jinyoung

450 65 54
                                    

"Ona izin vermemem gerekiyordu... Bildiğimden şaşmamalıydım.." Kunpimook kesik bir nefes aldı. "Sakin ol hyung.." Jaebum yumruklarını sıktı. Aniden kalkıp duvara yaslanmış Jinyoung'a yapışınca herkes telaşla ayağa kalktı. Onu hafifçe sarsıp tekrar duvara yapıştırınca Jinyoung derin bir nefes aldı ama yaptıklarına tepki vermedi. Jackson, Jaebum'u tutup sertçe geriye doğru çekti ve Jinyoung'un önüne geçti. "Aptalca davranmayı kes." Jackson gözlerinden ateş saçarak ona bakıyordu. Jinyoung başını sağa sola salladı. Kunpimook ve Yugyeom donup kalmışlardı. Jaebum onlara bir süre baktıktan sonra odadan çıktı.

Jinyoung hafifçe gerinip inledi ve yüzünü buruşturdu. "Acıyor mu?" Jackson elini yavaşça onun sırtına koydu. Jinyoung başını sağa sola salladı. "Uzun zamandır böyle davranmamıştı." Jackson da başını salladı ve derin bir nefes aldı. "Çok kızgın olmasını anlayabiliyorum ama bu sana zarar vermesi için bir bahane değil." Kunpimook yanına gelip yavaşça Jinyoung'un tişörtünü kaldırdı. "İyi olduğuna eminsin değil mi? İstersen bakabilirim hyung." Jinyoung gülümsedi ama başını sağa sola salladı. "Gerek yok." Jackson ona endişeyle baktığında güldü. "Gerçekten iyiyim Seun-ah!" Yugyeom kendini yatağa bıraktı. "Korkudan ölüyordum..." Mırıldandı.

"Onu bulmamız gerek Jackson. Başına bir şey gelsin istemiyorum." Jackson, Kunpimook ve Yugyeom'a döndü. "Siz burada kalın. Olur da Youngjae gelirse falan diye. Biz de gidip Jaebum'a bakalım." Kunpimook başını salladı. "Dikkatli olun." Jinyoung'a sarıldığında sıkkın bir şekilde nefes verdiğini duydu ama sesini çıkarmadı. Çok üstelemek istemiyordu. Jackson'ın yanında konuşmak istemediği belliydi. Yani ne kadar sorarsa sorsun bir şey anlatmayacaktı.

Jackson ve Jinyoung arabaya bindiklerinde Jackson kendini tutmayı bırakmıştı. "Orada yüzüne bir tane geçirmemek için kendimi çok zor tuttum." Jinyoung ona döndü. "Jackson..." "Sana nasıl böyle davranabilir? Ben saçının teline zarar gelmesin diye kendimi her türlü tehlikeye atayım ama en güvendiğim kişi gelip seni duvardan duvara vursun." Başını sağa sola sallayıp anahtarı kontağa taktı. Jinyoung elini onun direksiyondaki elinin üstüne koyup mırıldandı. "Ne yaptığını farkında değil...kötü hissettiğine eminim." Jackson omuz silkti ve arabayı çalıştırdı. "Hadi ara onu." Jinyoung elini çekip cebinden telefonunu çıkardı. Sırtı fena halde ağrıyordu ama Jackson'ın daha da sinirlenmesini göze alamazdı bu yüzden ağzını kapalı tuttu.

"Açmıyor..." üçüncü deneyişten sonra telefonunu tekrar cebine attı. "Nereye gitti ki..?" Jackson ofladı. "Umarım Youngjae'nin babasına falan gitmemiştir..." Jinyoung ellerini birbirine kenetledi ve yoldan geçen ınsanlara baktı. "Youngjae'nin kaçırılmadığını biliyorsun değil mi?" Jackson ona döndü. "Nasıl yani..?" Jinyoung derin bir nefes aldı. "Bizden bir şans istedi Jackson. Gidip babasıyla konuşacağını söyledi. Panik yapma... Bir şey olursa telefonundan arayacak." Jackson ofladı. "Yani Kunpimook, Yugyeom ve sen bunu bildiğiniz halde Jaebum'a söylemiyorsunuz...öyle mi?" Jinyoung başını salladı. "Youngjae'nin de bir birey olduğunu ve kendi kararlarını kendisinin verebildiğini Jaebum'a göstermek istiyorum. Bunu en az benim kadar Youngjae de istiyor... O da bu durumdan sıkıldı. Bu yüzden ona bir şey söylemiyoruz. Bence Jaebum çoktan anladı ama kabullenmek istemiyor. Minik bebeğinin kendini tehlikeye atabileceğini görmek canını yakıyor olmalı. Onu kaybetmekten korkuyor ama hayatta hepimiz risk almak zorundayız değil mi?" Jackson başını salladı. "Yine de...sen böyle bir risk almadan önce bana haber ver." Jinyoung güldü ve  yumuşak dudaklarını Jackson'ın dudaklarına bastırdı. "Eh bir düşünürüm."

Youngjae evin ihtişamlı bahçe kapısına geldiğinde kendinden çok emindi. Artık her şeyi çözmenin zamanı gelmişti. Bütün grubun saklanarak yaşamasının suçlusu Youngjae'ydi ve bunu o çözecekti. Kapının önündeki iki güvenlik onu görünce şaşkınlıkla gözlerini büyüttüler. Birbirlerine bakıp stresli bir şekilde yerlerinde kıpırdandıktan sonra Youngjae'ye saygıyla selam verdiler ve kenarıya çekildiler. Youngjae kapıdan içeri girdi ve mozaik taşlarla süslenmiş yoldan yürüyerek evin ana binasına gitti. Kapıyı çalıp beklemeye başladı. Kapıyı hizmetçilerden biri açınca o da güvenlikle aynı tepkiyi vermekten kendini alıkoyamadı. Youngjae küçük bir gülümseme sunup içeri girdi ve etrafa baktı. İçeriden konuşma sesleri geliyordu.

Büyük salona doğru yürüdü ve kapıdan içeri girdi. Annesi kimin geldiğine bakmak için kafasını çevirdi. Youngjae'nin geldiğini görünce sevinçle bir çığlık attı ve yerinden kalkıp oğluna doğru koşturdu. Ona sıkıca sarıldığında Youngjae güldü. Normalde babasının haberi olmadan annesiyke ayda bir veya iki kez görüşüyordu. Ancak son olaylar olduğundan beri buluşmayı bırak doğru düzgün telefonda bile konuşamamışlardı. Annesi onun yanaklarını öpüp tekrar tekrar ona sarılırken sabırla bekledi. Annesinin ona ilgi göstermesini özlemişti. Bütün ailesini özlemişti ancak babasına aynı şeyi yapamazdı. Onunla hiçbir şey olmamış gibi sarılamazdı. Youngjae annesinden ayrılıp babasına döndü. Yüzü düşmüştü. Yine de eğilip babasına selam verdi. Babası,şaşkınlığını gizlemeye uğraşmıyordu.

Youngjae babasının karşısındaki koltuğa oturdu ve derin bir nefes aldı. Her şeyi çözme zamanı gelmişti. Hem de kimsenin yardımı olmadan. Youngjae özgüveninin tavan yaptığını biliyordu ve bu onu güçlü hissettiriyordu.

"Neden burada olduğumu biliyorsun..."

~

Sonunda ara bölüm dışında hikâyenin geRÇEKTEN İLERLEDİĞİ BİR BÖLÜM YAZABİLDİM!

💚

-light

seoul driftHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin