2🤖

30.5K 1.6K 708
                                    

Zil yine hiç fire vermeden çalmaya devam edince üstümdeki pijamayı bile değiştirecek vaktimin olmadığını anladım ve koşarak kapının önünde bittim. Kapı gözünden baktığımda kimseyi görememem biraz ürkütse de dayanamayıp kolu çektim ve kapıyı açtım. Artık gelen kişi bir kaçaksa da yapacak bir şey yok, şu iğrenç sesin bir an önce bitmesini istiyorum o kadar.

Sağ tarafta kimse yoktu. Zilin olduğu yere başımı çevirdiğimde ise genç bir adamın sırtını zile yaslayarak öylece durduğunu gördüm. Siyah kumaş pantolonu üstüne tam oturmuş, parlak rugan ayakkabıları ben kaliteliyim diye bağırırken, giydiği beyaz gömleğinin bileklerini kıvırmış, kollarını da önünde bağlamıştı. Birini mi bekliyordu acaba? İyi de bunu neden benim kapıma yaslanarak yapıyordu ki? Muhtemelen zil sesini işitmiyordu. Işitse bile pek umrunda değildi.

Baktım gerçekten umurunda değil, hâlâ zilime basmakta devam ediyor, hafif öksürdüm. Öksürük sesimi duyunca başını sağa çevirdi. Kimseyi göremeyince bu sefer benden tarafa döndü.

Yüzüne bakınca gayrı ihtiyari irkildim. Belirgin yüz hatları öylesine özenliydi ki, sıradan bir insanda bulunmayan bir aurası vardı. İnsanın elinde olmadan hayranlıkla bakası geliyordu. Tatlıca gülümseyince yeşil mi mavi mi olduğunu anlamadığım gözleri kısıldı ve dudak kenarları yumuşak bir şekilde yukarı kıvrıldı. Üstelik benimkiler gibi gülünce gözleri yok olmuyor daha çok elmas gibi parlıyordu. Gülüşünde takılı kaldığım o anlarda ne diyeceğimi unuttum bir an için. İnsanda olması gereken ufak kusurlar yüzünde hiç yoktu. Tamamen simetrik güzel gözler, hoş bir burun, güzel şekilli dudaklar ve tel tel ayrılan saçlar. Hayatımda hiç onun kadar özenli bir erkek görmemiştim. Yüzü ışığı parıltı olarak yansıtıyordu adeta.

"Bakar mısınız Beyefendi! Benim zilime bakıyorsunuz da. Muhtemelen farkında değilsiniz ama içerisi din dan din dan diye yankılanıyor. Rica etsem biraz kenara çekilir misiniz? Ya da varsa söyleyeceğiniz bir şey dinliyorum."

Bana daha net bakmak için sırtını dayamaktan vazgeçip tam önüme geçti. Attığı birkaç adımda öylesine asil yürümüştü ki böyle intizamlı bir insana hayran olmamak elimde değildi. Ciddi manada mekanik diyebileceğim bir düzeyde düzenliydi. Kusursuza yakın bir mükemmellik doğrusu dikkatimi çekmekle birlikte hafif bir ürperti de veriyordu.

Kollarını göğsünden indirmeden "Dil, Türkçe olarak algılandı," dedi.

Ne demek istediğini anlamak için yüzümü buruşturdum ve söylediği cümleyi içimden tekrar ettim.

Dil Türkçe olarak mı algılandı? Bu da ne demek şimdi? Dediklerimi yanlış mı anladı acaba? Zil diyorum dil anlıyor.

"Ne? Ne dediniz? Zil diyorum, zil! Yanlış anlaşıldım galiba dil değil zil zil. Bana bir şey söylemeyeceksiniz belli ki zilime basmaktan vazgeçer misiniz?"

Gülümsemesi genişlerken, açık kahve saçları rüzgârla hafif uçuştu. Yüzü o kadar berraktı ki, konuşurken incelemekten dikkatim dağılıyordu. Yüzüne bakmadan konuşmak daha mantıklı gelmişti ki sadece saçlarına odaklanarak devam ettim.

"Tüm sistem Türkçe olarak ayarlandı."

Anlamadığım bir şekilde konuşmaya başlayınca sinirlenmiştim. Dün o kadar geç gelmiştim ki eve, üstelik çok ağır kaldırdığım için kollarım ve belim de fena halde ağrıyordu. Böylesine kötü hissederken dalga geçilmek katlanabileceğim bir şey değildi. O da inadına gülümsemeye devam edince istemsizce çok az sert çıkıştım.

"Bakın beyefendi, size göre komik olabilir ama bana göre değil. Ayrıca bu yaptığınız zorbalığa girer. Rahatsız oluyorum anlatabiliyor muyum? Şimdi izin verirseniz içeri gireceğim ve rica ediyorum zilime tekrar basmayın. Eğer devam ederseniz bu kadar kibar olmam haberiniz olsun."

Başı ile tasdiklerken gülümsemeye devam etti.

"Yüz ölçüleri oval, ağırlık 51, yükseklik 1.58, yağ kitlesi 32. Yaş 25 ve göz rengi koyu kahve. Saçları siyaha yakın koyu kahve muhtemelen ağır kaldırmaktan kasları gelişmiş durumda."

"Sen ne?"

Devamını getirmeden kollarımla önümü kapattım. Sanki onun tarafından ta içim görünüyor gibi hissetmiştim. Kendimi bağırmamak için zor tutarken bir kez daha gülümsedi. Sonra da ellerini önünde bağlayarak hafif önümde eğildi. En sonunda ise ne anlama geldiğini anlamadığım o cümlesini söyledi.

"Ben, Haruki. Bundan sonra kendimi tamamen size adayacağıma yemin ediyorum."

Karşımda gülümseyen gence bakmaya devam ediyordum ancak durum o kadar saçma bir hal almıştı ki bence benimle alay ediyordu. Epey de temiz bir çehresi vardı ve insan alay ettiğine ihtimal veremiyordu ama başka ne açıklaması olabilirdi ki? Üstelik biraz önce sayıştırdığı o bilgiler tamamen doğruydu. Yani tam olarak, yağ kısmı bile! Geçen hafta çalıştığım iş yerinde genel taramaya girmiştik ve benim vücut yağ indeksim biraz fazla çıktığı için dalga konusu olmuştum. Oradan biliyordum ve kesinlikle doğruydu. Gidip de iş yerimden öğrenmediyse ki bu pek mümkün değil, onun dışında kesinlikle rakamı rakamına doğruydu.

"Tamam. Şimdi bi toparlayayım durumu," dedim gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak. "Bakın, sanırım gizli kamera falan var. Hani nerede? Sağda mı? Solda mı? Üstünüz de mi taşıyorsunuz? Kamera yoksa da başka bir şey. Ne bileyim herhalde bugün canınız sıkıldı biriyle dalga geçelim falan dediniz ve talihsizlik eseri beni seçtiniz ama lütfen. Lütfen yani. Ezberlediğiniz o bilgilere nasıl ulaştınız bilmiyorum ama sizin bir işinize yaramaz, unutun gitsin. Beni de rahatsız etmeyin lütfen. Sizi eğlendirecek biri değilim. Ben kendini bile eğlendirecek biri değilim. Bak yüzü temiz birine benziyorsun. Dediklerimi de anlıyorsun. Güzelce git kardeşim. Tamam mı? Hadi bakalım huzurlu günler dilerim."

Bir adım geri atıp kapıyı kapatmaya yönelmiştim ki kapı tamamen kapanmadı. Tüm gücümü verdim yine kapanmadı. İyice üzerine yüklendim yine kapanmadı. Baktım biraz boşluk kalıyor ne olduğunu anlamak için yere eğdim başımı ve gencin rugan ayakkabısını gördüm. Kapı aralığına ayağını mı koymuştu? Ve ben dakikalardır ayağını eziyordum.

Büyük bir pişmanlıkla kapıyı geri açıp eğilerek ayağına baktım. Kapı ile epey sıkışmasına rağmen ayakkabısında herhangi bir buruşma olmamıştı ama ben yine de canının yandığını düşünerek çok üzüldüm.

"Ah çok çok çok özür dilerim. Ezdim ayağınızı, aman Allah'ım. Ben ne yaptım? Ama siz de neden geçmiyorsunuz ki? Elim de ağırdır benim hay Allah. Acıyor mu? Normalde bu kadar sıkıştırılırsa ezilir. Ama ben kapatacağım dedim."

Duygularını görmek için başımı yukarı kaldırdığımda hâlâ gülümsüyor olduğunu gördüm. Ne gülümsemeymiş arkadaş, hiç mi yüzü buruşmaz, inleme nedir bilmez bir insan? Ayağını ezdim yani ben olsam ağlamaya başlamıştım. Fakat onda tık yoktu. Ayakkabısı da buruşmamıştı ve anlaşılan canı da yanmamıştı. Ya da yandıysa beni gıcık etmek için kendini sıkıyordu. Yavaşça ayağa kalktığımda daha temkinli ve tedirgindim. Sanırım bu sadece bir şakadan fazlasıydı. Tek başıma yaşadığımı öğrenip bana mı musallat olmuştu? Tüm bu sorular aklımdan geçerken beni bırakacak gibi durmadığını fark ettim.

"Ama yeter artık! Sabah sabah sinirlerimi bozmak için mi geldin sen? Polisi aramamı mı istiyorsun yoksa ayağını tamamen ezip geçeyim mi? Çekil git başımdan. Bela mısın nesin?" diye sordum.

Başını sağa sola sallarken bile gülümsüyordu.

"Hayır bela değil. Ben, Haruki," dedi bir kez daha.

Gözlerimi kuşkuyla kıstım. Hiç de dalga geçmiyordu. Gayet de normal bir şekilde konuşmaya devam ediyordu.

Haruki hangi dil ki? Türkçe olmadığı kesin. Daha önce hiç Haruki diye bir isim duymadım. Biraz uzak doğuyu anımsatıyor ama yüzü hiç asyalı gibi değil. Gözleri normal ve hatta renkli. İsmi niye tuhaf ki? Aman her neyse.

"Bak haruki kukuri maturo bilmem ne," dedim son derece sinirli olmama rağmen sakin kalmak için dişlerimi sıkarak. "Sosyal deney falan mı yapıyorsun bilmiyorum ama şu kapıyı kapacağım artık. Git ve başka biriyle dalga geç. Burada yüz binlerce insan var. Eğlenceyi ve gülmeyi seven pek çok kişi var. Ben gülmeyi sevmem bile. Git lütfen."

"Espri yaptınız," dedi gülümsemesi genişlerken. "Haruki kukuri maturo bilmem ne bayağı güzeldi."

Ben ne diyordum o ne diyordu. Asla ama asla dediklerim kulağına ulaşmıyordu. Ezberlediği cümleleri tekrar edip duruyordu sadece.

"Komik misin şimdi sen? Nereden geldiysen oraya git!" diye bağırdım.

Gülümsemesi değişmedi.

"Üretildiğim yer buraya tam 8.522 kilometre uzakta. Ben, sizi korumak için üretildim ve geri dönmek için de programlanmadım. Tüm verileri kontrol ettim lakin sizin için olan görev sürem dolmadan buradan ayrılamam, üzgünüm."

Korkuyla gözlerimi açtığımda yavaştan yutkundum. Her ne diyorsa dalga geçmiyordu ve bu da beni fazladan ürkütüyordu. Ne üretimi ne koruması? Klon nedir biliyordum ama şu Çinliler insan üretimine de mi başlamışlardı yani? Korku dolu gözlerle ona bakarken o hâlâ masumca gülümseye devam ediyordu.

YAPAY ZEKÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin