"Oda bunu istiyor zaten" dediğinde ona döndüm. Gözlerim bulanık görüyordu. Hemen arkasında kalan ağacı gösterdi.
"Bizi ayırmak istiyor çünkü o kaostan besleniyor" dediğinde altın sarısı güzel ağaca baktım. Sanki sarıları bizim buraya ilk geldiğimizden daha da parlaktı. Yine beni kendine çağırıyordu ama bu sefer gitmeyecektim. Bu sefer kanmayacaktım. Gözlerim Jiyong'u buldu.
"Bunun onunla bir alakası yok" dedim ama ben bile emin değildim.
"Var. Chaerin o sadece kavga etmemizi, ayrılmamızı istiyor. Böylece ne kadar üzgün olacağımızı, ne kadar savunmasız olacağımızı biliyor. Ormandaki bütün kötü enerjiyi çektiği gibi, daha fazlasını istiyor" dediğinde bakışlarım yine ağaca kaydı. O kadar güzeldi ki Jiyong'un dediklerinin saçmalık olduğunu düşündüm bir saniyeliğine. Lakin sonra dan da çok mantıklı geldi. Madem geleceği gösteriyordu neden o anı seçmişti ? Jiyong'un öldüğü anı seçmişti çünkü acı çekeceğimi biliyordu.
"Yine de izleyemem bunu. Kendini öldürmeni göremem" dedim sonra gelecekte gördüklerimi hatırladım. Ne olursa olsun o anı görecektim çünkü tam burada Jiyong'u bırakıp gidiyordum. Gittikten sonra pişman oluyor, hatta belki başka bir şey buluruz diye ona geri dönüyordum. Sonra Jiyong kendini öldürüyordu. Yani ne olursa olsun, burada Jiyong'u yalnız bıraksam da geri dönecektim. Peki şimdi gidersem ? Onu terk etmeden gidersem onunla beraber, o zaman kaderi değiştirme imkanımız olabilir miydi ?
"Chaerin..bu son seçeneğimiz" dediğinde ona döndüm tamamen. Sıkıca çantamı tuttum. Bunun bir seçenek bile olmasını istemiyordum. Bu ihtimali düşünmeyecektim.
"Peki ondan önceki seçeneğimiz ne ?"
"Bu" dedi sakince. Diyeceği şeyden hoşlanmayacağımı duraklamasından bile anlıyordum. Devam etmesini belirtircesine baktım yüzüne. Derin bir nefes aldı.
"Bir efsaneye göre bir hayvan var ve onu bulursak onun kalbini alacağız"
"Ha güzel. Harika" dediğimde kaşlarını havalandı. Elimde sıkıca tuttuğum çantayı ona attım.
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun ? İşimiz efsaneye mi kaldı şimdi ?" diye sinirle soludum. Çantamı yere düşmeden tuttu ve omzuna astı.
"Efsane ama gerçek olabilme ihtimal-"
"Jiyong efsaneler çocukları eğlendirmek için anlatılır!" diye bağırdım. Nedense sürekli üstüme geliyordu. Sürekli saçma sapan fikirler ortaya atıyor ve beni gerçek anlamda kızdırıyordu.
"Biliyorum haklısın" dedi sessizce ama yalan atıyordu. Bu dediğime inanmıyordu. Yok artık. 200 yaşındaki adam saçma salak bir efsaneye inanıyordu karşımda.
"O zaman gidiyoruz. Efsane gerçek falan değil."
"Ama Chaerin azizler"
"Azizler, azizler, azizler. Adamların ne yaptığı bile belli değil Jiyong. Umurlarında bile değiliz."
"Sen umurundasın" dediğinde kaşlarımı çattım.
"Ne yani Ostra'yı bırakıp başka yerde yaşamana izin mi verecek Chae ?"
"Ya ondan izin isteyen kim!" dediğimde ofladı. Gözlerimi devirip ona yaklaştım.
"Bak Jiyong. Bugün çok kalbimi kırdın, beni üzdün ve hala inat ediyorsun. Vazgeç intikamdan. Baksana bana. Yanındayım Jiyong. Seninle geleceğimi söylüyorum, senin yanında kalacağım. Ne olursa olsun. Kimse beni senden ayıramayacak" dediğimde belimden tutup beni kendine çekti. Ellerimi boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldım. Şuan biraz daha sakindim ve kesinlikle daha rahattım. Kafasını omzuma koyduğunda burnu boynuma sürttü. Kıkırdamamak için kendimi zor tuttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKYDRAGON
FantasyGücümü biliyordum Ne yapmam gerektiğini de Ama o gözler her şeyden vazgeçip, onunla beraber sessizce yaşama isteği oluşturuyordu işimde. Yine de ben o kişi değildim Oda beni tanımıyordu. Ben ne kadar yıllarca onu beklemiş olsam da.