"Saray" dedi sakince. Saray dediğinde bunu beklemiyordum cidden. Neden Karanlık Saray olduğu belliydi. Simsiyah duvarlardan yapılmıştı. Bizim sarayın iki katı büyüklükte olsa da korkutucuydu. Duvarları sarmaşıklarla kaplıydı. Saraya uzanan merdivenler onu görkemli gösteriyordu ama bu karanlık olmadığını değiştirmezdi.
"Hadi gidelim"
"Ne ? İçeri mi gireceğiz cidden ?" Dediğinde bana dönüp kafa salladı ve ilerledi. Peşine takıldım. Ondan uzak durmamak daha iyiydi.
"İçeride...biri var mı ki ?"
"Hayır. Kimse yok. Sarayı gören varsa bile kimsenin girmeye cesaret edemeyeceğine eminim" dediğinde kafa salladım. Haklıydı. Sarayın merdivenlerini çıktık. Uzun bahçesinden yürüdük.
"Peki sen ? Ne zaman girdin ?"
"Bir keresinde peşime vitalar takıldı. Hepsini öldüremezdim bu yüzden bende saraya girip saklandım. O zamandan beri buradan geçerken uğruyorum. İçeride kütüphane var ve mum gibi değerli şeyler" dediğinde onayladım. Bu mantıklıydı. Sarayın büyük kapısından girmedik. Bunun yerine yan tarafta aralık bırakılan pencereden girdik. Pencere büyük bir yemek odasına açılıyordu. İçeride upuzun bir masa vardı ve üzeri altın şamdanlarla doluydu.
"Burada çok değerli şey var" dedim odanın ortasına ilerlerken. O ise direk odadan çıkmak için büyük kapıya ilerledi.
"Evet öyle. Henüz tüm odaları gezmeye vaktim olmadı ama yaklaşık 100'e yakın oda var. Bunun haricinde bir tane büyük mutfak, bir de saray mutfağı var." Diye açıkladı. Şaşırarak onun peşine takıldım. Bir kat yukarı çıktığımızda upuzun bir koridor vardı ve karanlıktı. Jiyong yanındaki kolu çekti ve tüm koridoru aydınlatan zayıf ışıklar yandı. Koridorun iki yanında da odalar vardı. O ise dümdüz ilerledi, odaları geçti ve koridorun sonundakine girdi. İçeride binlerce mum vardı.
"Vay canına"
"Burası..bir nevi ardiye. Sarayda bundan bir kaç tane var sanırım. Bunlar çok eski tabi ki" dedi ve bir kaç tane mum alıp çantasına attı. Geri döndü ve odadan çıktı. Kattan inmek yerine başka bir kapıdam geçti. Çok büyük bir salona adım attım. Büyük oturma yerleri, altın şamdanlar ve süslemelerle gayet göz kamaştırıcıydı. Tavanı metrelerce uzanıyor, büyük elmas bir avizeyle süsleniyordu.
"Sanırım biraz kokoşlarmış sahibi"
"Baya eski burası. O zamanlar altın ve elmaz zenginlik ve gücün simgesiydi" diye açıkladı. Dokunduğum tozlu şamdanı bırakıp ona baktım.
"Hala öyleler" dediğimde gülümsedi. Kendini koltuklardan birine attığında bende yanına oturdum. Sadece yakın olmak istiyordum. Her an biri çıkıp bizi öldürecek gibiydi.
"İstersen..bugün burada kalabiliriz"
"Ne ?" Dedim ona dönerken. Burada kalmak istediğimden emin değildim. Yani...burası beni huzursuz etmişti.
"Evet. Odalarda banyo var. Kazanlarda su kaynatabiliriz ve sıcak bir duş alırsın. Hem... temiz kıyafetler de var" Dediğin de üzerime baktım. Beyaz elbise toz ve toprak içindeydi. O ise...kıyafetlerini sanki yeni giymiş gibi duruyordu.
"Hem saraya kimse giremez. Dediğim gibi kapılar kilitli olduğu için vitalarda girmiyor" dediğinde ikna olmuştum. Hem bir yatakta uyumak iyi olacaktı. Hem sıcak duş fikri bile beni mutlu etmişti.
"Tamam ama önce duştan başlamak istiyorum" dediğimde gülümsedi. Beraber kalktık ve bir odaya girdik. Bana banyoyu gösterdi ve kazanı benim için su doldurup yaktı.
"Aşağıda bir odada havlu olması lazım ve bir kaç kıyafet. Ben getirip odaya bırakırım. Sen duş al" Dediğin de kafa salladım. Odadan çıkar çıkmaz üzerimi çıkardım ve kendimi suyun içine bıraktım. Sanki sıcak bir duş almayalı seneler olmuştu. Uzun uzun duşta kaldım. En sonunda elleeim buruşunca gülerek odaya geçtim. Benim için bıraktığı havluya sarındım. Odaya göz gezdirdim. Büyük bir yatak vardı. Odanın penceresine ilerledim. Karanlık orman dibimizdeydi. Ürkerek perdeyi kapattım. Yatağın kenarında bıraktığı beyaz geceliği alıp üzerime geçirdim. Kendi kıyafetlerime baktım. Üzerime koyduğum tokayı elime aldım. Üzerinde kırmızı yakutlar dizilmişti ve muhteşemdi. Tokayla ıslak saçlarımı tutturdum ve odadan çıktım.
"Saçlarını güzel kurulasaydın Chae hasta ola-" dedi ama yarıda kesti. Dudağımı ısırdım.
"Şey...kuruladım aslında ama" dediğimde elimdeki havluyu aldı ve saçlarımın üzerine bırakıp kurulamaya başladı.
"Ah ah toka. Toka kafama battı!" Dediğimde hızla havluyu kafamdan çekti. Endişe ile gözlerime baktı. "Ne oldu ? Acıdı mı ?"
"Acıdı tabi ki. Beynime kadar girdi sandım" dediğimde gülmeye başladı. Onu öyle gülerken görünce bende kahkaha attım.
"Hadi saçını düzgünce toplayalım" dedi ve arkama geçip saçımı topladı.
"Bu konuda yeteneklisin. Ne saçlarımı hiç toplayamam. Sadece lastik tokayla toplayabiliyorum. Onu da Bom ögretti. Bin kere denemişizdir. Anca öyle. Bom çok yetenekli. Saç toplama olaylarımda yani. Örebiliyor bile." Dedim heyecanla. Neydi benim derdim ? Çenem düşmüştü iyice. O ise sadece gülüyordu. Bir anda elimi tuttu.
"Hadi sana bir şey göstermem gerek" dedi ve elimi çekiştirerek beni aşağıya götürdü. Geldiğimiz kattan bir kat daha indik aşağıya. Siyah kapılı bir odada durduk. Kapıyı açtı ve beni içeri soktu. Odada oturmak için bir yer, üzerinde bir sürü yastık vardı, hemen önünde şömine yanıyordu. Jiyong önceden ışıkları yakmış olmalıydı çünkü her yer ışıl ışıldı. Duvarlar da farklı farklı bir sürü resim vardı ve odada bir tane daha kapı vardı
"Bu harika sıcacık" dedi kendimi hemen şöminenin önünde oturdum. Yanıma geldi ve oturdu. Kapıyı gösterdim.
"Orası da neresi ?"
"Bilmiyorum. Kilitli. Burayı da geçen Geldiğim de gördüm." Dediğinda kafa salladım. Şömine harika olmuştu. Sıcacıktı.
"Çok yorulmuşum cidden" diye mırıldandım. Jiyong bir battaniye bıraktı omuzlarıma. Fazla konuşmuyordu ama kesinlikle iyi biriydi. Derin bir nefes aldım.
"Karanlık falan duruyor ama saray huzurlu..yani beğendim"
"Bende severim. Bazen yorgun olduğumda falan burada kalıyorum. Hem sıcak ve güvenli" dediğinse kıkırdadım.
"Eh demek senin gibi soğuk insanlarda ateşe ihtiyaç duyuyor" Dediğim de oda güldü.
"Sıcağı severim Chaerin. Soğuk...insanı korkutuyor"
"Nasıl yani ?" Dedim ona bakarken. Gözleri ateşin üzerinde sabitti. Bir anda bana baktı ve omuz silkti. Kahverengi gözlerini gözlerime sabitledi.
"Öyle işte. Korkutuyor" dedi uzun parmakları yanağıma değdi. Hareket etmeden durdum öylece. Parmak uçları dudağımın üzerine geldi, oradan hemen aşağı indi.
"Buranda...bir ben var" dedi sanki bilmiyor muşum gibi. Yutkunup kafa salladım. Onu öpmek istiyorsun dedi içimden bir ses ve ben itiraz edemedim. Dokunduğu yer yanıyordu sanki. Gözlerim onun gözlerinden dudaklarına, sonra yine gözlerine kaydı. Gözlerinin dudaklarımda olduğunu biliyordum.
"Ben..ben" dedi ellerini yüzümden çekti ve önüne döndü. Ne diyeceğini bilmiyordum. Devam da etmedi. Gerildi.
"Ah şey..hım bu toka kimin ha ? Rastar'da seni bekleyen birileri mi ?" Diye konuyu değiştirmeye çalıştım.
"N-ne ?"
"Şey yani..seni bekleyen biri falan mı var diye dedim. Hani toka kimin diye ?" Dedim. Şuan saçamıyordum sadece.
"Ah evet. Şey biri var. Beni bekliyor" dediğinde ateşe döndüm. Bu niye kalbimi bu kadar yakmıştım bilmiyorum ama saçma sapan şeyleri kafamdan uzaklaştırdım.
"Anladım...Sevgilin yani ?" Dedim ateşe bakarken. Tanrım şuan buradan gitmek istiyordum. Mideme sancı girmişti.
"Evet sevgilim"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKYDRAGON
FantasíaGücümü biliyordum Ne yapmam gerektiğini de Ama o gözler her şeyden vazgeçip, onunla beraber sessizce yaşama isteği oluşturuyordu işimde. Yine de ben o kişi değildim Oda beni tanımıyordu. Ben ne kadar yıllarca onu beklemiş olsam da.