25🤖

9.5K 885 71
                                    


Bugün neredeyse tüm haftadan daha yoğundu. Gelen giden ve hatta gelen kalan o kadar çoktu ki servis yapmaktan yorulmuştum. Bu kadar çok aktifliğin en büyük nedeni ise durmak bilmeden fotoğrafı çekilen Haruki'den başkası değildi. Pınar Hanım kafenin tüm yıla yetecek tanıtım fotoğraflarını bir anda çektirmeye yemine etmişti sanki. Haruki ise bir an olsun yorulma işareti göstermeden poz vermeye devam etmişti. İş çıkışı ikimiz de ikinci işimizden izin alıp eve gelmiştik. Şimdi de evimin penceresinden perdenin arkasından Haruki'nin taşınan eşyalarına bakıyorduk. Doğruyu söylemek gerekirse ben televizyonu mu bile geçen sene yeni almıştım ve henüz taksitleri bitmemişti. Haruki ise şimdiden lüks eşyalarla evini donatmaya başlamıştı.

"Neden yoğun bir kıskançlık hissi ile dolduğunu hissediyorum Hazan?"

Gözlerimi kıstım.

"Neden sanki birkaç saniye sonra Haruki'yi parçalayacakmışsın gibi hissediyorum Hazan?"

Nefesimi burnumdan verdim.

"Neden Japonların gıcık bir millet olduğunu düşündüğünü hissediyorum Hazan?"

Gözlerimi devirdim.

"Neden..."

"Aaa ama yeter Liva ya! Evet, acayip kıskanıyorum şu Çocuk robotu. Bizim yıllardır didinip çabaladığımız şeylere sadece birkaç gün içinde sahip oldu. Ev, eşya, hatta Pınar hanım ona bir de araba tahsis etmek üzere. Sen kıskanmıyor musun? Sırf yakışıklı olmadığımız için mi bu durumdayız? Madem para bu kadar kolay kazanılıyordu ben niye üç senedir aynı kabanı giymek zorundaydım? Hepsi ama hepsi yakışıklılıktan dolayı mı yani?"

Liva yanaklarını hava ile doldurdu.

"Biraz. Kızım çocuktaki yakışıklılığa baksana. Biz onun robot olduğunu bildiğimiz için böyleyiz ama eğer bilmeseydim ben de onun için kırmızı halılar döşerdim."

"Sanki şimdi yapmıyorsun," dedim gözlerimi devirerek ve Haruki'nin son model ev eşyalarının üst katıma taşınmasını izleyeme devam ettim. Pınar hanım bir saniye olsun Haruki'nin yanından ayrılmıyordu. O da kibar kibar gülümsüyordu ancak gözleri hep benim pencerelerimdeydi. Ne bekliyordu ki onu izleyeceğimi falan mı? Hiç de bile!

"Aslında onun adına mutlu olmamız gerek," dedi Liva. "Düşünsene aslında bir robotsun ama tek bir günlük kazancınla hem ev kiralayabiliyorsun hem içine eşya alıyorsun hem de araban oluyor. Bence bunun için bile Haruki'yü tebrik etmeliyiz."

"Aman ne tebrik edeceğim be. Başımdan büyük bir dert gitti herkes kendi evinde olacak işte ne güzel."

"E hani onu kabul etmiştin?"

"Kabul ettim ama onu nüfusuma almadım Liva. Bana programlamış kendini ve ben de bu kadar ısrar ediyorken ne istersen yap dedim sadece. Ama yine bu onun benimle rakip olduğu gerçeğini değiştirmiyor."

Liva bıkkınlıkla nefes verip bana baktı.

"Hazan ne rakibi Allah aşkına? Hayattaki herkesi neden kendine rakip belliyorsun? Gardını alıp beklemek zorunda değilsin tatlım. Sen de biraz anın tadını çıkar."

"Olmaz. Hayat benim gardımı almamı beklemez. Her zaman hazır beklemek zorundayım. Bu dünya pembe düşlerle çevrili değil. Siyah ve beyaz o kadar."

Liva beni ikna edemeyeceğini düşünüp başını iki yana salladı.

"Anlıyorum haşin ve sert bir hayat yaşadık bu zamana kadar. Bak ben de seninle aynı yollardan geçtim ama yeter artık. Yani büyüdük ve kendi ayaklarımızın üstünde duruyoruz. Biraz da biz gülelim be he olmaz mı?"

Haruki eşyalar taşınırken durup ellerini beline yerleştirdi ve benim pencereme bakmaya başladı.

"Ay Haruki bu tarafa bakıyor. Kız bizi mi görüyor yoksa?"

"Ne görecek? Görse bizim olduğumuz tarafa bakar. Şuna bak tüm pencerelere tek tek bakıyor."

"Çok acımasızsın Hazan. Gidip çocuğa yardım etmeme de izin vermiyorsun bari camdan onu izlediğimizi görsün. Bak sen de bakıyorsun işte."

"Aman ne bakacağım be. Sen de gel artık yeter bu kadar taşınıyor işte yepisyeni eşyaları ile birlikte. Biz de oturup ekmek parası kazanmak için işten işe koşalım."

Pencereden kalkıp sinirle kanepelerden birine oturdum. Televizyonu açıp sesini de sonuna kadar yükselttim. Kimseleri işitmek istemiyordum. Açtığım belgesel kanguruların hayatını anlatıyordu. Şu an kangurular daha çok ilgimi çekiyordu. Evet onun taşınmasını izleyeceğime ufkumu açacak şeyler seyrederdim daha iyi.

Liva benim her hareketimi adı gibi bildiği için sinirlendiğimi anlayabiliyordu ve bu yüzden üzerime gitmiyordu. Hatta soru sormaya bile çekiniyordu. Sessizce perdenin arkasından bakmaya devam ederken "A buraya geliyor!" diye çığlık attı. Geri dönüp odanın içi de ellerini silkeleyip zıpladı birkaç defa.

"Buraya geliyor Hazan. Geliyor geliyor!"

Kapıya doğru koşmaya başladığında "Haruki buraya geliyor," demeye devam ediyordu.

Umursamazca omuzlarımı silkelerken bir kez daha yanlış kişi olduğumu düşünüyordum. Keşke ben değil de Liva ya da Pınar hanıma programlasaydı kendini. Benim gibi hiçbir şey umurunda olmayan birinin koruması olup da ne yapacak ki? Böyle somurtup duruyorum işte. Onun heyecanını ve mutluluğunu paylaşamayacak kadar kıskancım. Karakterimi hiç sevmiyorum ama ben buyum işte.

Ben böyle düşünmeye devam ederken yanımda bir gölge belirdi. Kesin o gelmişti. Başımı kaldırıp da bakmadım bile. Ne söyleyecekse söyleyip gitsin. Bir de ona özel hoş geldin, beş gittin diyalogları yapamam yani.

Bekledim.

Birkaç dakika bekledim.

Acaba konuşuyor da ben mi duymuyorum ki?
Fark ettirmeden televizyonun sesini kıstım ama yok, ses gelmiyor.

En iyisi bir kere baksam iyi olacak.

Yavaşça başımı çevirdiğimde gülümseyerek bana baktığını gördüm. Ne bir şey diyor ne de yapıyordu. Liva da ne olduğunu anlamak için yüzüne baktı ancak o istifini bozmadan bana bakmaya devam ediyordu.

"N-ne bakıyorsun?"

Omuzlarını silkeledi masumca.

"Perdenin arkasından bakmayı bırakınca bir şey oldu sandım. Seni görmeye geldim," dedi.

Kaşlarımı kaldırarak önüme döndüğümde saatlerdir o gizlice baktığımı düşündüğüm tüm o anlarda beni gördüğünü bilmediğim için kendime hakaretler yağdırıyordum. Bir de kendi kendime şekillere falan girmiştim. Bir rezillik, bir rezillik ki sormayın gitsin.

Hiçbir şey olamamış gibi yavaşça televizyonun sesini açarken sakinliğimi korumaya çalıştım.

"İyi misin? Bir şeyin yok değil mi?"

"İyiyim ne olacak?" dedim sol dizimi karnıma çekerek.

"Peki ben ev taşıyorum o zaman," dedi masumca. Liva gözlerimin içine bakıyordu ki Haruki'ye güzel bir şeyler söyleyeyim diye. Kaşları ile işaret yaptığında ne var dercesine baktım.

"E iyi madem, kolay gelsin. Bitince ziyaretine gelirim."

Sadece bunu söylememle bile havalara uçmuştu. Mutlulukla odadan çıktığında çoraplarına baktım. Asla unutmuyordu. Eve gelirken ayakkabılarını çıkarmıştı.

"Çorabına da bak şunun," dedim hafifçe tebessüm ederek. Liva Haruki'yi geçirdikten sonra yeniden yanıma geldi ve birkaç defa bana vurdu. Her vuruşumda hece hece konuşuyordu.

"Sana. İnanamıyorum. Hazan."

"Ay ne oldu be ne vuruyorsun?"

"Yazık değil mi çocuğa? Sen gül diye bir iki çift güzel laf söyle diye ayağına kadar geliyor sen yine de hom hom duruyorsun. İnsan azıcık tebessüm eder, tamam madem yardım etmiyorsun bari bir gülümse ne olacak yani?"

"Bana ihtiyaç mı var Liva? Git bak dışarıya. Pınar Hanım zaten onun her isteğine koşuyor. Parası var kadının. Ben gülsem ne olur gülmesem ne olur?"

"Onla bu bir mi Allah aşkına ya. Bazen sana inanamıyorum gerçekten." Kollarının önünde bağlayıp arkasını döndü bana. Bir de bu küssün tam olsun yani.

"Kıs şu televizyonun sesini de. Anladık Haruki'nin taşınması ile ilgilenmiyorsun."

Televizyonun sesini yavaşça kısarken iç çektim. Sert mi davranmıştım acaba? Bir şey yapmadım ki, kolay gelsin bile dedim. Aman her neyse. Ben mi dedim üstüme taşın diye. Ben belgesel izlemeye devam ederken Liva da yine perdenin arkasından taşınma işlemlerini seyretmeye devam etmişti. Saatler sürdü bu taşınma işi ve ben de yaklaşık bir belgesel, bir film bir de haber bülteni bitirmiş oldum. Vakit geçerken üst katta taşınma sesleri oluşmaya başlamıştı bile.

***

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin