Kırk beş dakikalık yolculuktan sonra nihayet piknik alanına gelmiştik. Verdiğimiz paraya değecek kadar güzeldi. Araçtan inen Liva kendi etrafında dönüp derin bir nefes aldı.
"Vay canına burası cennetten bir parça gibi."
Liva hayranlıkla gezi alanının güzelliği ile etrafında dönerken benim de ondan alta kalır yanım yoktu. Alabildiğine geniş yeşillik alan, tepecikler, çoktan kurulmuş çadırlar ve onlarca öğrenci.
Bir grup çoktan uçurtmalarını uçurmaya başlamıştı bile. Diğer grup akşamki kamp ateşi için odun toplamış ortaya yığmıştı.
Liva etrafı hayranlıkla seyretmeye devam ederken "Ben bi etrafı gezip geliyorum," dedi ve koşarak uzaklaşmaya başladı. Zaten zor durmuştu arabanın içinde. Ben sessizleştikten sonra beni konuşturmaya çalışmıştı. Ben konuşsam sus der susunca da rahatsız olmuştu. Her halimle nasıp insanları rahatsız ediyorum anlamadım gitti.Valizlerimizi alıp bagajı kapatırken Haruki de yanıma geldi.
"Burası harika Hazan!"
Koşarak bağıran Liva'nın arkasından bakarken "Beni Çocuk robotla yalnız bırakma," bile diyemedim.
Bence Liva ile aramızdaki iyi günde kötü günde dostluk kavramını bir gözden geçirmemiz gerekiyordu. Tüm iyi günlerde yanımdaydı ama nedense kötü günler geldiğinde ortadan kayboluyordu.
Açık renk kot pantolonumun ön ceplerine yerleştirdiğim ellerim ile ceplerimi yoklarken, civciv sarısı tişörtüm tatlı rüzgâr ile havalanıyordu. Yanımda duran Haruki de gülerek etraftakileri izlerken ona baktım. Ne kadar masum görünüyordu. Bana göre saf ama masum yani. Art niyet taşımayan, bir çocuk kadar temiz yürekli. Ben şimdi on tilkiye on takla attırmıştım düşüncelerimle. Ama o içindeki temizliği yüzüne yansımışçasına saftı.
Haruki'ye bir adım daha yaklaşarak ayağımla ayağına hafif vurdum.
"Hey Çocuk robot."
"Hım?"
Bana dönerken kahve saçları rüzgarla hareketlendi. Yüzünde yine o tatlı tebessümü vardı.
"Bugün yaptığın şey için sağ ol. Gerek yoktu, yani ben kendimi ayarlamıştım. Gitmeyecektim ama yine de teşekkür ederim. Geldik iyi oldu. Liva'ya bakma sen o ben her yere gideyim mutlu olayım istiyor ama her yere gitmek zorunda değiliz yani. Ev de güzel. Tatilde otururduk beraber mangal yapardık."
Gülümsemesi genişledi. Başını hafif yana yatırınca gözlerini kısarak bana baktı.
"Senin bu özelliğini çok seviyorum biliyor musun?"
Gözlerim kocaman açılırken birkaç defa kırptım. Bu özelliğim mi? O da ne? Seviyor mu? Ne sevmesi ya?
"Ha-hangi ö-özelliğimi?" diye sordum şaşkınlıkla.
İki kere öksürerek kekelememin üstünü kapatmaya çalıştım.
"Dürüstsün. İçin dışın bir. Asla iki yüzlülük yapmıyorsun. Kalbin açık bir kitap gibi. Herkes okuyabilir. Sinirli gibi davranıyorsun. Bencil gibi ve hatta bazen kötü kalpli gibi ama aslında tamamen sözde. Gerçekte tertemiz bir kalbin var."
Gözleri gülümsemesi ile parlayınca çok değişik bir şey haline geldi. Böyle, tatlı mı desem, karizmatik mi desem öyle bir şey oldu. Ona bakarken tüm bu iltifatların bana olduğunu düşünmek kalbimi kıpır kıpır etmişti.
Öksürdüm bir daha ve yutkundum. Yutkunurken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum aslında.
"Yani aslında kulağa iltifat gibi geliyor da, herkes okuyabilir derken?" Takıldığım nokta biraz farklıydı ama yine de tartışmaya açıktı bence. "Yani şimdi sen benim kolay ve basit bir insan olduğumu mu ima etmeye çalışıyorsun?"
"Ve her şeyi yanlış anlamanı seviyorum."
İki kere daha öksürdüm. Ne diyor bu şimdi? Tamam kendisini bana ayarladı ama bu şekilde beni övmeye devam ederse şımarırım ki ben. Öyle çok sevilmeye alışkın değilim ve biraz ilgi görürsem şımarabilirim. Ne bileyim hep öyle gördüm çocukken. Şımarmayın ha diye uyarılırdık hep.
"Ha-hasta fa-falan mı oldun? Keşke yanımıza zeytin yağı alsaydık," dedim ellerimi önümde bağlarken.
"Ve her şeyi berbat etmen de en sevdiğim özelliğin. Düz yolda bile yürüyememek gibi. Ayağın takılmasa bile yine de düşersin ya onun gibi."
Başımı iki yana sallarken benimle dalga geçip geçmediğini anlamaya çalışıyordum ama geçmiyordu. Bu saf Çocuk robot olabildiğine ciddiydi. Ciddi ciddi benim hakkımda sevdiği özellikliklerimi sayıyordu. Hayır anlamadığım şey, normalde insanların hoşlanmayacağı özelliklerimi sevmesi. Yani bence ortalıkta bir absürtlük var ama neyse. Zaten bu Çocuk robotun çok da normal olduğu söylenemez."Neyse hadi biz de onlara katılalım. Gel."
Yanından öylece geçerken kamp için bir alan aramaya başlamıştım bile. O da peşimden geliyordu ama biraz uzak durmaya çalışıyordum. Çünkü yüzümden belli olmasa da kalbim tarafında işler karışmıştı.
Kalbim mi? O bu aralar biraz farklı çalışıyor. İyi mi kötü mü anlayamıyorum. Bocaladığım için de tuhaf davranıyorum.Haruki ile birlikte on dakika falan gezindik etrafta.
Çadır için boş alan bulduk ve iki kişilik çadırı kurduktan sonra yanına Haruki için getirdiğimiz tek kişilik çadırı da kurduk. Yani teknik olarak robot olsa da o bir erkek ve biz iki kızın yanında kalamaz.
Çadır işi bitince Liva da gelmişti. Elinde ve kulaklarında kirazlarla bize gülümseyerek bakarken elimdeki çekiçle ona bir iki kere vurmayı düşünüyordum. Hep böyle yapıyordu.
Üç kişiden haz etmiyordum çünkü ben.
Birincisi, iş bittikten sonra ortaya çıkan kişi.
İkincisi, etrafta boş boş gezip etrafa gülücük saçan kişi.
Üçüncüsü de...
"Sen niye iş ye hep iş bittikten sonra geliyorsun? Burada ne kadar uğraştık haberin var mı?"
Çekiçle üstüne doğru yürürken ağzıma bir kiraz sıkıştırdı.
"Bil bakalım bu kirazları nerden aldım?"
"Bol bokolom bo korozloro..."
Çekirdek boğazıma kaçınca öksürmeye başladım. Bende şans olsa zaten.
"Dostunun konuşmasını öyle tekrar edersen böyle olur işte," dedi Liva bana ters ters bakarak.
"Söyle hadi," dedim boğazımı temizlemeye çalışarak.
"kimden aldın?"
"Akın'dan."
"Ne?"
Bir öksürük krizi daha...
Nedense, Akın ismi geçince Haruki'ye bakmak bende adet olmuştu. Çok tuhaf bir şekilde onun vereceği tepkileri merak ediyordum.
İfadesiz bir şekilde bana bakarken ben de ona bakıyordum. Çok değişik bir ortam olmuştu. Haruki kim ki? Neden ondan çekiniyorum? Böyle sormak da biraz ağır olmuştu ama yine de iyi hissetmiyordum.
Gözlerimi ondan çevirirken Liva iki kirazı da Haruki'ye uzattı.
"Yalnız etrafı kızlarla çevriliydi. Arzu da gelmiş. Tam dizinin dibine çökmüş."
Liva suratını ekşite ekşite Arzu'dan bahsederken Haruki "Arzu kim?" diye sordu.
"Aman hiç bilme Haruki," dedi Liva.
"Senin gibi temiz kalpli biri onun gibi bir cadıyı bilmemeli."
"Neyse Liva," dedim konuyu kapatmasını isteyerek. Aklıma geçmişte olanlar gelmişti. Arzu, Akın ve ben aynı sene okula giderken Akın ile ben tüm okulun diline düşmüştük. Aslında dile düşecek bir şey yoktu. Sadece Akın benim okul harcımı ödemişti ve bu bir şekilde okulda yayılınca Akın'ın benden hoşlandığı falan atılmıştı ortaya. Aslında benim Akın'dan hoşlanmam da tam bu tarihe dayanıyordu.
Her şekilde Arzu hatırlamak istemediğim bir kimlikti. Onunla yaşadığımız bir takım itiş kakış beni okuldan soğutmuş, erkenden part-time işe girmeme neden olmuştu.
Akın ile düzelen moralim, Arzu ile bozulmuştu. Bu ikilinin arasında yaşadığım med cezirle Liva'nın kulaklarında asılı olan kirazları yemeye devam ettim. Onlarla yeniden karşılaşacak güce sahip miydim bilmiyordum yanlarına kadar gelmiştim işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPAY ZEKÂ
Science FictionJaponya'dan Amerika'ya gönderilmesi gereken bir kargo uçağı Türkiye'de düştü. İçinden sağ çıkan şey sadece o oldu. Haruki, Amerikalı iş adamı için özenle tasarlanan üstün zekalı bir robottur. Kargo uçağı Türkiye'de düşünce tüm planlar alt üst olur. ...