Duygularım o kadar bulanık ki; neyi nasıl göreceğimi bilemiyorum. Şaşkınım, en uç noktalarda yaşıyorum her şeyi. Davranışlarım, düşüncelerim öylesine düzensiz, öyle tutarsız ki; bir adım geriye dönmeyi dönemedim.
Araladığım kapıdan duyarsızca çıkarken hissettiğim acı ölüm acısıyla eş değerdi. Kaybetmenin sancısıydı durmam için yalvaran. Kulaklarımı sağır eden adımın haykırışı ateşledi ruhumu tutuşturan fitilin ucunu.
"Deva...."
Basamak basamak aşağı inerken merdivenler kayıyordu sanki ayaklarımın altından. Gitmemi istemiyor gibiydi ama ben gidiyordum ardımda bir virane bırakarak... Tıpkı benim gibi yıkık dökük. Çaresiz!
Dakikalar içerisinde ulaştığım beni ya özgür, ya aşka köle edecek kapıyı açtığımda karşımda bize kapıyı açan adamla karşılaştım. Bir süre öylece donuk kaldı bakışlarım onun üzerine ve bir adım daha ileriye gidemedim. Meraklı bakışları beni süzereken, merhametini saklayan adamın gözleri belirdi zihnimin odalarında. Ayaklarım desen geri geri gitmek için can atıyordu.
Sonra düşündüm; ya gerçekten seviyorsam? Peki ya hiçe sayarım gururum? Gerçekten affedilmez miydi geçmişte yaşattıkları? Yeni sayfalara yazılacak güzel anılar biriktirilemez miydi? Hala içimizde gizlediğimiz ortalığa dökülmeyen dikenlerimizden kurtulamaz mıyız? Ve ben biliyordum ki; bu kapıdan çıkıp gidişim geri dönülmeyen kaybediş olacaktı!
O an bir karar aldım hayatımı tümüyle değiştirecek. Yüreğimi bir demircinin tezgahında dövdüğü o metal parçası gibi kor ateşler içerisinde kan revan olana dek dövdüm.
Bin kez... Bin kez tekrar ederek, bağıra çağıra sordum her vuruşta "sevgi mi hissettiğin? Yoksa acımak mı?" Diye. Hangisiydi sahi hissettiğim? Ama biliyordum artık hissettiğimin ne olduğunu. Emindim... Çünkü beni esir alan tecrübesiz bu duyguyu iliklerimde yaşadım onsuz aylarca.
Elim usulca bıraktı o soğuk demir kapıyı. Geriye dönüp merdivenlere baktı son defa yaşlarla dolu gözlerim ve kalbim ilk adımı atmam için itekledi sırtımdan...
Sonrası mı?...
Sonrası hasret... Sonrası soluk soluğa kayboluş... Sonrası her bulduğumda damağımda kalan mutluluk olması için çabaydı. Sonrası son durağımdı artık.
Var gücüyle tırmandım ikişer üçer merdivenin basamaklarını. Ayaklarım düşmemek için titreyerek direndiğinde aşk bir omuz attı sevdamın ağır yüküne.
Çölün kavurucu ayazında donmak üzere olan adamı kollarımın arasına alıp cılız yanan ateşimle ısıtmaya gidiyordum işte.
Biliyorum savaştı bu ilan ettiğim. Geçmişe, geleceğe inat huzurla yaşamanın, bir kez olsun yüzümün gülmesi için ödeyeceğim bedelin savaşıydı.
Bıraktığım aralık kapının önüne nefesim kesilerek vardığımda parmak ucumla ittirdim. Benden önce o a koşmak için firar etmek isteyen kalbim kaburgalarıma çarpıyordu şiddetle. Boğazımda atan ve nefesimi çalanın ne olduğunu anlamış bile değilim.
Daha biraz önce elimden tutarak getirdiği odanın kapısından başımı uzattığımda tek başına dizlerinin üzerine çökmüş sol eliyle başını destekleyerek yerde hıçkıra hıçkıra ağlayan adama baktım.
O Adal mıydı? Yoksa bana anlattığı yüreğinde hala yaşayan masum çocuk muydu? Her ikisi de oydu işte. Benim kadar yaralı, vurgun.... Çaresiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynadaki Ben
Teen FictionBalçıkla sıvanmış bir hayat, ne kadar temiz olabilir ki ??? Soruyorum size??? Aşk mı daha yakın ömrüme? yoksa ölüm mü? Hangisi kaderim?