BOM
"Güzel. Seunghyun vedalaşma vakti. Teşekkür ederim" dedim attan iner inmez. Sadece yarım saattir at sürüyordu."Ne ? Hey hey bir dakika" dedi attan inerken. Ben ise durup ona döndüm.
"Ne oldu? "
"Yani öylece gidecek misin ?" Dediğinde gözlerimi kısıp onu süzdüm tekrardan. Tamam kalbimi dediği şeyden sonra yeni sakinleştirmiş olabilirdim ama ne bekliyordu ki ? Sonsuza kadar onunla kalacağımı, evleneceğimizi falan mı ? Öylece gidecektim sadecr. Hem hangi kadına öyle bir itirafta bulunursan heyecanlanmazdı ? Bir de..o tiple yani. Of
"Evet"
"Nereye peki ? Atın yok ve lanet çölün ortasındayız. Susuzluktan geberirsin. Ayrıca 3 saate hava kararır. Akşamları burada sıcaklık 0'ın altına düşer" dedi hızla. Su için endişelenecek son kişi bendim. Zaten o yüzden Icewort'a ben gelmiştim ya.
"Sen beni düşünme. Ben o lanet kasabaya geri dönüyorum. Tek başıma" dedim sinirle. Aslında bekleyecektim ama zaman geçtikçe Penny'nin öfkesi beni daha da ateşliyordu.
"Ne ? Seni öldürürler. Ayrıca Bay Gong mudur nedir ona verirlerse ?"
"Başımın çaresine bakarım. Emin ol. Sen kendin için endişelen ve gidebildiğin kadar uzağa git!" Dedim. Bana yardım etmişti bu yüzden ona ufak bir tavsiye verebilirdim. O kasabayı mahvettiğimde çığlıkları bütün Iceworth'tan duyulacaktı.
"Orada pek de başının çaresine bakamıyor gibiydin."
"O Penny öldürülmeden önceydi. Onların derisini yüzeceğim, evlerini yıkacağım ve ve hepsini boğacağım" diye bağırdım. Canım acıyordu. Penny'i özlemiştim. Ona nasıl kıyabilirlerdi.
"Hey sakin ol. Çölün ortasında nasıl boğacaksın onları. Önce sakin ol cidden" Dediğin de sinirle baktım ona. Anlamıyordu beni. Anlatmaya da çalışamayacağım.
"Umurunda olmasın. Ben bir yolunu bulurum" dedim ve kasabaya doğru yürumeye başladım. Beni kolumdan tutup kendine çevirdi.
"Bırak beni"
"Bırakamam. Kendini öldürteceksin" dediğinde tüm gücümle itip onu kendimden uzaklaştırdım.
"Ya sanane ya sanane! Rahat bırak beni. Anlamıyorsun. O yamyamlar benim atımı.." dedim göz yaşlarım akarken.
"O benim Penny'mdi. Yıllardır beraberiz biz onunla" artık hıçkırarak ağlamaya başladım ve kendimden utanıyordum ama canım acıyordu. Beni tekrar tuttu kolumdan. Ben ise ilerlemeye çalıştım.
"Bırak beni Seunghyun. Onları mahvedeceğim" dedim ama bırakmadı. Olduğum yere çöktüğümse ise benimle beraber çöktü. Kollarını omuzuma doladı ve tek elini yanağıma koyup göğsüne yasladı. Şuan en çok ihtiyacım olan şeyin bu olduğunu o an anladım.
"Sana söz veriyorum. Seninle geri döneceğim ama şimdi değil. Beraber mahvedeceğiz onları. Yan yana. İkimiz onlara karşı. Sadece sabret. Söz veriyorum hepsi ölene kadar durmayacağım" dedi ve bende hiç yapmayacağım bir şey yaptım. Ona inandım. Bir yabancı olsa da, henüz saadece yarım saat olsa da tanıştığımız ona inandım. Belki de büyük bir hataydı.
"Sakinleşmene sevindim. En azından artık birilerini öldürmek istemiyorsun"
"Hala onları öldürmek istiyorum" dedim ama daha sakindim. Doğru. Seunghyun bana döndü.
"En azından yapmayacaksın"
"Şimdilik" dediğimde kafa salladı ve etrafina bakınmaya devam etti. Ne yapmaya çalışıyordu bilmiyorum ama atım yoktu ve ne tarafa gideceğim onu da bilmiyordum. Icewort bir çöldü. Ülkenin genel bir düzeni yoktu. Sadece kasabalardan oluşuyordu ve bazı kasabaların arasında saatler varken, bazen de günleri buluyordu. Haritam Penny'nin eyerine takılıydı. Bu da şuanlık Seunghyun'la gideceğim anlamına geliyordu ki o bu durumdan asla şikayetçi değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKYDRAGON
FantasíaGücümü biliyordum Ne yapmam gerektiğini de Ama o gözler her şeyden vazgeçip, onunla beraber sessizce yaşama isteği oluşturuyordu işimde. Yine de ben o kişi değildim Oda beni tanımıyordu. Ben ne kadar yıllarca onu beklemiş olsam da.