"Siktir" söylenirken sırtımı bir ağaca yasladım ve bacağıma baktım. Of çok acıyordu. Bıçağın kabzasını kavradım. Bunu yaomak istemiyordum ama benim yerime bunu yapacak kimse yoktu yanımda. Nefesimi tuttum ve tüm gücümle bıçağı çektim. Çığlık atmamak için kolumu ısırdım ve acıyla yere çöktüm. Daha sadece 2 gün olmuştu, daha Kara Orman'a adım bile atmadan kendimi yaraladıysam buradan sağ çıkabilir miydim emin değilim. Bıçak yardımıyla gömleğimin altından büyük bir parça kesip bacağıma bağladım. Bu yara beni öldürmezdi ama süründüreceğine emindim. Bıçak çok derine girmişti ve yara çok fazla kanıyordu.
Kafamı ağaca yaslayıp etrafa bakındım. Kıyıdan yeterince uzaklaşmıştım. Kara orman cidden....karanlıktı. Gökyüzü bile ağaçların uzunluğu yüzünden kapkaranlık duruyordu. Ağaçların kuzeyi gösteren tarafı yaşlı, yapış yapış yosunlarla kaplıydı. Hareket etmem gerektiğini biliyordum ama çok yorgundum. At üzerindeki uzun yolculuğum ve yarım saat önceki kavga beni bitkin düşürmüştü.
Sırtımı yasladığım ağaca baktım. Biraz dinlenmek iyi olabilirdi zaten ayağımda kötüydü. Ağacın uzun dallarından birini tutup kendimi yukarı çektim. Biraz daha yukarı tırmanıp sağlam olduğunu düşündüğüm bir dala kuruldum. Etrafta baykuş sesleri ve rüzgarın yapraklarda oluşturduğu hışırtı vardı. Onun haricinde tüm orman sanki ölüm sessizliğine bürünmüştü. Tüylerim diken diken olurken son kez yaraya baktım. Midem bulanınca gözlerimı sıkıca kapattım. Sabah bunun da bir çaresine bakmam gerekecekti. Bir plan düşünmeliydim ama sessizlik beni ürküterken aynı anda huzur verdi ve kendimini uykuya bıraktım.
"Şişt sakin ol yoksa ikimizde yere çakılırız" dediğinde huysuzca kıpırdandım ama biri bacağımı tutup sabitledi. Gözlerimi açıp karşımdaki adamın yakasını tutmam ve yumruk yaptığım elimi ona doğru uzatmam bir oldu. Karşımdakinin benim yaşlarımda olduğunu görünce bakışlarım yumuşasa sa elimi indirmedim. O ise hiç gerilmemiş, hatta bana bakma zahmetine bile girmemiş hala bacağımla ilgileniyordu. Bacağım!
"Kimsin?" Diye sinirle soludum. Bir macunu yaraya sürerken yara yansa da sesimi çıkarmadım. Kimsenin önünde mızmızlanan bir bebek gibi gözükmek istemiyordum. Özellikle onu tanımıyorsan.
"Sana kimsin dedim!" Diye sesimi yükselttim. Boş kahverengin gözlerini bana çevirdiğinde sırtımı ağacın sert yüzeyine yasladım.
"Bağırmaya devam et. İntihardan daha kolay olur. Her şeyi başımıza toplamak mı istiyorsun ?" Sesi soğuktu ve duygudan yoksun. Sinirli miydi yoksa alay mı ediyordu anlamamıştım. Ağacın dalının ucunda oturuyordu ki o tarafa geçmesi için benden önce çıkması gerekiyordu. Bunu nasıl yaptığını anlamasam da sorgulanacak daha farklı şeyler vardı. Mesela kimdi bu ? Ve neden Kara Orman'daydı ?
" Bir daha sordurtma o zaman. Kimsin söyle"
"Sonunda aciz haline dayanamayıp yardım eden birisiyim" dedi. Aciz ? Pardon ama ayağımın yaralanması hariç gayet iyi durumdaydım. Elimi indirdim. Ters bir hareket yapacak olursa zaten onu öldürmem 2 saniyemi almazdı. Macun sürmeyi bitirince gömleğimi bağlandığım parçayla bacağımı tekrar bağladı.
"Aciz falan değildim. Yardım da istediğimi hatırlamıyorum!"
"Bir günü geçti. Bu ağacın tepesinde uyuyordun. Artık öldüğünü düşünmeye başlayacaktım. Bari yardım edeyim dedim." Dediğin de gerildim. Cidden o kadar olmuş muydu ? Sabah saatleri olduğu belliydi. Normalde olsak akşam üstü derdim ama Kara Orman'da akşam üstü zifiri karanlık oluyordu.
Karşımdaki çocuğa baktım tekrardan. Ellerindeki macunu bir beze sildi sakince. Yüzü solgundu, koyu kahverengi gözleri siyah gibi duruyordu ama bu ortamın karanlığından dolayı da olabilirdi, siyah saçları gözlerinin önüne dökülüyordu. İnce parmaklarıyla saçlarını geriye attı ve gözlerinin önünü açtı. Bir anda aşağı atladığında az kalsın çığlık atacaktım. Ona bir şey oldu mu diye aşağı baktım ama o çoktan ağacın kenarındaki bir çantayı almıştı. Harekete geçtim.
"Dur bakalım orada!" Dedim ağaçtan inerken. Durup sakince bana döndü. Hareketleri yavaştı. Normalde insanların kaçmak istediği bu yerde böyle rahat olması garibime gitmişti. Sarılı ayağımı gösterdim.
"Bu da ne ?"
"Bir ilaç. Bir iki güne düzelir ayağın. Yine de çok yüklenme"
"Peki sen ne yapıyorsun burada ? Neden ormandasın ?"
"Kraliçe misin ? Bu sorgu ne ? Öyle bile olsan Kara Orman'dasın. Buranın bir kraliçesi yok. Yaygaranı kendi ülkende kopar" dediğinde kaldım. Daha önce kimse benimle bu şekilde konuşmamıştı. Ayrıca çekingen duran herif iş laf sokmaya gelince belli ki çenesi düşüyordu.
"Bana yardım eden insanın kim olduğunu merak etmem gayet doğal"
"Etmedim say o zaman" dedi ve çantayı sırtına taktı. Siyah bir pantolon ve üzerine yine siyah bol bir şey giymişti. Bana sırtını dönmesiyle ensesindeki dövmeyı gördüm. Bakmak için can attığımı fark etsem de kendimi tuttum.
"Ama ettin. Neden yardım ettin o zaman ?"
"Sanırım sana acıdığımı söylemiştim" sinir beni ele geçiriyordu. İçimdeki ateş onu yakma isteğiyle gün yüzüne çıktı. Bir anda bana döndü ve kaşlarını çattı.
"Peki sen kırmızı başlıklı kız ? Neden Kara Orman'dasın ? Kurtlara yem olmak için daha güzel yerler var" dedi. Yüzü hala ifadesizdi ama sesindeki alay fark edilmeyecek gibi değildi.
"Kurtlar benim kim olduğumu görse kuyruklarını kıstırıp kaçarlar yani benim için endişelenme!"
"Senin için değil. Kurtlar bir kez insan tadı alınca uzun süre unutamazlar ve her şeye saldırır." dediğinde gerildim. Yani ormanda gerçekten kurtlar vardı. Ben bunun bir mecaz olduğunu düşünmüştüm.
"O zaman yem olmamaya çalış" dedim çantamı koluma geçirken. Alaylı gözleri üzerimde gezindiğinde yüzüm kızardı. İnsanların durup beni incelemeleri hoş değildi. Yine de bu adama bir minnet borcum vardı. Yaram iyileşmese de ağrısı geçmişti.
"Şey..Orman'dan en yakın nasıl çıkarım? Rastar'a gitmek istiyorum" dediğimde bir kaç saniye sonra bakışlarını üzerimden çekti. Uzun, ince parmağını kuzey'e doğru işaret etti.
"O taraftan. Kuzey'e devam et. İki saate hava kararacak. Belli ki dikkatsiz birisin, kranlıkta yol alırsan ölürsün" sinirle kaşlarım çatıldı. Neydi bu şimdi ? Ona cevap verme gereği bile duymadan bir kaç adım attım. Son anda aklıma gelen şeyle arkamı döndüm.
"Peki..ormanda nehir falan..belki bir göl var mı ?" Dedim çekinerek. Aşırı susamıştım ve boğazım kurumuştu. Mataramdaki son suyu Bulut'la içmiştik.
"Onun için bu taraftan gitmen lazım" dedi batıyı gösterip. Çantasından çıkardığı matarayı bana uzattı.
"Su. İç ve kuzeye devam et"
"Ben..nehre gitmeliyim. Suyum hiç yok ve uzun süre devam edemem" dediğimde aramızdaki mataraya baktım. İçimdeki ses al onu diyordu. Hızla suyu kapıp kafama diktiğimde susuzluğum geçmese de boğazım artık kuru değildi. Boşalan matarayı ona uzattım.
"Nehre gidiyorum. İstersen yürü" dedi ve ellerimden aldığı matarayla ilerlemeye başladı. Aslında hiç o tarafa doğru gidiyor gibi değildi ama tek başıma ilerlemektense yanımda başka birinin olması iyiydi. En azından karşıma bir kurt çıkarsa onu öne atar ve kaçardım. Hayır böyle bir şey yapmazdım. Yani belki.
"Eh o zaman..Ben Chaerin." Dediğimde başını hafif eğip bana baktı. Bir kaç saniye sonra önüme dönüp hızla ilerlemeye başladı. Soğuk bir insandı, onu böyle kabullenmem gerekti. Ne kabullenmesi Chae ? Zaten nehirden sonra o yoluna, sen yoluna.
"Yüce karanlık ormanın kadim görevlisi. Bir ismin yok mu ?" Dedim alayla. Yana devrilen bir ağacın üzerinden atladım.
"Jiyong" dedi ilerlerken sessizce. Gülümsedim. Şu ormandan bir an önce çıkmak istiyordum. Garip bir havası vardı. Sanki bir çift göz beni izliyor gibiydi. Ürperdim ve aramızdaki mesafeyi azaltmak için koştum.
Telden yazdığım için arada hatalar oluyor. Sorry babe 💖
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKYDRAGON
FantasiGücümü biliyordum Ne yapmam gerektiğini de Ama o gözler her şeyden vazgeçip, onunla beraber sessizce yaşama isteği oluşturuyordu işimde. Yine de ben o kişi değildim Oda beni tanımıyordu. Ben ne kadar yıllarca onu beklemiş olsam da.