı karıştırdı. Neden dışlanmışlar? Ve dışlanmalarına rağmen nasıl bu işler ile ilgilenebiliyorlar?"
"Onlar aslında yetkililerin çocukları olmadığı için ve zengin olmadıkları için dışlanmışlar. Bendeki bilgiler bu kadar. Evet robotlar çok fazla. Bir keresinde yani ilk çalıştırıldığımda bana tüm sistem gezdirilmişti. Bir sürü robot vardı. Demirden yataklar üstünde sıralanmışlardı ve hepsinin yüzü farklıydı. Yalnız kimisi yeni yapım aşamasında olduğu için kolu ya da bacağı yoktu. Elbette tamamlanan da vardı."
"Vay be. Arkadaşın var mıydı peki?"
Gülümseyerek başını iki yana salladı.
"Hayır hayır, biz robotlarda sadece programlandığımız insana özgü vie yakınlık söz konusu olur. Kendi aramızda bir yakınlık kurarsak bu tehlikeli olabilir."
Başımla onaylarken çayımı içmeye devam ediyordum.
"Türkiye'de robotlar yok sanırım."
"A olmaz mı? Bak şu elektrikli süpürge bir robot. Buz dolabı bir robot. Çalışan her makine bir robottur. Senin gibi yakışıklı olmadıkları için onları dışlayacak mıyız yoksa?"
Daha fazla gülümseyerek patatesten bir çatal aldı. Onun yiyicini seyrederken içim bir garip oluyordu. Doğruyu söylemek gerekirse çay içmek bir nebze de yemek falan yiyip özellikle çiğneme yapınca onun robot olduğuna inanamıyordum. Haberleri görmesem asla inanmazdım. Teknoloji o kadar gelişmişti ki insanı korkutacak düzeydeydi.
Ağzındaki patatesleri güzelce çiğnedi ve sonra da bir güzel yuttu. Devamında nereye gittiler ve akabinde başlarına ne gelecek hiçbir fikrim yoktu ama bu konuda düşünmekten de vazgeçmiştim. Haruki bana gülümseyerek baktı ve ben de ona gülümseyerek çayımın kalanını içtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPAY ZEKÂ
Science FictionJaponya'dan Amerika'ya gönderilmesi gereken bir kargo uçağı Türkiye'de düştü. İçinden sağ çıkan şey sadece o oldu. Haruki, Amerikalı iş adamı için özenle tasarlanan üstün zekalı bir robottur. Kargo uçağı Türkiye'de düşünce tüm planlar alt üst olur. ...