Acayip iyi bölümle geldim. Hadi yine iyisiniz lfjdkfjl
Önümdeki saraya baktım. Girmek istemiyordum ama ayağa kalkıp ona doğru ilerledim. Geçen sefer arka kapıdan çıkmıştık ama arka kapı sadece içeriden açılabiliyordu. Bu yüzden bende ilk girdiğimiz gibi pencereden girdim. Büyük salondan geçtim ve yukarı çıktım. Geçen kaldığımız odaya değil. Ayaklarımın beni götürdüğü odaya gittim. En üst kattaki tek odaya. İçeri girdim ve büyük yatağa baktım. Göz yaşlarım yine akmak için hazırlanırken yatağa doğru ilerledim. Üzerimde kan, is ve toprak olan kıyafetimi çıkarma gereği bile duymadan kendimi yatağa attım.
Boş tavana baktım ve göz yaşlarımın akmasına izin verdim. Sorun yok Chaerin. Burada tek başınasın. Ağlamanda sorun yok. Kimse seni göremez, kimse duyamaz. Derin bir nefes aldım. Onlarca yıldan sonra saraydan çıkmıştım ve gördüğüm, bana yakın davranan ilk kişiye yapışmıştım. Ona bağlandığımı hissetmiştim. Bunda yanlış bir şey yoktu. Herkes böyle bir hata yapabilirdi. Uyumak istiyordum, çok yorgundum ama uyuyamayacağımı biliyordum.
Oflayarak yataktan kalktım ve çıkarıp yere attığım çantamı aldım. İçinden siyah, eski defteri çıkardım. Sayfalarını karıştırdım. Çok yazı vardı ama sondaki sayfaları boştu. Kral yazmayı bırakmıştı ya da yazmasına engel olan bir şey olmuştu. İlk sayfalara geri döndüm.
Bugün benimle konuştun. Kimseyle bu zamana kadar konuşmamıştın ama benimle konuştun. 'Çiçekler soldu' dedin laleleri gösterip. Üzgün görünüyordun. 'Üzülme yenilerini alırım' dedim ama sen kafa sallayıp hayır, onlarda solarsa dedin. O çiçekleri sana ilk verdiğimde büyülenmiş gibi bakıyordun. Sana bir çiçek bahçesi yaptıracağımı söyledim. Orada onlara bakabileceğini, hatta büyütebileceğini söyledim. Yüzündeki gülümseme sana tekrar aşık almama yetti. Bana ilk dediğin şey çiçekler solduydu. Bir anlığına belki daha fazla konuşursun diye dünyadaki bütün çiçeklerin solmasını istedim ama sonra ne kadar üzüleceğini düşündüm. Sana dünyadaki bütün çiçekleri vermeyi diledim.
Sayfa bittiğinde gözlerimi sildim. Hepsi böyleydi işte. Dünyadaki bütün çiçekleri vermek istemiş. Yalan, yalan, yalan. Madem tüm çiçekleri vermek isteyecek kadar naifti, neden insanların gözünde zalim bir kral olarak kaldı. Gözlerimi yumdum. Şuan Krala haksızlık yapıyordum. Jiyong'a sinirliydim, ona değil. Gözlerimi açtım ve sayfaları çevirdim. Kralın platonik aşkını merak etsem de daha fazlasını merak ediyordum.
Bir hayalin içindeyim sanki. Benimlesin, benim yatağımdasın ve uyuyorsun. Çok güzelsin. Bugün çok yoruldun. Düğün ve gelen konuklar seni yordu. Yorulsan bile yüzündeki o nazik gülümsemeyi silmedin ve herkesle ilgilendin. Sırf yorulduğun için bu şaşalı düğünü yaptığıma pişman oldum. Keşke daha sade bir törenle evlenseydik. Yine de arka bahçede senin için ektirdiğim kırmızı gülleri gördüğünde yerinde sevinçle sıçradın. Bebeğim sen çok güzelsin ve beni bugün dünyadaki en mutlu insan yaptın. Bir gün, yaşlandığımızda bu sayfaları okurken, hala yanında olmak istiyorum. Benimle dalga geçerken- ki sen bunu yapabilen tek insansın- senin gözlerinin içine bakmak ve seninle kahkaha atmak istiyorum. Yaşlandığında bile dünyadaki en güzel insan olduğunu söylemek istiyorum.
Defteri sinirle kapattım. Onlar yaşlanamamıştı. Yaşayamamışlardı. Ne kadar basit dileği vardı kralın. Yaşlanmak. Onunla beraber yaşlanmak istiyordu sadece ama bunu bile fazla gördüler onlara. İnsanlar ne kadar kötüydü, Jiyong gibi. Bir zamanlar aşkı temsil eden kırmızı güllerle dolu bahçe de, şimdi pişmanlığı temsil eden mor sümbüller vardı. İçten gelen pişmanlık. Dudaklarım o hisle karıncalandığında kafamı iki yana salladım. Bahçedeki o anı unutacaktım.
-Emin misin ? Gözlerimi kapatmasam ?- ses ile irkildi. Kız konuşmuştu. Nedense ne zaman saraya yaklaşsam sesleri duyuyordum. Artık bu sesleri garipsemiyordum, önceden garipsiyor muydum ki ?
-Olmaz öyle. Kapat gözlerini. Hemen- dedi erkek. Sesler yine çok uzaktandı. Sanki arada bir cam vardı ve oradan geliyordu.
-Ama aşağı ineceğiz diyorsun. Düşersem-
-Ben seni tutarım- dedi erkek. Aşağı ? Ayağa kalktım. Aşağıda ne vardı ki ? Defteri çantama atıp, çantamı aldım. Aşağıda bildiğim kaldığım oda vardı ama oraya gitmeleri çok saçmaydı. Sonradan en alt kattaki oda aklıma geldi. Adımlarımı hızlandırdım ve en alt kata indim. Ağlamamdan ve odada geçirdiğim vakitten sonra akşam olmaya başlamıştı bile. Ne kadar boşa giden bir gündü, ne çok yaşadığım bir gündü. Odaya girip ışıkları yaktım ve odaya bakındım. Sadece o kapıda kaldı gözlerim. Kalbim hızlandı ve kapıya doğru yürümeye başladım. Ayağım bir şeye takıldı ve acıyla yüzümü buruşturdum. Bu acı o kadar tanıdık geldi ki o an kafamı eğmeden bile neye çarptığımı bildiğimi fark ettim. Büyük bir kutuydu ve kapıya yakın duruyordu.
-Buradan mı ? Ah dikkat et. O neydi ? Neye çarptım ?- dediğinde etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Bu sesler garipleşmeye başlıyordu. Kutuya doğru eğildim ve kutuyu açtım.
-Önemli değil. Hazine sadece. Hadi yürü- dedi erkek. Sesi çok heyecanlıydı. Kutunun içinde örümcek ağlarından başka bir şey yoktu ama buranın eskiden onların gizli saklı koyduğu yiyeceklerle dolu olduğunu biliyordum. Kapıya döndüm ve kolu aşağı indirdim. Jiyong'un dediği gibi kapı kilitli değildi ve buna şaşırmadım bile. Artık yalanlarına alışmıştım sanırım. Kapıdan girdim ve avcumu yukarı kaldırıp içeride ne olduğuna baktım.
-Tanrım bunlar da ne ? Bunları sen mi yaptın ?-
-Güzel mi ? Hep resmimin olmasını isterdin. Beğendin mi ?- dedi erkek. Gördüğüm şeyle kalakaldım. Elimdeki alev söndü. Hareket edemiyordum, tekrar yakmak ve doğru olduğunu kontrol etmek istiyordum ama donmuştum. Saçmalık bu. Yanlış gördün Chae. Evet yanlış. Elimi tekrar kaldırdım ve alevler çıktı. Elimi duvarda, boydan boya gezdirdim.
-Sen delirdin mi ? Bunlar çok güzel- dedi kız sevinçle. Şimdi sesleri netti. Artık o duvarın ötesinden konuşuyormuş değildi, sanki yanımda konuşuyordu. Beynim bana oyun oynuyordu.
"Hayır, hayır" dedim ona. Hızla odadan çıktım ve koşmaya başladım. Arka kapıdan çıktım ve kapı kapanırken arkamı kontrol ettim. Mor çiçeklerin arasına daldım.
-Senin için bebeğim-
"Yeter. Susun. Susun benimle oynamayın. Hangi büyü bu ? Kimsiniz siz ?" diye bağırdım sinirle. Sesim etrafta yankılandı.
-Seni seviyorum-
"Kes şunu. Kes. Çık beynimden." dedim çaresizce. Resimler. Resimleri hatırladıkça ürperdim. Gözlerim her yerde gezindi. Saçımdaki tokayı çıkarıp attım.
-Benim seni sevdiğim kadar değil, Kraliçem- dedi erkek. Sesi huzurluydu, mutluydu, tanıdıktı. Tanıdıktı ve bütün konuşmalar, şelaleden şu ana kadar olan bütün konuşmalar beynimden aktı. Tanıdıktı ama hiç bu kadar neşeli duymamıştım. Duymuş muydum ? Kafayı yiyordum. Toka karanlıkta parladı. Mezarın olduğu yöne baktım.
Resimler diye bağırdı beynim. Siyah, beyaz resimler. Kalın, güzel, oymalı çerçevelere asılmış resimler. Çok fazlalardı. Hepsinde iki kişi vardı. Benimle oyun oynanıyordu. Beni kandırıyorlardı. Bu imkansızdı. Resimdekilerin tanıdık siması gözlerimin önüne geldi. Ben ve Jiyong.
Midem kasıldı. Benimle oynuyorlardı. Bu imkansızdı. Aynı şeyleri tekrar edip duruyordum ama beynim almıyordu. Bu sesleri neden duyduğumu açıklardı. Açıklar mıydı ? Ben o değildim. Resimlerdeki kişi ben değildim. Sesler resimlerden sonra tanıdık gelmeye başladı, yakından gelmeye başladı. Benim sesim, Jiyong'un sesi. Ben o değildim. Ben kraliçe değildim. Ben.
Elimdeki bilekliğe baktım. Buruja. Bilekliği çıkarıp çiçeklerin arasına fırlattım. Bu ben değildim. Ben ne kraliçeydim ne de Ostra Yöneticisi. Bir oyunun içindeydim. Herkes beni kandırıyordu. Bunu hissediyordum. Kimse olmak istemiyordum. Yalnız olmak istiyordum ama bunu halledecektim. Bunu onunla halledecektim. Bu yüzden kraliçenin mezarına doğru ilerledim.
Vaov. Olayları anlayan ve anlamayan olarak ikiye ayrılıyoruz.
Ben anlamayan taraftayım. hehe
Şunu olayı bir şu satırda konuşsak mı ?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKYDRAGON
FantasyGücümü biliyordum Ne yapmam gerektiğini de Ama o gözler her şeyden vazgeçip, onunla beraber sessizce yaşama isteği oluşturuyordu işimde. Yine de ben o kişi değildim Oda beni tanımıyordu. Ben ne kadar yıllarca onu beklemiş olsam da.