Alonst'un Çocuğu

65 17 159
                                    

Allah sizi kahretmesin. Tam 85 bölüm anlamadınız bu bölümü atacağım zaman anlayın djdjd
Neyse bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış dhdhs hadi bakeeem

"Jiyong dur artık" dedim sinirle. Oradan yeterince uzaklaşmıştık ve Jiyong o kadar hızlı yürüyordu ki nefes nefese kalmıştım. Üstelik hiç yapmayacağı şekilde bileğimi feci şekilde sıkmıştı. 

"Jiyong. Yeter" dedim onu iterken. benden uzaklaşır uzaklaşmaz bileğimi ovaladım. 

"Senin derdin ne ?"

"Yok bir şey. İşimize dönelim. Kara Orman'a yürüyerek gitmek zor olacak. İleride bir köy var. Oraya gidelim ve bir at bulalım. Ayrıca köyün oradan Kara Orman'a diğer girişlere oranla daha düz bir giriş var. Direk sarayın bahçesine gidiyor. Atla o yolu kolaylıkla gidebiliriz"

"Neden saraya dönüyoruz ? Neler oluyor açıklayacak mısın ?"

"Yolda..yolda açıklarım" dedi ve yürümeye başladı. Elindeki buruja taşını sıkıca tutuyordu. Benim duyduğum şeyi oda duymuş olmalıydı. Duymamış gibi mi davranacaktı ? Yine benden bir şeyler mi saklayacaktı ?

"Jiyong orada neler oldu ?"

"Alonst'un yine şerefsiz yüzünü gösterdi"

"Hayır. Onu demiyorum ama onu duydun dimi ?"

"Dara'ya söylediklerini mi ? Duydum. Tam pislik herif. Onun boğazını keseceğim" diye söylendi. Tamam belli ki Jiyong bunu duymamış gibi davranacaktı. Bu yüzden önden önden yürüyor ve benimle göz göze gelmekten bile çekiniyordu. Açıkçası Alonst'un çocuğu olduğu gerçeğini bu geziye çıkmadan önce bilmiyordum. Yan o cani adamın çocuğunun olması imkansız gibiydi. Bir kadının onu sevmiş olma ihtimali. Jiyong durdu ve hızla bana dönüp elini enseme koyup beni kendine çekti. Kafam hızlı çekmesinden dolayı göğsüne çarptı. 

"Seni asla kaybetmeyeceğim" dedi kendi kendine. Benden uzaklaştı ve göz göze gelmemiz için eğildi. 

"Beni duydun mu ? Seni benden ayıracak her şeyi yok edeceğim. Gerek senin geçmişin olsun gerekse...benim geçmişim. Hepsini tekrar tekrar hatırlarsan bile ben sana unutturacağım." dedi. Benden uzaklaşsa da elimi bırakmadı ve hızla yürümeye devam etti. Yine de Jiyong'un bu gergin davranışlarını anlamıştım. Jiyong..o Alonst'un çocuğuydu. Bu yüzden bu kadar gergindi ve Alonst'un dediğini duyduğunda kalakalmıştı. Benim kalma sebebim gayet netti. Alonst'un çocuğunun aramızdan biri çıkmasına şaşırmıştım.

Peki bu bir şey değiştirir miydi ? Değiştirmezdi. Hatta bu Alonst'u sadece daha da cani yapardı. Karşında senin oğlun varken sen onunla savaşıyorsun. Jiyong'u istemişti. Taşla beraber çocuğumu verin bana demişti. Jiyong'u istemesi ne değiştirirdi ki ? Jiyong ne dediğini duymasına rağmen geri dönmedi. Yani onun yanında durmak istemiyor. Zaten istemiyordu bunu biliyorum ama belki de daha önce Alonst hiç onu yanına çağırmamıştı. Hiç onu istememişti ama artık istediğini belli ediyordu. Yine de Jiyong gitmemişti. Zaten binlerce hatadan sonra yaptığın iyi şeyin ne önemi var ki ?

Jiyong'a saygı duymalıydım. Bu konu hakkında konuşmak istemiyorsa konuşmazdık. Bu konunun ileride tekrar açılacağını biliyordum çünkü ben yeterince sabırlı biri değildim hiç bir zaman. Benden bunu saklamıştı. Bu konuda ona saygı duyacaktım. Saklamak istemesi normaldi ama iyi olup olmadığı, bu konuyu gerisinde bırakıp bırakamadığını konuşmamız gerekecekti çünkü onu önemsiyordum. Bu yüzden sadece sustum. 

Bütün bir yolu geçip ufak köye varana kadar sustum. Hava iyice kararmıştı ve köydeki evlerde bile ışık kalmamıştı. Herkes uyuyordu. Ben de o kadar uyumak istiyordum ki. Normal hayata dönmek, tüm bunlardan uzaklaşmak için her şeyimi verebilirdim. Jiyong ne yapacağını biliyordu. Bu yüzden sadece o ahıra girerken adımlarını takip ettim. Atlardan bir kaç tanesi huysuzca kıpırdansa da sessizliklerini korudular. Jiyong en yakın ata yaklaştı. İpini çözdükten sonra eyerini bağladı ve geldiğimiz gibi aynı sessizlikte ahırdan çıktık. Beni kaldırıp ata binmeme yardımcı olduktan sonra kendi de bindi. Tam o sırada bir adamın ahıra yaklaştığını gördük. Elinde bir tırmık vardı ve korkuyla bize bakıyordu. 

"Siz de kimsiniz ?" dediğinde ofladım. Onca olayın üzerine insanları hiç özlemediğimi fark ettim. Hep soru sorup, anlamsız diyaloglara giriyorlardı. Zaten yeterince bunalmıştım. 

"Bu atı ödünç alıyoruz. Yarın sabah Kara Orman'dan alırsınız" dedi Jiyong. Adamın ürpermesini izledim. Jiyong böyleydi işte. Yakınındaysan onun iyi biri olduğunu görürdün ama çevresi hariç kimseye kendini böyle göstermezdi. Bu herhalde kral olduğundandı.

"Dostum atımdan inin" dedi adam uyarırcasına. Karşımızda korktuğunu görsem de bu cesaretini taktir ettim. 

"Yarın. Kara Orman. İyiliğinin karşılığı olarak altında alacaksın"

"İstediğin kadar altın ver o ormana girmem ben"

"Merak etme. Yarın sabaha Kara Orman kalmayacak" dedi ve daha fazla açıklama yapmaya gerek duymadan atı dehledi. At ufak köyden uzaklaşırken adam arkamızdan delirdiğimize dair bir şeyler söyledi ki ona sonuna kadar hak verdim. Delirmiştik. Aklı başında olan insanlar böyle şeyler yapmazdı. Jiyong beklemekten delirmişti, ben ise öğrendiğim şeylerin ağırlığından. 

"Saraya neden gidiyoruz ?" dedim bir cevap almayı umarak 

"İşimiz var"

"Hadi canım! Emin misin ya ? istersen bir daha düşün" dedim alayla. Kafamı geriye atıp Jiyong'a baktığımda yüzünde bir gülümseme vardı ve bu sadece beni daha da sinir ediyordu. 

"Gerçek bir cevap istiyorum Jiyong. Lafı dolandırmadan"

"Sarayda bir işimiz yok. Buruja taşını olması gerektiği yere götürüyoruz bu kadar. Ondan sonra bizimkilere katılacağız. Bu yüzden hızlı olmamız gerek Chaerin. Hiç biri zarar görmeden onlara yetişmeliyiz" dediğinde kafa salladım. En azından bir cevaptı. Yol beklediğimden de kısa sürdü. Jiyong'un dediği yol gerçekten de seyrek ağaçların olduğu ve sarayın bahçesine çıkan bir yoldu. Yolda herhangi bir vita ile karşılaşmamamız da bizi hızlandırmıştı. 

Orman her zamankinden daha da sessizdi. Karanlığı hiç değişmemişti. Etraf zifiri karanlıktı ama bahçede attan iner inmez Jiyong atı bağladı ve kenarda bulduğu mumlardan birini aldı. Sarayın ön bahçesinden arka bahçesine doğru ilerlerken mumu yaktım. 

"Cidden etrafa mum mu saklıyorsun ?"

"Define avı gibi değil mi ? Her yerde bir şey bulabilirsin" dedi gülerek ama neşeli bir gülme değildi. Sadece bana iyi olduğunu kanıtlamak için güldüğünü biliyordum ama iyi falan değildi. Şu kısacık zamanda Jiyong'u biraz bile tanıdıysam ki ben böyle hissediyorum o şuan berbat bir haldeydi. Kafasının içinde bin tane düşüncenin olduğunu biliyordum. 

Mor sümbüllerin olduğu bahçeye çıktığımızda kendimi kesinlikle daha rahat hissettim. Hala burada olma sebebimizi bilmesem de bu bahçe beni sakinleştiriyordu. Jiyong bahçeye bir kez bakıp mezara çıkan yolda ilerledi. Adımlarımı hızlandırıp yanına yetiştim. Bahçeyi geçip tanıdık yoldan ilerledikten sonra kemikleri görmemle geldiğimizi anladım. Kafamı kaldırıp etrafa bakındığımda onlarca vitanın mezarı çevreleyen kemiklerin etrafında dizili olduğunu gördüm. 

"Neden buradalar ?" dedim sakince. Vitalar sesimle kafalarını kaldırıp bana baktılar ve benim varlığımla beraber uluaya başladıklarında kalbim hızla çarpmaya başladı. Jiyong ata binerken çantasına attığı taşı çıkarıp karşımda durdu. 

"İyi olacaksın. Ne görürsen gör sen şuan buradasın. Benimlesin ve iyisin" 

"Biliyorum" dedim ve bıçağı uzattığında aldım. Avucumun içine bir kesik attıktan sonra yumruğumu sıkarak kanın birikmesini sağladım. Elimi taşı üzerine uzattım. 

"Chaerin sadece benim sana söylememe izin ver." dediğinde kaşlarımı çattım ve kafa salladım. 

"Gerçek şu ki. Alonst'un çocuğu sensin" dediğinde kan taşın üzerine düştü ve delikten içeriye girdi. Beynim tek bir cümlede takılı kalırken kırmızı ışık her yanı kapladı. 

SKYDRAGONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin