Sahilin lodosuna karşı oturup yorgun ruhumu, ıslak gözlerimi dinlendirerek yosun kokusunun ciğerime nakış gibi işleyen dalgaların kayalıklara çarpıp tenimi yanlamasına aldırış etmeden saatlerce denizin çalkantılarını
seyrettim.Etraf git gide sessizliğiye bırakırken kalabalıklarını kaybolan zamanın yeni yeni farkına varıyordum. Oturduğum kaya parçasından yarı ıslak kalkarak geldiğim yönde ilerledim.
Malum bu gece bir tiyatro gösterim vardı. Başrolünü benim oynadığım adı yalancı aşk gösterisiydi. O kendini beğenmiş adamın yalandan da olsa sevgilisi olmak gerilmeme neden oluyor.
Çünkü ne zaman benimle temas halinde olsa; bastığım toprak kayıyor, yer küre yerinden kalkıyordu. Dünyamı sarsan artçı depreler yüreğimi şiddetle sarsarken kuşlarımın hepsi aynı anda havalanıyorlardı gök yüzüne... Ve bu doğal olmayan felaketler ödümü patlatıyordu.
Düşünce çöplüğünde eşelenmeyi bırakıp kararmaya yüz tutmuş havanın gün ışığı kırıntılarını kaybetden mekanın yerini bulmalıydım. Arkamdan gelen korumalar güvensemde yine de huzursuz olmuştum işte. Ancak aklıma geldiklerinde bir kez döndüm arkama ama o iki çocuk yoktu. Onların dışında beni görünce sağ yola sapan adam endişe tohumlarını serpti içime.
Adımlarımı arkamı kontrol ederek hızlandırdım. Kalabalık tamamen kendini tenhalığa teslim etti. Burada bağırsam kimse duymaz, boğazıma bası verirlerdi. Nasıl bu kadar tedbirsiz olabildim, saatin farkına varamayışıma ne demeli.
'off... Efkan çok merak etmiştir, gerçi dışarda olacaktı bütün gün ama gelmiştir çoktan. Acaba o buz kütleside merak etmiş midir? Aman boş ver Deva sen yürümene bak.'
Nihayet yolun sonundaki tanıdık arabayı gördüğüm de koşmaya başladım. Mekanın önüne gelmiştim içim bir parçada olsa rahatladı. Hala açık olan kapıdan girmek üzereyken Adal'la kapıda karşılaştık.
"Ah... Afedersin ben...." Ne içeri tam adım atabildim, nede konuşmamı bitirebildim. Adal karşısında beni girmesiyle en diktatör hâliyle bağırmaya başladı.
"Nerdesin sen...?!!! Saatten haberdar mısın? Bu ne sorumsuzluk!!! Bu iki salağıda atlatmışsın... Cevabın var mı acaba merak ediyorum?" Elim havada izahımla kalırken konuşmama dahi fırsat vermiyordu.
"Ya başına bir şey gelse, sana ulaşmak mümkün değil!!! Sana telefon alındı nerede o..." Elimi cebime atıp yerinde olmayan telefonu aradım.
"Ben... Cebime koymuştum ama.." Düşürdüm mü diye etrafa bakınırken Adal yeniden bağırdı elinde salladığı telefonu göstererek.
"Bunu mu arıyorsun?"
"Cebime koydum sandım...." Telefonu açtığım avuçlarıma hiçte kibar olmayacak şekilde bırakırken sesindeki ton derinlerdeki beni kırdı.
"Sen herşeyi sanıyorsun zaten Deva... Görmüyorsun, sadece sanıyorsun... Ama sana bir şey diyeyim mi? Hayat sanmaktan fazlası, biraz gözünü aç!" Arabanın direksiyon başına geçerken kırgınlığımı umursamadan yeniden bağırdı.
"Arabaya bin, senin yüzünden geç kaldık!" Telefonda takılı gözlerim yerdeki adımlara dönerek arabaya ilerledim.
Bükülen dudaklarım aşağı çekilirken göz yaşlarından evel gelen burunumun ucundaki sızı ağlama isteğini körüklüyordu.
Arabaya binip kapıyı kapattığım anda gaza yüklendi. Kemeri bağlamama fırsat vermediğinden her virajda savruluyordum. Tepemde duran tutacağa uzanmak için hamle yaptığımda direksiyonu kırmasıyla kafam camın sert yüzeyiyle buluştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynadaki Ben
Teen FictionBalçıkla sıvanmış bir hayat, ne kadar temiz olabilir ki ??? Soruyorum size??? Aşk mı daha yakın ömrüme? yoksa ölüm mü? Hangisi kaderim?