Ben gözlerimi o yaratıktan ayırmazken metalin tırtıklı sesi ile Jiyong'a baktım. Kolundaki bilekliğin ne olduğunu şimdi anlamıştım. O bir kılıçtı. Jiyong bilekliği çıkardığı an metallar bir tık sesiyle birleşmiş ve uzun bir kılıç oluşturmuştu.
"2 tane" dedi öne atılırken. O yaratık da ona doğru hızla gelmeye başladı. Hırlama sesi ile yakınıma baktım. Diğeri sarı gözlerini üzerimde tutmuştu. Dişleri arasında yapışkan sıvılar vardı, bir köpeğe benziyordu ama minik kanatları vardı ve simsiyah vücudunda sarı gözleri parlıyordu. Yutkundum. Jiyong diğeriyle ilgileniyordu ama diğer canavar bana doğru uçmaya başladığında panikle geriledim. Çok hızlıydı ve karanlık hava hiç de yardımcı olmuyordu. Elimdeki bıçağı ona fırlattığımda yaratık yere düştü. Yerde acıyla bağıran, kanadına bıçak saplanmış hayvanı gördüm ve bıçağı kanadına denk getirdiğim için kendimle gurur duydum. Tek sıkıntı bunun onu daha da sinirlendirmesiydi. Yutkundum. Yaratık bana doğru gelirken geriye ilerledim. Jiyong hala ötekiyle ilgileniyordu.
Ayağım çantama takılınca yere yuvarlandım. Yaratık üzerime çullandı. Yerden hızla kaptığım bir dalı iki uçtan tutup ağzına soktum. Hırlıyordu ve hırlarken ağzındaki yapışkan sıvı üzerime akıyordu. Midem ağzıma geldi. Beni parçalara ayıracaktı. İçimdeki ateşe odaklandığımda üzerimin kanla kaplanması bir oldu. Üzerimdeki yaratığın kafasından geçmiş olan kılıcın sivri ucu iki gözüm arasında durdu. Sadece bir kaç santim gelse beni öldürecekti.
"Şu şeyi üzerimden al" diye çığırdığımda kılıca geçirdiği yaratığı kenara fırlattı. Kılıcını yaratıktan çekti ama yerine koymadı. Bir elinde sıkıca tutuyordu. Jiyong bileğimi sıkıca kavrayıp beni kaldırdı. "Gitmeliyiz. Hemen"
"Ne ? Az önce ölüyordum ve tüm suratım kan ve hatırlamak dahi istemediğim ama aklımdan hayatım boyunca çıkmayacağına emin olduğum bir sıvı ile kaplandı ve gitmeliyiz mi cidden ?" dediğimde bileğimi daha çok sıktı.
"Sürü halinde dolaşırlar. Daha fazlası gelecektir. Duymasalar bile kan kokusunu iyi alırlar. Acele et" dediğinde o kadar ciddiydi ki yerdeki çantamı aldım ve onun peşine takıldım. Hava kararmıştı. Önümü görmüyordum ve onun nasıl gördüğüyle de ilgilenmiyordum. Aramızda bir adımdan fazla mesafe koymuyordum çünkü burada kaybolursam hayatta yolu bulamazdım. Özellikle önümü bile göremiyorken.
"Onlar...neydi ?" dedim sessizce. Yeterince uzaklaşana kadar konuşma riskini göze alamamıştım. "Vita"
"Vita mı ? Yani onlara bu kadar basit bir isim...ne bileyim korkunçlardı"
"Asıl adları vitarakus optimyum ama uzun diye vita"
"Ne ? Cidden m ?"
"Hayır. Şaka yapıyorum. Sadece vita"
"Ha ha ha. Pek insanla konuşmuyorsun dimi ?" dedim alayla. Karanlıkta yüzünü göremiyordum ama güldüğüne emindim. Aslında pek de emin değilim. Değişik biriydi. Uzun ve sessiz olan bir yolcuğun ardından Jiyong durdu ve etrafa bakındı. Kaç saat yürüdüğümüz ya da ne zamandır ormanda olduğumu bilmiyordum çünkü anlayacağım bir hava yoktu.
"Burada kalalım. Güvenli. En azından şimdilik" dedi ve itiraz etmeme fırsat vermeden oturdu. Ben bu haldeyken cidden burada mı kalacaktık ?
"Pardon da bana bir bakar mısın ?"
"Baktım" dedi gözlerinin beyazları karanlıkta parlıyordu ve bana dönüktü. İstemsizce göz devirdim. "Yani yüzüm kan içinde. Bu halde nasıl uyumamı bekliyorsun ?"
"Zaten karanlık. Yüzün gözükmüyor bile" dediğinde alayla güldüm. Benimle dalga geçiyor olmalıydı. Amacım zaten güzel gözükmek yada gözükmek bile değildi. Amacım yüzümde kan olmasıydı ve yapışkan iğrenç sıvı.
"Beni cidden hayretler içinde bırakıyorsun" dediğimde sessiz kaldı. Yere oturdum ve sırtımı yasladım. Uykum yoktu. Kan kokusu burnuma gelirken zaten olsa bile uyuyamazdım sanırım.
"O şeyler...daha fazla var mı ? Yani vita"
"Çok. Genelde sürü ile gezerler. En az 5'li gruplar. Aslında bugün şanslıydık. İki salağa denk geldik ama genelde sürüden pek ayrılmazlar" dediğinde nefesimi tuttum. O şeylerle bir daha karşılaşmak istemediğime eminim. "Tahminen ne zamana Rastar'da oluruz ?"
"Rastar. Bir buçuk, belki iki haftaya." dediğinde oflamak istedim. Buradan bir an önce çıkmak istiyordum. İki hafta ise çok uzun bir zamandı. Yüzümden gelen kokuya zamanla alıştım. Kızları özlemiştim. Kızları, sarayı, rahat yatağımı ve sıcak duşu. Elim bileğimdeki bilekliğe gitti. Onlarla konuşmak istiyordum. En azından bir iletişim kurmak ve iyi olduklarına bakmak ama yapmama kararı aldım. Beni bu halde gördüklerinde sadece daha panik olurlardı.
"Yarın" dedi sessizce. Gözlerimi ona çevirdim. "Bir kaç saatlik uzakta nehrin bağlı olduğu şelale var. Oraya gidebiliriz. Temizlenmen için"
"Çok iyi olur" dedim minnettarlıkla. Kafa salladığını seçebiliyordum. Elim yüzüme koymamla vıcık vıcık yapının elime bulaşması bir oldu. Midem tekrar hareketlenirken ayağa fırladım ve yakındaki bir çalılığın dibine kustum. Bütün midemi çıkardıktan sonra Jiyong'un yanıma su matarasını bırakıp geri dönüşünü izledim. Su ile ağzımı çalkaladım ve kalan az miktarla da yüzümü olabildiğinde temizledim. Geri yerime oturdum. Uzun bir sessizlik oldu ama garip değildi. İnsanlarlayken sessizlik olunca gerilir ve garipserdim. Kendimi konuşmaya zorunlu hissederdim ama şuan öyle hissetmiyordum.
"Sabah 5 ve öğlen 2 arasında orman aydınlık oluyor. O saatlerde hareket etmemiz gerek. 2'den sonra havanın kararması sadece 1 saat alır. Akşam üzeri 4'te orman zifiri karanlık olur. Yani o saatten sonra anca mumla hareket edebiliriz."
"Mum ? Mum var mı ?" dedim heyecanla. Varsa ateşi de vardır. Ateşi özlemiştim. Sıcaklığının yüzüme vurmasını ve etrafımı aydınlatmasını. Ayrıca madem mumu vardı ne diye söylemiyordu şimdiye kadar ?
"Bende yok ama bir buçuk- iki haftaya ormandan çıkmak istiyorsak alabilecek bir yer var" dediğinde kaşlarımı çattım. Ne yani bana bu ormanda bir pazar olduğunu söylemiyordu umarım. İnsanlar ve vitaları yan yana bir şey satarken düşününce tüylerim ürperdi.
"Eğer mumsuz gitmek istersek" dedim. Uğrayacağı yere gitmek zamanımızı alırdı ve benim için zaman çok önemliydi. Üstelik Jiyong'a güvenmediğimin de altını çizmek isterim. Her ne kadar onu öldürmek kolay olsa da beni tuzağa düşürebilirdi.
"Eğer saat dörtten sonra karanlıkta oturup dedikodu yapmak istiyorsan oda olur" dediği şeyle kıkırdadım. Jiyong'la karşılıklı dedikodu yaptığımızı düşündüm de. Komik olurdu. "Mumsuz 4'ten sonra hareket edemeyiz. Önümüzü bile göremeyiz. Yolu bir hafta uzatır"
"Anladım" dedim. Jiyong'a güvenmekten ve o mumları almaktan başka bir şansım yoktu. Jiyong'a Kara Orman hakkında daha fazla soru sormak istiyordum. Çünkü olurda ben sabah bırakıp gitmiş olursa en azından yolumu bulmalıydım ama gözlerim uyku istediğini belirtmek istercesine kapanıyordu. "İyi geceler Jiyong"
"İyi geceler Chaerin" dedi sessizce ama rüya olup olmadığına emin değildim.
Vitalar tarafından büyük ormanda kovalanıyordum. O kadar nefes nefese kalmıştım ve yorulmuştum ki artık her şeyi bırakıp beni yemelerini beklemek üzereydim. Yorgunlukla elimi dizlerime koyup nefes aldım. O sırada yerde mor çiçekleri gördüm. Ben bu kötülük dolu ormanda gördüğüm bu güzel çiçeği hayranlıkla izlerken yakınımda gelen hırlamaları duydum ve panikle kalkarak sağıma soluma bakındım. Vitalar her yerdeydi ve bana doğru geliyorlardı. Kaçmak için önüme döndüğümde ayağım takıldı. Yerde, az önce çiçeğin olduğu yerde oturan ve gülerek bana bakan Jiyong'a baktım. "Kaçmalıyız" dedim. O sırada omzumdan şiddetli sarsılmayla rüyadan uyandım.
Nasıl gidiyor sizce ? Ben cidden zorlanıyorum. Aslında kendime bir meydan okuma gibi gelse de zor. İlk defa bölümleri yazarken bu kadar zorlanıyorum. Normalde ben ilk kelimeye başlarım ve her şey bir anda olur ama bu sefer çok dikkat etmek istiyorum çünkü duyuruda olduğu gibi bu kitap istediğim gibi giderse wattys 2021'e aday olmak istiyorum.
O yüzden bana objektif yaklaşacağınızı umuyorum. Buraya sizin sayenizde geldim. Teşekkür ederim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKYDRAGON
FantasyGücümü biliyordum Ne yapmam gerektiğini de Ama o gözler her şeyden vazgeçip, onunla beraber sessizce yaşama isteği oluşturuyordu işimde. Yine de ben o kişi değildim Oda beni tanımıyordu. Ben ne kadar yıllarca onu beklemiş olsam da.