"Deva!" Omuzumun üzerinden dönerek baktım kendini beğenmiş bu kadına.
"Buyurun Mine hanım?" Alayla kıvırdı dudağının kenarını.
"Başın sağolsun, çok üzüldüm gerçekten... Bu yüzden mi Ekrem'in evine kapağı attın?" Ne demek istediğini anlamaya çalıştım ama mantıklı bir şey çıkaramadım kelimelerinin arasından.
"Benim neden başım sağ oluyor anlayamadım? Ayrıca o kuzeniniz olacak adam beni buraya zorla kapattı, ben kimseye kendimi yamamadım!" Kahkahasıda kendi gibi yapmacıkdı bu kadının. Yalandan gülümsesi sinirime dokunuyordu.
"Ah canım benim ya, senin hiç bir şeyden haberin yok gerçekten. Biliyor musun? Acınası bir böcek kadar aciz olduğunun farkına bile değilsin... Yazık sana annenin ölümünden bile bir habersin!!!" Kaşlarım derin yol oluşturdu alnım ortasında, algılamakta zorlandığım sözlerinin karşılığını vermek üzereyken Ekrem'in gür sesi yankılandı salonda.
" Sen artık çok oldum Mine. Bu defa baban dahi alamayacak seni elimden..." Solan benzimle söylediklerini teyit etmek istedim.
" Söyledikleri doğru değil, değil mi?" Kızıla dönen zehirli yeşilleri Mine'den bir saniye bile ayrılmadı.
"Sana söylüyorum!!! Söyledikleri yalan değil mi?" Öfke kusan mimikleri tedirginliğe döndü. Kokuya kapılan Mine ise iyice köşeye sıkışmıştı.
"Deva sana söyleyecektim..." Beynimden vurulmuşa döndüm bir anda. İnanmak istemedim, o yalancının teki ve beni elinde tutabilmek için herşeyi yapacak biri sonuçta.
"Nasıl bir oyun bu böyle, işi canımı yakmaya kadar vardırıyorsunuz..." Kalbim bir kuş gibi göğüs kafesimin içerisinde çırpınıyordu, doğru olmasından korktuğu yalandan dolayı.
"Yalan değil Deva, öğrendiğimde maalesef geç kalmıştım... Çok... Çok üzgünüm elimden bir şey gelmediği için..." Bacaklarım zayıf bedenimi taşıyamaz hale gelmişti, depremlerin fay hatları bacaklarımdan geçiyordu sanki. Daha fazla sarsıntılara dayanamayarak çöktü olduğu yere ve ben yerle yeksan oldum.
"Hayır... Hayır... Annem ölmemiştir... Ölmedi de! Anne ölme... Ölmedim de!!! Anneeee!!! Anneciğim!!! Anne!!! Ölmedi, benim annem ölmemiştir, yalan söylüyorsunuz... Anne!!!!" Boş bakıyordu gözlerim, görmüyordu etrafında üzerime koşanları. Durmuyordu kulaklarım uğultudan başka ses... Çünkü annemin kızım diyişini işitiyordum uzaklardan, nereden geldiğini anlamadan.
Karanlıklara gömülüyor, batıyordum güneşin kayboluşu gibi. Etrafım zifiri zindan oldu, çok uzaklarda bir ışık noktasına takıldı bulanık yaşlı gözlerim. Ayağa kalkmaya çalıştım ama dizlerimdeki dermansızlık yıkıyordu yeniden beni. Ne o tünelin ucundaki özgürlüğe gidebildim, nede esaretimde annem gibi ölebildim.
Yüzüme serpilen soğuk sularla karanlık kuyudan gerçekliğe döndüm. Koltuğun üzerine oturtulmuştum, Ekrem baş ucumda, saçlarımda gezinen parmaklarıyla adımı tekrarlıyordu sürekli. Ne ara bu hale geldim, kendimi kaybettim farkına bile varmadım. Yerde sabitlenen gözlerimi kaldırdığımda, Musa ve Mine az ileride ayakta yüzüme manasızca bakıyordu. Şule denen evin çalışanı ise bileklerime sürdüğü kolonyayı arada burnuma tutuyordu.
Kendime tamamen geldiğimde başımı çevirip derin nefes aldım iç çekişler arasında. Hayattaki tek parçam, dayanağım yaşama sesebim beni bırakıp; masal gibi anlattığı cennetin eşiğinde beklemeye gitmişti. Bulanık gözlerim saklamadı yaşlarını, utanmadan aktı bir bir can parçam için hıçkıra hıçkıra.
"Dayanamadı o evin soğuk duvarlarına, bensizliğe iki gün dayanamadı işte. Öldü canımın içi... Meleğim benim..." Dilim masum isyanını dökerken Mine soğuk sesiyle beni kurşun misali vurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynadaki Ben
Teen FictionBalçıkla sıvanmış bir hayat, ne kadar temiz olabilir ki ??? Soruyorum size??? Aşk mı daha yakın ömrüme? yoksa ölüm mü? Hangisi kaderim?