Jackson, Mark'a bir kez daha sarılıp güldü ve saçlarını karıştırdı. "Tanrım, sarhoş olduğunda daha da tatlı oluyor!" Hepsi güldü. Mark ise kollarını Jackson'a sıkıca sarmış öylece olanları izliyordu. "Şu yarış işini bırakmamız gerekiyor." Mırıldandı. "Katılıyorum." Jinyoung başını sallayıp Kihyun'a sokuldu. Kihyun güldü ve saçlarını okşadı. "Burada gördüğün her şey yarıştan kazandığımız parayla alındı." Mark omuz silkti. "Normal bir işte çalışarak da alabilirdik." Jackson gülümsedi. "Haklısın ama...buradaki herkes kolay parayı ona tercih eder." Mark bunu zaten biliyordu. Omuz silkti. "Yarışmamızı anlayabiliyorum, para için ama silahlar neden..?" Jaebum bacaklarını kendine çekti. "Kendimizi korumak için..?" "Buna ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum." Mark başını sağa sola salladı.
"Youngjae'yi alacaksak eğer...silaha ihtiyacımız var." Mark göz devirdi. "Hayır yok Jaebum. Sessizce gidip alabiliriz. Arka kapısından falan. Bilmiyorum silahlar gereksiz geliyor." Mırıldandı. Wonho ona bakıp başını salladı. "Bence de gereksiz. Mark'a katılıyorum." Chankyun gülüp göz devirdi. "Sen hep Mark'a katılıyorsun." Herkes gülerken Wonho'nun tüm kanı yüzüne hücum etmişti. "Susun.." bacaklarını kendine çekip içkisini eline aldı. Mark, Jackson'a gülümseyip başını sağa sola salladı ve dönüp Wonho'ya baktı. Bir anlığına göz göze geldiler ama Wonho hemencecik yerinden kalktı ve göz temasını bozdu. Tuvalete gideceğini söyleyip odadan çıktığı zaman herkes gülümsemeye devam ediyordu.
"Ne zaman alacağız..? Youngjae'yi?" Shownu Jaebum'a baktı ve omuz silkti. "Jaebum ne zaman derse o zaman. Biz yardım için hazırız." Minhyuk başını sallayıp onu onayladı. "Geçen hafta kurşungeçirmez kapılar yaptırdım." Kendiyle gurur duyuyormuş gibi sırıttı. Jinyoung güldü ve göz devirdi. "Arabayı kullanamıyorsun ki...yani ihtiyacın olan kurşungeçirmez kapılar değil bir sürücü kursu." Kihyun kahkaha attı ve Minhyuk'un ona olan bakışı yüzünden herkes güldü. "Hyungwon nerede?" Wonho merdivenlerden inerken seslendi. "Uyuyor. Dün pek uyuyamadı." Shownu başını salladı ve birasından büyük bir yudum daha aldı. "Youngjae'nin yakın bir arkadaşı vardı...kimdi o? Şu uzun ve yakışıklı olan." Changkyun'un sorusu üzerine biraz düşündü. "Öyle biri olduğunu biliyorum ama...adı biraz karışıktı." Omuz silkti. "Pek dikkat etmedim ama Youngjae ona Bambam diyor." Kihyun ve Jinyoung gülmeye başladılar, onları Minhyuk, Jackson ve Mark takip etti. Hepsi gülerken Wonho gözlerini Mark'a dikmiş kendi kendine gülümsüyordu. Yemeğe birkaç saat kalana kadar konuştular. Sonrasında Hyungwon kalktı ve huysuz bir şekilde acıktığını ve Shownu'nun yardım etmek zorunda olduğunu söyledi. Jooheon elinde torbalarla eve girdiğinde Hyungwon, Shownu'yu ona doğru itti ve mutfağa gitti. Shownu, Jooheon, Jaebum ve Hyungwon yemek hazırlarken Wonho, Jackson, Mark, Jinyoung ve Kihyun oturmaya devam ettiler. İçeriden gelen bağırışmalara gülmeleri dışında oturma odasından çıt çıkmıyordu.
Wonho bacaklarını kendine çekti ve etrafına baktı. Jinyoung ve Kihyun hala sıkı sıkı sarılmış oturuyorlardı. Jinyoung kapanan gözlerini açık tutmaya çalışıyor ama pek beceremiyordu. Sıcak kollar, kulağına fısıldanan tatlı sözler ve saçlarındaki eller onu uyumaya itiyordu. Gözlerini ondan çekip Jackson ve Mark'ın sarılan hallerine baktı. Mark, Jackson'ın elini onun ellerinin arasına almış oynuyordu. Jackson'ı kıskanacak gibi oldu ancak onu Jinyoung'a bakarken yakalayınca kaşlarını kaldırdı. Jackson kaşlarını çatmış bir Jinyoung'a bir Kihyun'a bakıyordu. Wonho hafifçe öksürünce kafasını ona çevirdi. Çatılan kaşları hafifçe kalkarken Wonho bilmiş bilmiş sırıttı. "Kapa çeneni." Wonho kıkırdadı. "Bir şey demedim ki..." Kihyun ona dönüp gülümsedi. "Ne oldu?" "Hiç!" Jackson, Wonho'ya ters ters baktı.
Yarım saat sonra Jackson yerinden kalkıp kahve masasında duran sigara paketini aldı. "İçmesene..." Mark ona bakıp mırıldandı. Jackson omuz silkti. "İçmem gerekiyor..." balkona çıkmak için merdivenlerden üst kata çıktı. Wonho, Jackson'ın peşinden gitmek için ayağa kalktı ve son kez Mark'a baktı. Jackson gidince yanındaki yastığa sarılmıştı. Öylece yere bakıyordu. Wonho başını sağa sola sallayıp üst kata çıktı ve balkon kapısını açtı. "Hey..." Jackson ona bakıp başıyla selam verdi ve şehrin ışıklarını izlemeye geri döndü. Wonho kollarını kendine sarıp titredi. "Ahh burası soğukmuş..." Jackson başını salladı. Kısa kollu bir tişört giyiyordu, Wonho bir kazak giydiği halde bu kadar üşüyorsa o donuyor olmalıydı. Ama Jackson yerinden bir santim bile kıpırdamıyordu. Wonho onun titremeyi bırak, soğuğu hissettiğinden bile şüpheliydi. "Kihyun'a hala kızgın mısın..? Yemeğini yediği için?" Jackson kendi kendine gülmeye başladı. "Hayır ona kızgın değilim." Wonho göz devirdi. "Yalan söyleme! Nasıl baktığını gördüm." Jackson ona bakıp kaşlarını kaldırdı. "Nasıl bakıyormuşum?" "Sinirli..?" Wonho ofladı. "Sizi anlamıyorum! Bir an çok iyisiniz sonra da çok kötüsünüz. Sanki birbirinizi sevmiyorsunuz ama bunu başkalarına göstermek istemiyor gibisiniz." Jackson omuz silkti. "Ona bayıldığımı söyleyemem." Wonho onun yanına gitti ve şehre baktı. Sonra da ona döndü ve derin bir nefes aldı. Yaslandığı korkuluklar buz gibi olmalıydı. "Onu neden sevmediğimi sorma, zaten umrunda değil. Beni sadece Mark ve Jaebum umursuyor ben de aynı şekilde." Wonho kaşlarını çattı. "Jinyoung..?" Jackson göz devirdi. "Sevgilisinden bana vakit ayırabilseydi ona ne kadar değer verdiğimi görebilirdi ama beni elinin tersiyle ittiğinden beri onu da pek umursamıyorum." Kendi kendine gülüp mırıldandı. "Onda ne buluyorsa..." Wonho ağzını açtı ve tekrar kapadı. Kaşları çatılmıştı ve düşünüyordu. Onu elinin tersiyle ittiğinden beri...Jinyoung, Jackson'ı itmemişti ki. Kihyun'u sevmemesinin sebebi Jinyoung'un onunla daha çok takılmasıydı. Ofladı. "Anlamıyorum..." "Anlamana gerek yok zaten. Boşver gitsin, gerçekten." Wonho derin bir nefes aldı. "Jinyoung seni elinin tersiyle itti...bu Kihyun'la çıkmış olması anlamına mı geliy-" Wonho'nun gözleri büyüdü. "Senin yerine onu seçti..." Jackson başını salladı. "Sonunda anladın minik beyin." Wonho onun koluna vurdu. "Bekle! Yani Kihyun onu seviyorsa ve Jinyoung onu seçtiyse o zaman senin de...SEN ONU MU SEVİYORSUN!?" Jackson buz kesen ellerinden birini Wonho'nun ağzına bastırıp göz devirdi. "Bağır ki duysun, aptal herif..." Geri çekilince Wonho bir süre ağzı açık Jackson'a baktı. "Neden söylemedin..?" "Sevgilisi olan birine onu sevdiğimi mi söyleyeyim?" Wonho başını sallayıp yere baktı.
Birkaç saniye sonra Jackson'ın adım seslerini duyduğunda kafasını kaldırdı. "İçeri girelim...donacaksın." Wonho başını sallayıp onu takip etti ve balkon kapısını arkasından kapadı. İçeri girince etrafını saran sıcaklık kastığı omuzlarını rahat bırakmasını sağlamıştı. Jackson içeri girip sigara paketini yerine bıraktı ve eğilip yerdeki örtüyü, uyuyaklan Mark'ın üstüne örtüp onun alnını öptü. Jinyoung ve Kihyun'a bakmadan mutfağa geçti. Wonho ise iç çekip koltuklardan birine oturdu ve gözlerini kapattı.
O hafta Jackson kimseyle doğru düzgün konuşmadı. Herkese kısa cevaplar verdi ya da hiç vermedi. Youngjae'yi alacakları gün Mark'a Wonho'yla evde kalmasının daha iyi olacağını söyledi ama Mark ısrar etti. "Başına bir şey gelirse ne yaparım..? Gelmemelisin Mark..." Mark göz devirip gülümsedi. "Jackson ben çocuk değilim! Hem Wonho en azından burada bilgisayarla uğraşıp size yolları tarif edecek ama ben sadece oturacağım!" "Ona yardım edebilirsin... Birilerinin oturması gerek! Bu sensin!" Mark omzuna vurdu. "Seninle geliyorum! Bu da son kararım. Yürü!" Jackson yardım için Wonho'ya bakınca omuz silkip güldü. "Mark'a her zaman hak verdiğimi biliyorsun." Jackson göz devirip ofladı. "Mark lütfen...kendine dikkat edeceğine söz ver olur mu? Oradan sağlam çıkmak zorundayız." Mark ona sarılıp gülümsedi ve yanağını öptü. "Söz!" Ona güvenmekten başka şansı yoktu.
Jackson, Youngjae'nin odasına girdi. Youngjae yatakta doğruldu ve ona baktı. "J-jackso-" "Youngjae gitmemiz gerek." Başını sallayıp ayağa kalktı. "Y-yanıma bir şey...alayım mı?" Jackson başını sağa sola sallayıp ona elini uzattı. "Koşmamız gerek Youngjae...Jaebum bizi aşağıda bekliyor." Youngjae elini tutup gülümsedi. "Babanın adamları biraz...agresif." "Sorun değil! Sana güveniyorum!" Jackson güldü ve onun elini sıktı. "Hadi gidelim!" Kapıyı açtılar ve alt kata indiler. Evden çıktıklarında arabalar tarafından kesilmiş yola ve etraftaki ağaçlara siper almış insanlara baktılar. Mark'la göz göze geldiklerinde Mark ona ve Youngjae'ye bakıp gülümsedi. "Ben sizi korurum! Koşun Jackson!" Jackson ona güveniyordu bu yüzden hiç beklemeden arabaya doğru koşmaya başladı. Yarı yolda herkesi kontrol etmek için döndüğü an Mark'ın bağırışıyla buz kesildi. Olduğu yerde durunca Youngjae de aniden durdu. Mark'ın beyaz tişörtü kırmızıyla kaplanırken elini karnına bastırdığını gördü. Mark kafasını kaldırdığında Jackson'la göz göze geldi. Gözleri dolmuş ağzı açıktı ama bağırdıktan sonra hiç ses çıkmamıştı. Nefes alamıyor gibiydi. Dizlerinin üstüne çöktü, yaşlar gözlerinden çıkmış yanaklarından aşağı akıyordu. "Ahh hayır, hayır, hayır..." Jackson başını sağa sola salladı. Onun da gözleri doluyordu. "Mark!" Youngjae elini daha sıkı tuttu. "Jackson..."
Mark yere yığıldığında, Jackson bağırıp yanına koşturmak için Youngjae'yi bıraktı ama Shownu onu arabaya itti. "Onu biz alırız! Siz gidin!" Jackson gitmek için bir hamle daha yaptı ama Jaebum'un sesiyle durdu. "Jackson onu alacaklar! Hadi gidelim!" Jackson başını sallayıp arabaya doğru gitmeye başladı. Youngjae'nin ona daha sıkı sarıldığını hissetti. Korkmuş olmalıydı. Onu arabaya koyup kapıyı kapattı. Sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı ve gaza bastı. Mark'ı son görüşü olacağını bilmiyordu. Shownu'ya güvenip Mark'ı orada bırakmanın kötü bir fikir olduğunu bilmiyordu. Mark'ın orada öleceğini bilmiyordu.
Çünkü Mark ona söz vermişti. Kendine dikkat edeceğine söz vermişti. Jackson'ın ona güvenmekten başka şansı yoktu.
~~~~~~~~~~~~~
💚
-Light
ŞİMDİ OKUDUĞUN
seoul drift
Fanfiction"Acemilere ihtiyacımız yok." "Altında bir Chevrolet ile doğmadığından eminim Jaebum." #1 Jinson 03/09/18 #1 Youngjae 13/11/18 #1 Jinyoung 13/11/18 #4 Jackson 13/11/18 #1 Yugbam 31/12/19 #1 Yugyeom 11/02/20