mark

109 15 53
                                    

"Uyanmamış mı?" Youngjae sorunca Jaebum başını sağa sola salladı. "Biz gelirken uyuyordu en azından." Youngjae başını yavaşça sallayıp koltukta uyuyan Jinyoung'a baktı. Gözlerinin altı mordu ve yüzü bembeyazdı. "Kendini...öldürecek." Yugyeom mırıldandı. "Dışarıdan her zaman bu hale gelecek olan kişiyi Jackson hyung olarak düşünürdüm. Daha hassas olduğunu." Jaebum başını sağa sola salladı. "Jinyoung...Jinyoung sadece dışa vurmuyor." Tezgaha yaslandı. "O gün...delirmiş gibiydi Jaebum hyung, cidden." Youngjae yanaklarını şişirdi. "Onu gözümüzün önünden ayırmamamız gerek." Mırıldandı. Jaebum başını salladı. "Bırakalım da biraz uyusun. Uyandığında düşünürü-" Üst kattaki odalardan birinin kapısı açıldığında durdu. "Siktir...Mark nasıl? Onu tamamen unutmuşum." Fısıldadı. Youngjae ona bakıp başını sağa sola salladı. "İyi değil. Konuşmuyor hiç." Jaebum yavaşça doğruldu ve derin bir nefes aldı. "Onunla konuşayım." Youngjae başını salladı.

Jaebum yavaşça kapıyı çaldı ve seslendi. "Mark? Girebilir miyim?" Mark'tan küçük bir mırıltı duydu. Kapıyı açtığında onu yatağında otururken gördü. "İyi mi?" Mırıldandı. Sesi çatallıydı. "Durumu iyi, sadece uyanmadı." Mark başını salladı. Bacaklarını kendine çekmişti ve çenesini dizlerine yaslamıştı. Gözleri kıpkırmızıydı ve dudakları onları koparmaktan kanamıştı. Jaebum yavaşça yanına oturdu. "Bakayım sana." Mark kafasını kaldırdı, bir süre Jaebum'a bakıp kollarını onun boynuna sardı. Sessizce hıçkırdı. "B-ben..." Jaebum sırtını sıvazlarken mırıldandı. "Biliyorum..." Mark kollarını sıklaştırdı ve tekrar hıçkırdı. "Kimse yanlış anlamıyor." Jaebum fısıldadı. "O senin arkadaşın, tabi ki ağlayacaksın. Onu önemsediğin için minnettar olduğundan eminim." Mark burnunu çekip gözlerini sıkıca kapadı. "Jinyoung da böyle düşünüyor Mark." Mark başını salladı ama gözyaşları durmuyordu.

Birkaç saat sonra Mark sakinlemiş ve kendini toplamıştı. Duş alıp üstünü değiştirdi ve aşağı indi. Jinyoung hala aynı rahatsız koltukta yatıyordu. Evde sadece Bambam vardı. Diğerleri Jackson'a bakmaya ve yiyecek bir şeyler almaya gitmişlerdi. Bambam mutfakta elindeki yedek parçayı temizliyordu. "Hey." Mark gülümsedi. " Hey, kafan nasıl bakalım?" Bambam güldü. "Daha iyi, en azından beynimin içinde bir parti varmış gibi hissettirmiyor." Mark bir bardak su aldı. "Tamam da o senin normal halin değil mi?" Bambam elindeki bezi ona attı. "Hadi oradan!" Mark sırıttı. Suyu içtikten sonra konuştu. "Jinyoung uyanmamış?" Bambam başını salladı. "Yorulmuş olmalı." Mark derin bir nefes aldı. "Orada her yeri tutulacak en iyisi yatak odasına yatırayım." Bambam ona baktı. "Ha, yardıma ihtiyacın-" mark başını sağa sola salladı. "Hallederim."

Mark yavaşça Jinyoung'un yattığı yere ilerledi. Bir kolunu onun bacaklarının altından birini de sırtının altından geçirdi ve yavaşça kaldırdı. Jinyoung'un gözleri yavaşça açıldı. "Hm?" "Sorun yok Jinyoung-ah, uyu bakalım." Yavaşça odasına ilerledi vr onu yatağa bıraktı. Üstünü örttüğünde Jinyoung'un gözleri onu izliyordu. "Mark..." Mark ona baktı. "Hm?" Yatağın yanına çöktü. Jinyoung bir süre ona baktı. Mark onun dolan gözlerini görünce derin bir nefes aldı ve uzanıp başparmağıyla gözlerini sildi. "İyi olacak, söz veriyorum." Jinyoung bir süre sessizce ağladı. Mark ince parmaklarını onun saçlarında gezdirdi. Uyuyakaldığını anladığında yavaşça elini çekip derin bir nefes aldı. "Aferin sana." fısıldadı. "Çok güçlüsün." Sessizce odadan çıkıp kapıyı kapadı.

Mark aşağı indi. "Hey, garaja ineceğim. Gelecek misin?" Bambam sordu. "I-ı, Jinyoung'un bir şeye ihtiyacı olursa diye burada duracağım." Bambam başını salladı. "İndim o zaman!" Çıktıktan birkaç dakika sonra kapı çaldığında yerinden kalktı. "Ne unuttun ki..?" Mırıldandı ve kapıyı açtı. "Hey." Karşısında Wonho'yu görünce minikçe gülümsedi. Şaşırmıştı. "Hey...her şey yolunda değil mi? İçeri gel." Wonho başını salladı. "Yemek pişirecek durumda olmadığınız için size biraz yemek getirdim. Fazla kalmam, şunları bırakıp-" "Neden fazla kalmıyorsun?" Wonho bu soruyla biraz duraksadı. "Ha ben...rahatsız etmeyeyim diye..." Mark elindeki torbayı aldı. "Rahatsız etmezsin, gelsene." Mutfağa ilerledi. Wonho'nun kalbi çoktan hızlanmştı. Sessizce peşinden gitti. "Sen aç mıydın?" Wonho başını sağa sola salladı. "Size yaparken kendime de yaptım." Yavaşça sandalyelerden birine oturdu. "Jinyoung iyi mi?" Mark omuz silkti. "Ne kadar...iyi olabilirse o kadar iyi." Wonho başını salladı. "Onu...anlayabiliyorum." mırıldandı. Mark bir süre ona baktı. "Peki ya sen..? Senin de canın yanmış mıydı?" Wonho ona bakınca Mark başını salladı. "Yanmıştı." Wonho derin bir nefes aldı. "Ben...orada olamadığım için üzgünü-" Mark göz devirdi. "Saçmalıyorsun, ne içersin?" "Hayır ben ciddiyim." Mark ona döndü. "Seninle ne alakası va-" "Benimle kalmanı sağlayabilirdim." Mark kaşlarını çattı. "Her şey için kendini suçluyorsun öyle mi? Kontrol edemeyeceğin şeylerde bile?" Wonho yavaşça ayağa kalktı. "Ben en iyisi gideyim." Mark uzanıp onun kolunu tuttu. "Seninle tartışmak istemiyorum, sadece...bu kadar yıl zaten kendimi suçladım. Artık bir önemi yok. Fikrimi değiştirsem ne olacak?" Wonho elini yavaşça Mark'ın bileğine koydu. "Gitmeme...izin ver. Lütfen." Mark derin bir nefes aldı ve kolunu bıraktı. "Yemeden önce ısıtın." Mırıldandı. Mark ona baktı. "Gitmek zorunda değilsin." Wonho bağcıklarını bağladıktan sonra arabasının anahtarını aldı. "Lütfen kendine iyi bak." Çıkıp kapıyı hafifçe kapadı.

~

ÜHHÜÜÜÜÜÜ

seoul driftHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin