Güneş ışığının rahatsız edici parıltısına kayıtsız kalmadım daha fazla. Yabancı bir yatakta, burnuma dolan yeni kıyafet kokusu ve yeni yeni algıladığım erkeksi parfüm kokusuna aralanan bulanık sarı irislerimin gördükleriyle nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Burası bizim eve yada tanıdığım bir ortama benzemiyordu.
"İyi de neresi burası?" Kendime sorduğum sorunun cevabını yine kendim cevapladım.
Burası öyle bir yerdi ki; Cennetle cehennem arasında kalan araf gibi bembeyaz, saf ve temiz. Yüzümü bir anlık güldüren bu saflık, karşımda duran aynadaki yansımamı görene kadar sürdü. Her şeyiyle umut aşılayan bu ortama eğreti duruyordum.
Üzerime örtülen pamuk kadar yumuşak örtüyü kaldırdım ve çıplak ayaklarımı alışık olmadığım sıcak zeminin üzerine bıraktım.
Odayı aydınlatan kocaman camlara yaklaşınca nutkum tutuldu. Senelerce denizi olan bir şehirde, denize hasret yaşamışım resmen. Sonsuzluk vaad eden masmavi göğün altında ipek misali duru ve yumuşak çarşafı anımsatıyordu.
Ellerim sanki bu uzaklıktan ona dokunacakmış gibi cama yapıştı. En ufak kıpırtıda köpürerek havalanan etek uçları, dudağımın kenarını ısırarak gülümsememe neden oldu.
"Günaydın! Uyanmışsın!" Arkamdan gelen sesle bu huzurum kısa sürdü. Ben kendimi cennetin yalancı köşesinde sanarken, Ekrem onun huzur sandığı cehenneminde olduğumu gösterdi.
"Burası neresi?" Dayandığı kapının pervazından kendini öne atarak yanıma adımladı.
" Senin sarayın Deva! Gönlümdesin!" Kapıldığım korkunun tarifi olmadan kendime kaçacak yer aradım.
"Şaka mı bu? Eğer öyleyse hiç komik değil Ekrem bey!" Odanın ortasına kadar gelip, yatağın kenarına uzun bacaklarını açarak oturdu.
"Hayır şaka yapıyorum. Bundan sonra benimle birlikte yaşayacaksın Deva!" Zehirli gözlerini yerden alıp üzerime doğrulttu.
"Üç gün önce, sen işe gelmeyince endişelendim. Musa'yı gönderdim seni getirmesi için, geldiğinde de kendinde değildin.
Bende neler olduğunu anlamak üzre evime getirdim; gelen doktor üşütttüğünü söyledi, burada tedavini yaptı... Neredeyse üç gündür uyuyorsun..." Ne zaman sonra idrak ettiğim üzerimde duran beyaz elbiseye baktım ve korkunun koyusuna bulanan sarı irislerimi, zehirin yeşiline odakladım.
"Neden buraya getirdiniz...? Hastaneye de götürebilirdiniz öyle değil mi?" Güldüğünde kısılan gözlerle uzun uzun baktı yüzüme.
"Daha fazla yorma kendini. Çok yorgun düşmüşsün, enerjini toplaman gerekiyor..."
"Beni düşünüyormuş gibi yapmayın. Ekrem bey. Oysa ben sizin..." Hızla ayağa kalkarak yanıma ulaştı.
"Oysa sen beni ne Deva? Nefretini mi dile getireceksin? Yoksa beni sevmeye başladın mı? Hangisi?" Yaşlı gözlerimi kaldırdım.
"Artık neyi değiştirir Ekrem bey? Siz benim saflığımı, bana ait olanı aldınız elimden. Sizi sevsem ne? Sevmesem ne? Evet Sizi sevmiyorum ama içten içe bir gün beni Azad edeceğinizi düşünüyordum... Siz benim güvenimi de yok ettiniz!" Ben yitikliğime ağlarken o gülümseyerek kalktı önümden.
"Ya annem? Üç gün dayanamaz o eve!" Kenime sorduğum sorunun cevabı geldi hemen.
"Annen iyi Deva! Onu himayeme aldım. Seni elimde tutabilmek için en büyük kozumu geride bırakamazdım! Masumiyetine gelince; o benim evet, tıpkı senin gibi! Burası ister esaretin olur, istersen huzurlu yuvan... Sen ver kararını!!!" Göz kırparak kapıya adımladı, tam çıkma üzereyken geriye dönmeden kurdu cümlelerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynadaki Ben
Teen FictionBalçıkla sıvanmış bir hayat, ne kadar temiz olabilir ki ??? Soruyorum size??? Aşk mı daha yakın ömrüme? yoksa ölüm mü? Hangisi kaderim?