we are going to be okay

168 11 1
                                    


Jinyoung başını eline yasladı ve gözlerini kapadı. "Wang Jiaer hangi odada kalıyor acaba?" Gözleri aniden açıldı. Sesin geldiği tarafa baktı. Siyah saçlı bir adam danışmadaydı. Jinyoung bir anlığına onu tanıdığını sandı ama yanılıyordu. Doğrulunca Jaebum, Jinyoung'un kolunu tuttu. "Sorun yok, bırak konuşayım." Jaebum yavaşça kolunu bıraktı. Adam bir süre Jinyoung'a baktı. "Jackson'ın Çinden arkadaşıyım da görmemde sakınca yoktur diye düşünmüştüm." Jinyoung kaşlarını kaldırdı. "Kimsin?" Çocuk minikçe gülümsedi. "Adım Ten." Jinyoung bir süre ona baktı. "Uyanmadı daha, içeri ziyaretçi almıyorlar. Oturup bekleme, telefonunu ver, ben seni ararım." Mırıldandı. Çocuk telefon numarasını onun telefonına yazdı ve Jinyoung koltuğa geri oturdu. "Geçmiş olsun, lütfen beni arayın." Jinyoung başını salladı ve minikçe gülümsedi. "Onu önemsediğin için teşekkür ederim, Ten." Ten eğilip gülümsedi. "Her zaman, bir ihtiyacınız olursa da arayabilirsiniz. Hastanedeyken zor oluyor olmalı." Jinyoung başını salladı. "Biraz...Ama geçecek." Gülümsedi. Ten gülümsemesene karşılık verdi. "Tabi ki geçecek." Jaebum omzunu hafifçe sıktı. Çocuk gittikten sonra Jinyoung ona baktı. "Arkadaşıymış." Göz devirip güldü. "Aptal sanıyorlar bizi." Telefona bir süre baktı. "Kim olduğunu biliyor musun?" Jinyoung başını sağa sola salladı. "Tahmin etmesi zor değil o kadar." Mırıldandı. "Ten diye isim duydun mu sen? Koreli değil, Çinli değil, bir isim değil, daha çok takma ad gibi...sanki kendi adının yerine başka bir ad kullanıyor gibi." Jaebum'a döndü. "Başka kim adının yerine başka bir ad kullanıyor?" Jaebum bir süre ona baktı. "Ha...Bam." Jinyoung elini yanağına dayadı. "Sadece düşündüğümde aklıma bu geldi. Taylandlı olabilir. Tabi, Jackson'ın annesi cidden kocasına şikayet ettiyse babasının adamlarından biri de olabilir." Jaebum bir süre ona baktı. Jinyoung'un bu jadar ayrıntılı düşünmesi onu biraz korkutmuştu. "Sen iyi misin?" Jinyoung ona baktı. "Jackson iyi mi?" Jaebum derin bir nefes aldı. "Olabileceği en iyi halinde." "Ben de öyleyim." Jinyoung numaraya bakarken mırıldandı.

Mark bulaşıkları yıkarken boş boş suyun akmasını izledi. "Sikeyim..." mırıldanıp ellerini duruladı. Kapı çaldığında Youngjae seslendi. "Baktım!" Wonho ona nazikçe gülümsedi. "Şey...yemek..." Youngjae gülümseyip kollarını sıkıca ona sardı. "Yemeği boşver! İçeri gelsene." Elindeki tencereyi aldı. Wonho ayakkabılarını çıkardı. "Nasıl gidiyor?" Wonho omuz silkti ve dudaklarını yaladı. "Jackson'ın iyi olduğunu umuyorum." Youngjae başını salladı. "Jaebum düşündüğümüzden daha iyi olduğunu söyledi. Yakında uyanacağını tahmin ediyorlarmış." Wonho başını salladı. "Buna sevindim...bir şey olsaydı." Youngjae başını sağa sola salladı. "Hayır. Olmayacak, içecek bir şeyler?" Wonho başını salladı. "Ağır...olmayan lütfen." Youngjae baş parmağını kaldırdı. Mark içeri girip Wonho'ya baktı. "Hey." "Hey." Wonho mimikçe gülümsedi. "Yemekler...çok güzeldi." Wonho ellerine baktı ve başıyla selam verdi. "Mark hyung sen bir şey ister misin?" Mark, Wonho'nun hafifçe doğrulduğunu gördü. Varlığının onu rahatsız edeceğini biliyordu. "Ben odama çıkayım." Mırıldandı ve merdivenden çıkmak için birkaç adım attı. "Mark." Wonho seslendiğinde ona döndü. "Şey, e-eğer daha istersen yaparım." Mark bir süre ona baktı ve başını salladı. "İsterim." Minikçe gülümsedi. "Ama birlikte yiyeceksek. Bırakıp kaçacaksan...sanmıyorum." Wonho onu merdivenlerden çıkarken izleyip derin bir nefes aldı. Kalbi yerinden çıkacaktı.

Youngjae kafasını mutfaktan uzattı. "Hey! Acil durum, Yugyeom ve Mark evde yalnız kalmasın. Onlara göz kulak olur musun?" Wonho bir süre Youngjae'ye baktı. "Şey...onlar kendi başlarının çaresine bakamazlar mı?" Youngjae bir süre ona baktı. "Hayır." Ceketini giydi ve anahtarları aldı. Wonho ofladı. "Youngjae!" "Teşekkür ederim!" Kapı kapandığında Wonho salondaki sessizlikle baş başa kalmıştı. Bir süre sessizce oturdu. Kapılardan birinin açılma sesi geldiğinde gözlerini merdivene çevirdi. Mark kısa kollu siyah bir tişört ve bol bir eşofman giymişti. Saçları nemliydi. Wonho gözlerini ondan çekemedi. Telefonuna bakarak merdivenden iniyordu. Gözleri aniden Wonho'nun gözleriyle buluştu. "Hey, Youngjae gitti mi?" Wonho başını sallamakla yetindi. Çok güzel gözüküyordu, kendini rezil etmek istemedi. "Nedenini söyledi mi?" "Acil...durummuş." Mark kaşlarını kaldırıp başını salladı ve sigara paketini kahve masasından almak için eğildi. Wonho onun parfümünü içine çekti. Dışarıya çıkıp kapıyı arkasından kapattığında Wonho derin bir nefes aldı. Onunla koınuşmamasının nedeni gayet belliydi. Wonho onu ittikçe Mark içine kapanıyordu.

Mark sigarasını dudaklarının arasına koydu ve derin bir nefes çekip üfledi. Kuru dudakları arasından çıkıp gitti duman. Hava soğuktu ama Mark üşümüyordu. En azından üşüdüğünü hissetmiyordu. Sırtına koyulan bir ceketle düşüncelerinden ayrıldı. Arkasını dönüp yavaşça başıyla selam verdi. "Üşüyeceksin. Içeride içmiyor musun?" Wonho, Mark'ın ince, uzun parmaklarının arasındaki sigaraya bakarken konuştu. Mark dudaklarını yaladı ve sigaranın külünü parmağıyla silkti. "I-ı, dışarıda içmek daha iyi, boğulmuyorum." Wonho ona baktı ve yavaşça uzanıp sigarayı parmaklarının arasından alıp yere attı ve ayağıyla ezdi. Gözleri tekrar Mark'ın gözlerini bulunca mırıldandı. "Zarar vermeni istemiyorum." Fısıldadı. Mark gözlerini kısıp bir süre ona baktı ve başını salladı. "Yanında...içmem." "Hiçbir zaman içme, bırakamaz mısın?" Mark omuz silkti. "Ben bırakmanı istiyorum." "Wonho hadi ama...tek sorunumuz bu mu gerçekten?" Wonho omuz silkti. "Başka ne sorunumuz var?" Mark güldü. "Hoseok, çıkmazdayız. Dönüp duruyoruz ama sen korkuyorsun ben de seni yüreklendirecek kadar güçlü değilim." Wonho dudaklarını yaladı. "Yeterince güçlüsün...olman gerektiği kadar. Kendini suçlu hissetme ben...korkuyorum. Sana bir şey olursa, bunu kaldıramam Mark. İlk seferinde bile...zar zor kurtuldum." Fısıldadı. Gözleri doluyordu. "Shownu bana hayatta olduğunu söylemedi bile! Youngjae'yle aynı anda öğrendim! Sikeyim öldüğünü sanıyordum!" Başını sağa sola salladı. Mark ona doğru bir adım attığında geri çekildi. "Lütfen...yapamam. Yapamayız, bu benim suçum." Mark uzanıp kolunu tuttuğunda Wonho'nun ağzından minik bir hıçkırık kaçtı. "Yapamam." Fısıldadı.

Mark kollarını ona sarıp saçlarını okşadı. "Sakin ol." Fısıldadı. Wonho onun kolları arasında sessizce ağlamaya devam etti. Mark kollarını sıkılaştırdı. "Geçecek, geçeceğini biliyorsun." Wonho başını sağa sola sallasa da sesi çıkmıyordu. Mark saçlarını öptü, onu yavaşça içeri götürdü. Koltuğa oturttuğunda Wonho bacaklarını kendine çekip kapşonlusuyla gözlerini sildi. Kafasını dizlerine yaslayıp gözlerini kapadı. Mark onun yanına oturup onu kollarının arasına aldı ve dudaklarını onun yanağına bastırdı. "Ben iyi olacağım. Sen de öyle." Mark konuşurken Wonho cevap vermek yerine başını sağa sola sallamaya devam etti. Kesik nefesleri arasından bir şeyler mırıldandığını duydu. "Hm?" Kulağını ona yaklaştırdı. "Emin olamam...emin olamayız. Jinyoung'un haline bak." Fısıldadı. "Jackson,'ı nasıl çaresizce beklediğinde bak. Belki de ölecek." Mark başını sağa sola salladı. "Hayır, hiçbir şey olmayacak. Söz veriyorum." Mırıldanıp saçlarını okşadı. "İyi olacağız."

~

Cokiyihissetmiyombolumkotuyse...ozur♡

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 03, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

seoul driftHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin