Ostra Kraliçesi

82 16 80
                                    

Mezarlığa girdim. Kemikler hala duruyordu, sanki daha da çoğalmış gibiydi, daha ürkütücü.

"Neredesiniz ?" dedim seslere. Gitmişlerdi. Parmaklarımın ucunda olan ateş parçalarını yere attım. Yerde büyüyüp yayıldılar ve etrafı aydınlattılar. Gri mezar taşına baktım. Sinirle ona doğru yürümeye başladım. Kemikler ayaklarımın altında kırıldı. Sanki hepsini yok etmek istercesine adımlarımı her seferinde daha büyük bir öfke ile attım.

Gözlerine bakamadığım her saniye, kalbimin çürüdüğünü hissediyorum.

Bu yazıyı ilk okuduğum zamanı hatırladım. Ne kadar üzgündüm Kraliçe için. Şimdi ise sadece sinir vardı. Sadece öfkeliydim. Herkese, her şeye. Neyin içindeydim ben böyle ? Aklım almıyor, düşünemiyordum. Mezarın yanına çöktüm. Toprağı elimle attığım. Tırnaklarımı toprağa geçirdim ve kazmaya başladım. Tüm gücümle, dakikalar saatlere dönene kadar kazdım. Tüm öfkemi atmak istiyordum, göz yaşlarım toprağı ıslatıyordu.

"Bunlar şaka" diye söylendim kendi kendim. Mezarın iki yanı da toprakla dolmuştu. O kadar derine gömmüşlerdi ki ? Eğer o bensem, kraliçe bensem bir ceset olmayacaktı. Orada ne bir kemik, ne de başka bir şey olacaktı. Korkmuyordum. Böyle şeylerle korkacak biri değildim. Beni korkutan tek şey kızların da bu işin içinde olabilme ihtimaliydi. Sevdiğim insanlar beni sırtımdan bıçaklaydıysa ne anlamı kalırdı ki ?

Tırnaklarım bir bedene değdiğinde donakaldım. Ellerim toprağın üzerindeydi. Titriyordum. Ben Kraliçe değildim. Burada biri vardı. Biri yatıyordu. Toprağı elimle iki yana silkeledim. Elime siyah bir kumaş geçtiğinde biraz daha yukarı çıkıp silkeledim. Ellerimin altındaki bedeni hissediyordum. Gördüğüm bedenle ağzımdan bir çığlık kaçtı ve korkuyla geriye doğru düştüm.

"Bu benim" dedim sessizce. Öylece yatıyordum toprağın içinde. Üzerimde siyah bir elbise vardı, tenim hayır teni. Teni bembeyazdı, dudakları, dudaklarım kıpkırmızıydı. Gözleri kapalı olsa da acı çekiyormuş gibiydi. Büyük bir acı. İçten bir pişmanlık.

Midem bulanıyordu. Beden çürümemişti, bu zamana kadar kemikleri bile erimek üzeri olmalıydı ama ona hiç bir şey olmamıştı. O kadar...güzeldi ki ben olduğuma bile inanmıyordu beynim ama bendim. Odadaki resimler gibi.

Üzerinde toprakla kaplı siyah elbiseye baktım. Kabarıktı, askılıydı ve omuzları meydandaydı. Korkarak elimi bedene doğru uzattım. Parmaklarım siyah askıya dolandı ve onu aşağı indirdim. Tam kalbine. Kalbinde kocaman bir yarık vardı. Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı.

Bu oydu Kraliçeydi.O bendim. Ben. Çıkıp gitmek istiyordum, mezardan gitmek istiyordum. Çıktım da ama bu sefer mezarın kenarına oturdum. Fark ettiğim şey oturmamı sağladı. Benim gidecek bir yerim yoktu. Hiç bir yere ait değildim ben.

Mezarı neden açtım ki ? Ne fark edecekti ? Kraliçe olduğumu öğrensem ne değişecekti ? Öğrenmesem ne değişecekti ? Öğrenmiştim işte. Ben oydum. Kraliçe. Ne değişti ki ? Saraya dönüp evimdeymiş gibi mi davranacaktım yoksa Ostra'ya dönüp oraya aitmişim gibi mi davranacaktım ? Ama değildim. Oraya da, saraya da ait değildim. Mezara aittim. Şuan olmam gereken yer mezardı. Ben ölmüştüm, ölü olarak kalmalıydım.

Kendimi kalbimden bıçaklamışım ben. Kendimi bıçaklayacak kadar acı içine düşmüştüm. Peki neden ? Neden şuan buradaydım ? Yaşıyordum ve sebebini bile bilmiyordum. Mezarın içindeki kendime baktım.

"Bana yardım eder misin ?" dedim sessizce çünkü yardım isteyecek kimsem yokta. Hıçkırıklarım büyüdü. Artık ağlamak istemiyordum ama kendimi durduramıyordum da. Başıma neden bunlar geliyordu. Kraliçe. Jiyong...Jiyong kraldı. O dumanlar bunu mu açıklıyordu ? Kral, zalim, kötü, acımasız. Titreyen ellerimi vücuduma bastırdım. Her şeyi biliyordu, beni biliyordu.

Bu yüzden mi ona bağlandığımı hissettim ? Ona yakın hissetmiştim. Onun sevgilisi vardı ama beni öptü. Bir an için kraliçe ile mi karıştırdı beni ? Gerçek kraliçeyle. Hayır, hayır ben gerçek kraliçe değildim. Tanrım bunlar bir şaka olsun. Rüya olsun ve ben Ostra'daki ki yatağımda uyanayım. Rüyayı kızlara anlatayım ve birlikte dalga geçelim. Mikas yine kendi çağında rüyadan anlam çıkarmaya çalışsın. Onunla da dalga geçelim. Mikas. Cam kürenin çatladığını hatırlıyordum. Kötü şans.

"Mikas. Beni duyuyor musun ?" dedim karanlığa doğru. Gözlerimi sıkıca kapattım.

"Eğer duyuyorsan biraz yardımın tam zamanı Mikas. Lütfen. Kaldım öylece" dedim gözlerimi silerken. Ellerimdeki toprak yüzüme bulaştı ve göz yaşlarımla çamur oldu. Mezardaki bedene tekrar baktım. O bu kadar kusursuzken ben toz ve toprak içindeydim. Derin bir nefes aldım. Belki de yanına uzanmalı ve üzerime toprak atmalıydım.

Artık taşı bulmak istemiyordum. Ostra'ya da dönmek istemiyordum. Güçlerim kontrolden mi çıkıyor ? Çıksın. İnsanlar mı ölüyor ? Ölsün. Hepsinin canı cehenneme. Özellikle aralarına Jiyong'u da alacaklarsa istedikleri gibi gidebilirlerdi. Ben ölmüştüm. Öldüm ve yeniden hayattaydım. Bir önceki yaşamım da acıyla bitmişti, bu hayatımda da acı dışında bir şey görmemiştim.

Hırlama sesiyle gözlerimi kaldırdım. Karanlıkta parlayan sarı gözlerle göz göze geldim. Gözleri kapanıp açıldı. Vita. Bir değil yine sürü halindeydiler. Benimle göz göze gelen hariç hepsi bir kemik parçası bıraktı ama bana yaklaşmadılar. Etrafımdaki bir kaç parça ateş yüzünden yaklaşmıyorlardı.

"Gel" dedim ona. Gözlerini gözlerimden ayırmadan bir iki adım attı en öndeki. Dizlerimin üzerinde ona yaklaştım ve o durunca durdum.

"Hadi. Gel!" diye bağırdığımda hırlaması yükseldi. Alayla bir kahkaha kaçtı ağzımdan.

"Gel ve öldür beni. Bunu istemiyor musun ? Hadi" dedim gülerek. Ona doğru dizlerimde bir kaç adım attığımda kararlılıkla bana doğru ilerledi. Diğerleri hemen onun arkasındaydı. Korkmuyordum. Onlardan korkmuyordum. Hepsi gelebilirdi. Beni parçalara ayırabilir ve buraya atabilirlerdi. Hiç biri umurumda değildi.

"Hadi. Zarar vermeyeceğim. Hiç bir şey yapmayacağım. Öldür beni" dedim çaresizce. Ben bunu yapamayacak kadar korkaktım ama bunu isteyecek kadar çaresizdim. Herkes kandırmıştı beni. Beni bir oyun içine almışlardı. Tekrar yaşamak istemiyorken bana sonsuz bir hayat vermişlerdi. İstemediğim güçleri vermişlerdi.

Vita tam karşımdaydı. Gözleri üzerimdeydi. Bir saniye bile kırpmadı gözlerini. Hemen yanımda bir ateş vardı. Dizlerimin üzerinde duruyor, ona doğru eğiliyordum. Yüzlerimiz bir birine o kadar yakındaki nefesini yüzümde hissediyordum. Hareket ettiğinde gözlerimi kapattım ama o benim beklemediğim bir şeyi yaptı. Kafası boynuma sürttü. Ani temasıyla yere oturdum. Kucağıma geldi ve kafasını eğdi. Avucumu burnuyla kaldırdı ve kafasını altına soktu.

Sevgi mi bekliyordu ? O yanıma gelir gelmez diğerleri de koştu ve etrafımda bir halka oluşturdular. Hepsi bana yanaşıyor ve hırlıyorlardı. Kıyafetlerime sürtüyor ve onları sevmemi bekliyordu. Ellerimin altındaki tüylü derilerini hissediyordum. Kanatlarını oldukları yerde çırpıyorlardı.

"Ne oluyor ?" diye fısıldadım şaşkınlıkla. Bana daha önce saldırmışlardı. Öldüreceklerdi ama şimdi farklıydı. Beni seviyorlardı sanki.

"Anlamıyorum. Neden ?" dediğimde biri elimi yaladı. Bir kıkırdama kaçtı ağzımdan.

"Sana tapıyorlar" dediğinde kafamı kaldırdım ve kemiklerin diğer tarafında duran Jiyong'la göz göze geldim.

"Seni seviyorlar, saygılarını gösteriyorlar"

"N-Neden ?"

"Çünkü sen Ostra Kraliçesisin."

Anlamayanlar hehe

Merak ettiğiniz yerleri bana sorabilirsiniz.

SKYDRAGONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin