"Jackson hala gelmedi mi?" Yugyeom başını sağa sola salladı. "Sen çıkıyor musun hyung?" Jinyoung başını salladı ve ayakkabılarını giydi. "Uzun sürmez sadece...gezip gelirim." Yugyeom tekrar başını sallayıp koltukta uyuyan Bambam'e sokuldu. "Ara bir şey olursa." Jinyoung bir mırıltı çıkarıp evden çıktı. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Telefonunu cebinden çıkarıp Woosung'ın adına bastı. Woosung telefonu açtığında kulağına götürüp birkaç saniye bekledi. "Nasılsın?" Woosung bir süre cevap vermedi. Sesinden umutsuzluğu anlaşılıyor muydu? "Olmadı mı?" Jinyoung bir banka oturup ayaklarına baktı. "I-ı, olmadı. İyi ki annem onları alırken kesinlik belirtmeden almış." Mırıldandı. "Alışma süreci falan, bir rapor doldurup alışamadıklarını anlatabilirmiş." "Ne yani bu kadar ko-" "Kolay değil." Jinyoung sertçe konuştu. "Benim için değil. Nasıl hissettiğimi bilmiyorsun." Woosung ona cevap vermedi. Sakinleşmesini mi bekliyordu. "Ben...biliyorsun seninle ilgili değil." Woosung güldü. "Biliyorum...biliyorum. Bu gece bir bara gidelim hm? Aklını dağıt, hem...belki farklı fikirler bulursun, konuşuruz işte!" Jinyoung derin bir nefes aldı. "Fikir bulmayacağım. Jackson umutsuz vaka, baba olmak istemiyor. Zorlamaya gerek yok. Ama konuşmak için gelirim." Woosung yataktan kalkarken gülümsedi. "Yakışıklı görün!" Jinyoung güldü. "Kendime sevgili bakmaya gitmiyorum." Woosung kahkaha attı. "Olsun! Yakışıklı görün!"
Jinyoung gömleğini giyip yanaklarını şişirdi. "Bu güzel mi?" Yugyeom dolabına baktı. "Bence tişört giy onun üstüne. Gömlek bayar bir süre sonra." Jinyoung başını salladı. "Siyah olanı versene." Giyindikten sonra aynada kendine baktı. Kapı çaldığında içeri giren ve sırıtan Youngjae'ye baktılar. "Merhaba!" Jinyoung bir süre durup güldü. "Merhaba?" Youngjae kıkırdadı. "Nasıl gidiyor? Yani...benim çok iyi!" Yugyeom boş boş Youngjae'ye baktı. "Uyuşturucu mu ald-" "Yatmışlar." Youngjae'nin gözleri büyürken Yugyeom gülmeye başladı. "NE DİYE ÖYLE SÖYLÜYORSUN?!" Jinyoung kıkırdadı. "Doğru olmasa bu kadar kızarmazdın." Youngjae oflayıp kendini yatağa attı. "Bıktım sizden...sen nereye gidiyorsun?" Jinyoung ona baktı.
"Bara."
"Sen?"
"Evet."
"Jackson?"
"Gelmedi."
"Oraya mı gelecek?"
"Bilmiyorum. Konuşmadım hiç."
Youngjae bir süre Jinyoung'a baktı.
"Ha tek mi gidiyorsun?"
"Hayır."
Youngjae kaşlarını çattı.
"İyi de Jackson gelmiyormuş."
Jinyoung omuz silkti.
"Bir arkadaşımla."Yugyeom, Youngjae'ye döndü ve derin bir nefes aldı. "Jinyoungie...çocuklar içinse..." "Değil. İstemiyorum çocuk." Telefonunu cebine koyarken mırıldandı. "Hiçbir şey istemiyorum artık." Youngjae elini tuttu. "Lütfen yanlış bir şey yapma." Jinyoung onun elini sıktı ve pantolonuna bir kemer taktı. "Jackson...hata yapabiliyor. Ben de yapmak istiyorum. En azından bir kez." Youngjae başını sağa sola salladı. "Jinyoun-" "Lütfen onu koruma. Herkes onun tarafında. Çocuk istemiyor anladım, babası yüzünden, hayatı yüzünden. Ama benim...istediklerim de önemli değil mi? Bazen...Jackson'a dediğim her şey kulağının birinden girip diğerinden çıkıyormuş gibi hissediyorum ve her seferinde onun peşinden koşan, ona özür dileyen kişi ben oluyorum. Bu sefer olmaz. Benim de kararlarım var. Onun gibi zorla uygulamıyorum, konuşmaya çalışıyorum ama dinlemezse ben de aynısını yapabilirim." Derin bir nefes aldı. "Neyse bu siz sorununuz değil. Kafanızı takmayın. Ben de düzelirim zaten, hep yaptığım gibi." Ayakkabılarını giyerken Yugyeom'a döndü. "Yemekleri ısıtmadan yeme sakın. Geçen haftaki gibi olmak istemezsin."
Woosung'ı arka masalardan birinde elimde içkisiyle görünce gülümsedi. "Hey." Woosung ona el salladı ve yanına geldiğinde sıkıca sarıldı. "Seni özledim dostum." "Daha dün buluş-" "Şşş...ne içersin?" Jinyoung omuz silkti. "İlk defa sarhoş olmak istiyorum. Bunu sağlayabilecek bir şeyler."
Jackson eve girdiğinde Yugyeom ve Kunpimook'u koltukta uyurken buldu. Üst kata, Jinyoung'a bakmaya çıktığında odanın boş olduğunu gördü. Youngjae ve Jaebum'un odasının kapısını çaldı. "Gel." Youngjae mırıldandı. Bir elinde telefon yatağa uzanmış müzik dinliyordu. "Hey." "Jinyoung odasında yok da...belki sana haber vermiştir." Youngjae başını salladı. "Woosung diye bir arkadaşıyla bara gittiler. Onu davet etmiş, öyle söyledi. Sana ulaşmaya çalışmadı çünkü sabahtan beri telefonlarını açmıyormuşsun." Jackson başını salladı. "Döner birazdan değil mi?" Youngjae telefonuna baktı. "Bir buçuk saat önce falan gitti eğer konuşuyorlarsa erken dönmezler diye düşünüyorum." Jackson üstüne baktı. "Peki hangi bar biliyor mu-" "Jackson...bırak içsin. Sen de...benimle otur hm? Konuşmak ister misin? Olanlardan haberdar olmamak mümkün değil ben de Jinyoungie ile konuştum zaten. Dedikleri çok mantıklı geldi ama senin dediklerinin de bir sebebi olduğunu biliyorum. Bu yüzden belki...anlatırsan." Jackson tekrar üstüne baktı. "Rahat bir şeyler giyip geleyim." Youngjae başını salladı. "Bekliyorum."
Jinyoung üçüncü bardağındayken sonunda içindekileri dökmeye başlamıştı. "Bak ben hiçbir zaman normal bir hayatımız olacağını düşünmedim zaten. Bu yarışlar, paralar her şey, bunların hepsi hayatımı mahvedecekti ama önce Jaebum sonra Jackson hayatıma girdi ve ben her zaman onları koruma içgüdüsünü hissettim. bu hisse engel olmam mümkün değil. Anlamayabilirisin belki ama...onu Mina gibi düşün tamam mı? İkisini de sanki Mina'ymışlar gibi düşün. İkisi de benim çocuğum gibi. Onlara bir şey olursa nasıl yaşarım bilmiyorum. Jackson şimdiye kadar hayatını hep tehlikeye attı. Bir kere bile canının kıymetini bilmedi ve bu beni üzüyor. Jaebum desen...her gün iyi bir lider olamadığını düşünüp duruyor ve ben...ben üstüne iki çocuk birden istedim. İki. Jackson daha bir hayvana bakmaya bile hazır değilken ondan iki çocuğa babalık yapmasını istedim. Babasının annesine yaşattığı şeyler iyi şeyler değil zaten Jackson'da harika bir çocukluk geçirmemiş ama...ama bu kadar çok şeyin bu yaşta çıkması. Tüm korkuları tüm endişeleri, olmasından ürktüğü her şeyi sanki üstüne atan kişi tek güvendiği kişi oldu. Ben oldum. Onu zor durumda bıraktım. Onun için kötü hissediyorum Woosung, gerçekten ama...kendim için de kötü hissediyorum. İlk defa kendim için kötü hissediyorum çünkü bu kadar yıldan sonra fark ettim ki bu ilişkide Jackson'la eşit haklara sahip değilim. Ben başımı alıp çekip gitmem, ben insanları düşünmeden konuşup onların kalplerini kırmam, ben...ben hep dikkatliyim. Son dört yıldır bir kere bile, lanet olsun ne istersem onu yaparım diye düşünmedim. Düşünemem çünkü Jackson'ın dayanacak tek gücü benim. Bir şey olduğunda grupta anlatılan ilk kişi benim...halimden mutluyum ama bazen benim de aralara ihtiyacım oluyor. Özellikle kalbimin kırıldığı bu zamanlarda. Bu yüzden özür dilemeyeceğim. Jackson istediği zaman beni nereye gidersem gideyim bulur. sadece bekleyeceğim."
Youngjae önünde oturan Jackson'a baktı. "Ben...Çin'de doğdum. Babam bir mafyaydı. Hala öyle. Çin'de adını duyurmuş ve korkulan biridir. Sorun şu ki...aile kurmaya uygun bir adam değil. Yani...babamı yedi yaşına kadar sadece iki kez gördüm. İki! Bu nasıl hissettiriyor hiçbir fikrin yok biliyorum ama...çok iyi hissettirmediğini söyleyebilirim. On beş yaşında bana silah kullanmayı öğretti. Ben onun yerine geçecek olan oğluydum. Beni herkese överdi. Bana biri laf söylediği an...onu pişman ederdi işte. Sorun şu ki...bana hiçbir zaman ne istediğimi sormadı. Ben de ona söyleyemedim, korktum. Tehlikeli olması bir yana inatçıydı. O ne isterse o olurdu. Ama...ben yarışmak isityordum, hep yarışmak istedim. Şimdiye kadar hızla gittiğimde yüzüme vuran rüzgardan, hız ibresinin titreyişinden, arabanın rüzgar yüzünden hafifçe sallanışından başka hiçbir şey ilgimi çekmedi. Büyülenmiş gibiydim. On yedi yaşımda...babama sonunda söyledim. Tabi pek sıcak karşılamadı. Gerçi...ne bekliyorsam, kollarını açıp yarışçı ol oğlum mu diyecekti..?" Jackson ofladı. "Bana eğer arabalara dokunmayı düşünüyorsam o evde yaşayamayacağımı söyledi. Ben de...gittim. Çıkıp gittim. Annem iki yıl sonra beni buldu. On dokuz yaşındaydım. Anneme dediğim şeyler açık ve netti. Ya o adamı ya da beni seçecekti. İkimize aynı anda sahip olmasına imkan yoktu. Annem, babama aşık babam da anneme. Anneme davrandığı gibi kimseye, bana bile, davranmadı. Onunla konuşurken...emir vermez, sakindir ve ona kızmaz. Etrafında başkaları varsa tabi...işler değişir. Sorun şu ki lanet adam beni de o başkalarından sayıyordu. Yani benim yanımda anneme nasıl davrandığını sen düşün. Bu yüzden anneme o adamı bırakmasını ve benimle yaşamasını söyledim. Çünkü nasıl biri biliyordum...bir şey bildiğim yoktu. Gördüğüm neyse onu biliyordum. Her neyse...annem beni seçtiğinde babam deliye döndü. Beni öldüreceğini söyledi. On dokuz yaşındaydım ve umrumda değildi, sadece annemi kurtarmak istedim. Ne zaman yirmi yaşıma bastım ve Jaebum'la yarışmaya başladık. O zaman anneme bir ev ve araba aldım. Mutlu olması gerekiyordu...o benim tek dayanağımdı. Babamla...konuşuyormuş meğersem. Benim ona yolladığım paralar ona yetmiyor gibi...babamdan da... Her neyse. O aralar Jinyoung'la tanıştım zaten. Hayatıma girdiği an...tek güvendiğim kişi o oldu Youngjae." Jackson mırıldanıp ellerine baktı. "Tek dayanağım annem bile değilken o oldu. Şimdi...bir çocuk alırsak her şey yine mahvolacak. O kadar çok senaryo var ki kafamda. Babam çocukları kaçırabilir, senin baban onlara zarar verebilir, kendi çocuklarım büyüdüklerinde onlara olan tavrım yüzünden benden nefret edebilir, kendi çocuğumla babamla olduğum gibi olmak istemiyorum. B-bu yüzden...Jinyoung ne derse desin, ben...çocuk büyütemem. Onlara bir şey olursa ne yaparım bilmiyorum." Kesik bir nefes aldı. Youngjae onun gözlerinden yaşlar süzüldüğünü şu an fark ediyordu. "Tamam...Jackson..." Jackson başını sağa sola salladı. "Bir sigara içeyim gelirim." Mırıldandı ve odadan çıktı. Youngjae telefonunu açıp kaydet tuşuna bastı ve kaydettiği sesi Jinyoung'a gönderdi. Derin bir nefes alırken ofladı. "Lütfen...barışın."
-
lutfen...yorum yapin yoksa gercekten cok uzulucem.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
seoul drift
Fanfiction"Acemilere ihtiyacımız yok." "Altında bir Chevrolet ile doğmadığından eminim Jaebum." #1 Jinson 03/09/18 #1 Youngjae 13/11/18 #1 Jinyoung 13/11/18 #4 Jackson 13/11/18 #1 Yugbam 31/12/19 #1 Yugyeom 11/02/20