❄️41.Bölüm❄️

8.1K 564 407
                                    

Mükemmel başlayabileceğini düşündüğüm gün Savaş'ın psikolojik olarak beni alt etmesiyle berbat başlamıştı. Derdi neydi böyle? Sırf kolyeyi koymuş olsaydı tepkilerim bambaşka olurdu fakat bu yaptığı kavga çıkartmaya çalışmaktan başka bir şey değildi. İçimden bir ses 'Acaba dün gece söylediklerinden pişman mı oldu?' dese de bu hareketinden sonra o sözleri benim için söylemediğini ve benim tam bir aptal gibi üzerime alındığımı kanıtlıyordu.

Çıplak ayaklarımı yere sürterek banyoya ulaştığımda her ne kadar evden gittiğim gün aklıma gelse de bunu düşünmemeye çalıştım. Avucumdaki saçlar bana bir yük gibi gelmeye başladığında direk banyonun çöpünü açtım ve içine fırlattım. Nasıl hem bu kadar düşünceli olup hemde bu kadar düşüncesiz ve umursamaz olabiliyordu?

Elimdeki kolyeyi güvenilir bir yere bıraktıktan sonra üzerimdeki kıyafetleri çıkarttım ve duşakabine girip bedenimi suyun altına bıraktım. Soğuk su ilk başta bedenimi esiri altına aldığında ürperti hissetsem de umursamadım. Her geçen saniye su biraz daha ısınırken kasılan bedenimi serbest bıraktım ve ellerimle yüzümü ovuşturdum. Kısa bir duşun ardından duşakabin den çıktıktım ve bedenimi havluya sardım. Kolyeyi bıraktığım yerden avucuma alıp odaya ıslak ayaklarımı umursamadan geçtim.

Odaya vuran güneş ışınları havanın iyi olduğunun habercisiylen saatin kaç olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Akın 'ın eve gelebilme ihtimali ile hızlıca dolaba yöneldiğimde, içinden siyah deri mini bir etek ve üzerine hafif göğüs dekoltesi olan büstiyer çıkarttım. Üzerimi giyinmeden önce saçlarımı hızlıca kurulayıp taradım ve bedenimi kurulayıp çıkarttığım kıyafetleri bedenime geçirdim. Saçlarımı üstten bir topuz yaptıktan sonra ayaklarıma siyah, fermuarlarında yuvarlak metal detaylar bulunan hafif topuklu bir buti geçirdim.

Aynada bedenime son kez bakarken makyaj masasının üzerinde duran malzemeler ile bedenimi oraya doğru yönlendirdim ve uzun zaman sonra hafif bir göz makyajı yaptım. En sonunda masadaki, gold tabanın üzerine işlenmiş, hilalin üzerine konan ufak  kelebekli kolyeme uzanıp onu da boynuma taktım. Son bir kez daha aynada kendime bir bakış attıktan sonra adımlarımı kapıya doğru yönlendirdim.

Merdivenlerden inerken elim istemsizce boynuma gitti ve kolyeyi yokladım. Bir daha asla bu kolyeyi çıkartmayı düşünmüyordum. Son bir kaç merdiven kala bakışlarımı salonda gezdirirken gördüğüm manzara ile kaşlarım istemsizce çatıldı. İçimden bir yerlerden kırılma sesleri duyduğumda güçlü davranmaya çalışarak sessizce yutkundum ve inmek üzere olduğum bir kaç merdiveni de indim.

Ayakkabılarımın çıkarttığı sesten olsa gerek, Savaş sarılıyor olduğu kızdan ayrıldı ve bakışlarını boydan boya bedenimde gezdirdi. Soğuk ve sert yüz hatları her an biraz daha gerilirken içimdeki tilkilerden biri kulağıma 'Şimdi sıra sende Esin. Göster gücünü!' diye fısıldadı. Genelde tilkilerimi dinlediğimde sonuç pek iç açıcı olmasa da bu sefer başarılı olacaktı -yani öyle olmalıydı..?!-

Yüzüme sahte fakat fazlasıyla gerçekçi durduğundan şüphe etmediğim bir tebessüm takınınca, Selinle ufak bir bakışma yaşayıp enerjik tutmaya çalıştığım sesimle "Günaydın" dedim. Savaş ve yanındaki kız hariç herkes aynı şekilde karşılık verirken sanki hiçbir şey olmamış gibi herkesin üzerinde gözlerimi gezdirdim ve "Akın hala gelmedi mi?" Diye sordum. Selin bana arkadan saçma hareketlerle kaş göz yaparken Alaz sırıtıp "Dün isyanlardaydı heralde kayboldunuz ikiniz birden..Yarım saat önce geldi. Birazdan iner aşağıya" dedi. Keyfim iyice yerine gelirken anladığımı belirten mırıltılar çıkarttım.

SİYAHIN ESİRİ | Lobelia Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin