kunpimook

469 59 52
                                    

Ertesi sabah Youngjae telefonunun çalmasıyla uyandı. Jaebum ona ne olduğunu sorunca yanlış numara diye geçiştirdi. Youngjae elleri titreyerek telefonuna bir şeyler yazdıktan sonra Jaebum'un yanına geri döndü ve ona sıkıca sarılıp gözlerini kapadı. Bütün vücudu tir tir titriyordu. Ancak Jaebum gözlerini kapamış, kendimi uykunun kollarına bırakmıştı.

Tekrar uyandıklarında saat sabah on sularıydı. İkisi de kalktı giyindi ve toparlandı. Youngjae evi kontrol etmeleri konusunda ısrar ediyordu. Jaebum ona kıyamadığından bunu kabul etti. Gerçi kabul etmese bile Youngjae'nin pek ısrar edeceğini sanmıyordu. Sabahtan beri birbirlerine sadece birkaç kelime söylemişlerdi. O da Youngjae de aradaki tuhaf havayı dağıtmak için uğraşmıyordu. Odadan indiklerinde herkes aralarındaki tuhaflığı sezmişti ama hiçbir şey söylemediler. Arabaya bildiklerinde Youngjae başını cama yasladı ve gözlerini kapadı.

Eve geldiklerinde Kunpimook'un gördüğü adamlardan hiçbiri orada değildi. Hepsi şaşırmıştı. Jaebum, Youngjae'nin Jinyoung'a bakıp göz kırptığını ve gülümsediğini gördü. Karnına aniden bir ağrı girmişti. Derin bir nefes alıp içeri girdi ve etrafa baktı. Etrafın toplu olduğunu görünce hafifçe Kunpimook'u dürttü. "Seni kandırmış olamazlar değil mi?" Mırıldandı. Kunpimook yavaşça başını sağa sola salladı. Jinyoung ve Jackson odalarına çıktılar. Kunpimook da Yugyeom'u çekip mutfağa götürdü.

Yalnız kaldıklarında Youngjae, Jaebum'a döndü. "Dışarı çıkabilir miyim?" Jaebum nereye gideceğini sormak için ağzını açtı sonra da geri kapattı. Dudaklarını birbirine bastırıp yavaşça başını salladı. "Nasıl istersen. Ben biraz uzanacağım." Youngjae başını salladı. Jaebum ona öpmek için eğildi. Dudakları bir anlığına birleşti sonra da geri çekildiler. Youngjae ona gülümsedi. "Hemen geleceğim Jaebumie~" Jaebum on küçük bir gülümseme sundu ve tekrar başını sallayıp odalarına gitti.

Yatağa uzanıp gözlerini kapadı ve içindeki huzursuzluğu kovmaya çalıştı. "Bana asla böyle bir şey yapmaz..." kendi kendine mırıldandı. "Aptallık ediyorum... Uykuya ihtiyacım var." Yan tarafı boş olduğu için kötü hissediyordu ama gözlerini kapatınca bütün endişeleri yok oldu.

Youngjae arabadan indi ve ofladı. Bir daha buraya gelmeyeceğim dedikten bir gün sonra aynı yere geldiği için kendine kızdı. Ama zorundaydı değil mi? Jaebum'un ona nasıl baktığını görmüştü. Yüzündeki ifadeyi gördükçe sıkıntıyla iç çekiyor, nefesi kesiliyordu. Onunla böyle olmaya alışık değildi. Ofladı ve bahçe kapısından girdi.

"Youngjae! Ahh bebeğim!" Arkasından gelen sesle o tarafa döndü. Annesi ona sarılınca ona gülümsedi. Onu görmek bile onu rahatlatmıştı. "Nereden geliyorsun?" Annesi omuz silkti. "Sadece geziyordum. Geleceğini neden haber vermedin..? Sana bir şeyler hazırlardım. Jaebum ve diğerleri uzun zamandır ev yemeği yemiyor olmalı..." Annesi sıkıntıyla iç çekince Youngjae güldü. Ona daha sonra da yapabileceğini söyledi. Onu içeri götürdükten sonra salona gitti ve koltuklardan birine oturdu ve babasına baktı. Annesi onunla gelmemişti. Babasıyla annesi birbirlerine ölümüne bir aşkla bağlı değildi ama genelde konuşurlardı. Youngjae kendi kendine omuz silkti ve kendini izleyen babasına baktı.

"Bana ihtiyacın olmazdı hani?" Babasının yüzünde çirkin bir sırıtış vardı. Youngjae gözlerini devirdi. "Bu beni buraya getirmek için söylediğin bir yalansa sana güvenmememi söyleyen Jaebum'u bir kez daha hakli çıkaracaksın baba." Babasının yüzündeki sırıtış kayboldu ve kaşları çatıldı. "Sana nasıl böyle bir konu hakkında yalan söyleyebilirim? Senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum." Youngjae güldü. "Evet, birkaç gün önce arkadaşlarımı ve sevgilimi öldürmek için bir düzine adam göndermemiş gibi konuşmaya devam et." Babası başını sağa sola salladı. "Üst kattaki salona bak." Youngjae kaşlarını çattı. "Ne..?" Babası eliyle üst katı gösterdi. Youngjae'nin gözleri büyüdü. "N-nasıl yani..?" Babası başını sallayınca koşarak üst kata çıktı ve salona doğru gitti. Kapıyı aniden açınca koltukta oturan kahverengi saçlı adam irkilmişti. Youngjae ise onu görmesiyle bir çığlık atıp boynuna atlamıştı. Gözyaşlarını tutmaya uğraşmadı bile.

Beline sarılan kolları hissettiğinde ve o tanıdık kahkayı duyduğunda her şeyin gerçek olduğunu ve bunun bir rüya olmadığını anlamıştı.

Mark yaşıyordu.

~

yokartik

💚


-light

seoul driftHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin