13🤖

11.5K 955 46
                                    




Ben Haruki ve Liva hep birlikte yürümeye devam ederken Liva meraktan bazen beni sıkıştırıyor bazen de Haruki'nin yanına gidip ona sorular soruyordu.

"Yani dün taşındınız öyle mi? E tam olarak nereye taşındınız? Kaçıncı katta? Eviniz kira mı satın mı aldınız?"

Bıkkınlıkla iç çekerken önden gidiyordum. Haruki'nin tüm bunlara sadece gülümseyerek cevap vermesi onun da sıkıştığını gösteriyordu ama ne diyelim şimdi Japonya'dan gelen robot bu. Aslında aranıyoruz ama git dediğim halde gitmiyor benim de ihbar etmeme izin vermiyor mu diyelim? Hem böyle dersem Liva düşüp bayılabilirdi. O böyle şeylerden çok korkar.

"Peki tam olarak nerelisiniz acaba? Yani buraya hangi şehirden geldiniz? Ne okudunuz? Okumadınız mı yoksa?"

"Liva yeter mi artık? Yani en azından yürürken yeter. Sonra bir yere oturduğumuzda falan soracakların varsa sorarsın. Bak zaten o da doğru düzgün bir şey söylemiyor. Bence yeterli ha ne dersin?"

"İyi be iyi. Şurada iki soru sorduk hemen sıkıldın. Ama siz sıkılmadınız değil mi?"

Liva gülümseyerek Haruki'ye baktığında çalıştığım yere yaklaşmıştık. Haruki elleri ceketinin ceplerinde merakla kafeye baktı.

"Bir kafede mi çalışıyordun?"

Haruki bunu sorduğunda cevap verecektim ki Liva benden önce davrandı.

"Evet, Hazan ile birlikte burada çalışıyoruz. Görsen ne güzel bir yer. Hem rahat hem de parası iyi. Üstelik aralarda içeceklerden içmemize de müsaade ediyorlar. En güzeli karamelli sütlü kahve. Bak direkt böyle iste. Tadı enfes oluyor. A bu arada kahve seversin değil mi? Çay da var gerçi bizde ama gençler arasında kahve popüler biliyorsun."

Haruki Liva'yı dinlerken, ben önden yürümeye devam ediyordum. Şu an o kadar saçma bir durumun içindeydim ki, başkası olsa eminim daha farklı tepkiler verirdi ama benim umurumda bile değildi. İnsan, uzun süre acılar yaşayınca artık morfinlenmiş gibi duygusuz ve hissiz oluyordu birçok şeye. Gerçi ta Japonya'dan gelen bir yapay zekâ benim gibi duygusuz bir insanı bile heyecanlandırıyordu ama yine de o kadar önemli değildi. Şu an tek düşündüğüm şey, kapımın Japon polisler tarafından çalınıp "Vataşi mataşi otaşi se!" diyerek beni vatan haini ilan etmeleri. Gerçi teknik olarak Japon polisinin Türkiye'de işlem yapması pek mantıklı değil ama bu durumda daha kötüsü olur ve Türk polisi gelerek beni vatan haini ilan eder. Emniyet güçlerimize ve askerimize duyduğum saygı içimde kor gibi yanarken vatan haini ilan edilme endişesi ile Haruki'yi ne yapacağım konusunda gidip geliyordum. Neden böyle ikilemli işler hep beni bulur ki? Hep iki şık arasında kalıyorum ve genelde seçtiğim taraf kötü olan oluyor.

Başımı sağa sola sallayıp bu kötü düşüncelerden kendimi sıyırmaya çalıştığım esnada kafenin kapısından içeri girmiştim bile. Liva ve Haruki de peşimden girdiğinde herkes arkama bakmaya başladı. İş yerinin sahibi Pınar Hanım bile kasa başından gelip bana çarparak arkama geçti. Tahmin etmesi zor değildi. Elbette ki Haruki'ye bakmaya gelmişlerdi. Herkesin ilgisini çeken nadide kişi ben olacak değildim ya. Pınar Hanım'ın çarptığı omzumu elimde ovalayıp önlüğümü gitmek için yeltendim.

"Ah buyurun efendim. Ne arzu edersiniz? Liva'cığım senin tanıdığın mı yoksa?"

Liva ile yan yana yürüdükleri için Haruki'yi Liva'nın tanıdığı sanmıştı. Ne âlâ ben de fırsattan istifade bu demir kafalıdan kurtulmuş olurdum işte. Ayrıca şu Pınar Hanım yok mu... Eğer okul harcım olmasa bir dakika burada durmam da işte. Nerede zengin ya da yakışıklı gürûhu hemen bir yağ çekmeler, bir ayrımcılık falan. Söz konusu Liva olduğunda daha kibar ama bana gelince kadına bir şeyler oluyor. Alnımda bu kıza kötü davranın mı yazıyor anlamadım gitti.

"Hayır Pınar Hanım. Bu beyefendi Hazan'ın yeni komşusuymuş. Biz de yolda tesadüfen karşılaştık."

"Aaa Hazan mı?"

Pınar hanımın tam bu noktada ağzını bir metre kadar açtığına emindim. Arkam dönük olsa da onu o kadar iyi tanıyordum ki önlüğümün katlanmış yerlerini açarken gözümün önüne geliyordu her bir hareketi. Ben önlüğümle uğraşırken arkamdan biri çevik bir hareketle benim kolumdan tutup kendine çevirdi. Bir topaç gibi önüme döndüğümde Pınar Hanım gayri samimi bir şekilde koluma girmişti.

"Hazan'cım hiç de söylemiyorsun canım."

"Yeni komşuları da rapor edeceğimizi bilemiyordum," dedim, bozuldu.

"A ah. Rapor mu? Ne alakası var canım? Yani şey. Böylesine kıymetli bir insan sıradan bir komşu olur mu hiç?"

"Kıymetli bir insan mı? O da senin benim gibi bir insan Pınar Hanım. Bizden ayıran ne özelliği olabilir ki? Aaa tabii yakışıklı biraz ondan mı özel oluyor?"

Haruki bu söylediğime tatlıca gülmüştü. İnsanları birbirinden ayırmama özelliğimi hem seviyor hem de kendi gibi bir yapay zekânın da değerli biri olabileceğini ima ettiğimi biliyordu.

"Ahah bu kız, ağzı da hep böyle kötü laf yapıyor işte. Göz de yok şuna bak. Öyle açıktan söylenir mi öyle şeyler canım?"

Pınar hanım beni bırakıp Haruki'nin yanına gittiğinde onlarla daha fazla konuşmak istemediğimi anladım ve önlüğüm giymek için personel odasına geçtim.

Ciddi ciddi Haruki'yi burada bırakma düşünceleri geliyordu aklıma. Hepsi benden daha ilgiliydi ve bendeki bu vicdan ile tedirginlik varken benimle olması pek de güzel bir durum olmazdı. Kendisini bana mı ayarlamıştı ne o olmasaydı bu fikirlerimi gerçekleştirebilirdim ama şimdi ne yapabilirim? Pınar Hanım hem zengin hem de benden daha ilgili. Liva bile Haruki'ye benden daha iyi bakar. Ah şu tesadüf, insanı nasıl da çaresiz bırakıyor böyle.

***

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin