30.

2.1K 108 6
                                    

Merhaba.
İyi okumalar.
.
.
.
.

"Sus da geç yerine artık!"

Bir cuma öğlen klasiği...

Okul bitimine gelmişler,istiklal marşı için hazır ola geçmeye çalışıyorlardı.
Nöbetçi öğretmen hâlâ okulun içinde olanları dışarı çıkartıyor, Müdür ise sıralarına geçmeyip gevşek gevşek ortalıkta dolaşan öğrencileri bağırarak bir araya getirmeye çalışıyordu.

Bu sayede yarım saat önce çıkmaları gereken okuldan hâlâ çıkamıyorlardı.

Birbirine bağladığı kollarını göğsünden çekip cebine koyduğu telefonunu eline aldı.
Korhan'a geç geleceğine dair ufak bir mesaj atıp geri cebine koydu.

Susuzluktan kurumuş dudaklarını yalayıp gözlerini aşağıya çevirdi.

İşe alındıktan sonra direkt eve gitmiş detaylıca annesiyle konuşmuştu.
Kaçta gideceği,geleceği,hafta sonları da çalışacağı,iş yerinin nerede olduğu, çalıştığı kişiyi, alacağı maaşı ve ne zaman alacağı...
Annesinin her ne kadar düşündüğü sadece maaş olsada,o 'vay be' bakışı kendisini mutlu etmiş, başarılı hissetmişti.

Bunlar zor tattığı şeylerdi.
Ve yükseklerden uçuruyordu.

Pazar sabahı ise kahvaltı yapmış ve minik dükkana gitmişti.
İlk girer girmez ne yapacağını bilemeyerek dükkanın dışında beklesede,Korhan hemen yanına gelmiş,gereksiz bir samimiyetle kendisine sarılıp onu dükkanının içine yürütmüştü.
Ardından kısaca ayrıntılı bir şekilde kendilerini tanıtmışlardı.
Hemen girişte bulunan kasa benzeri yere oturup ne yapacakları hakkında konuşup anlaşmışlardı.
Sonra da dükkandaki hayvanların arasında gezdirmiş,onları kendisine tanıtmıştı.
Hepsinin bir adı vardı..
Şaşırdığı nokta ise dükkanın göründüğü kadar küçük olmadığıydı.
İki tane daha kapı vardı.
Birinde tuvalet, diğerinde ise hayvan yemleri,akvaryumlar,kafesler, tasmalar, hayvan aksesuarları ve daha bir çok şey bulunuyordu.
İlk gün dükkanı tanıyarak geçirmiş akşam sanki tarlada çalışmış gibi bir yorgunlukla eve geçmişti.

Bugün bir işte çalışmasının 6'ncı günüydü.
Neredeyse bir hafta olacaktı.
Annesi memnundu.
Bununla birlikte eve minik bir huzur da getirmişti.

Dudakları yukarıya kalkarken yanında duran kızdan bir dirsek yedi.
Sersemleşen vücudu bozulurken yanına döndü.
Kız uyarıyla kaşlarını hareket ettirmiş dudaklarını aralamıştı.

"O benimdir, o benim milletimindir ancak."

Birbirine karışan seslerden ne olduğunu anlayamasa da yanındaki kızın ciyaklayarak konuşması sonucu istiklal marşı okunduğunu anlamıştı.
Hazır ola geçip dudaklarını araladı.

Yerinde durmayan gözleri öğrencilerin arasında gördüğü bedenle hareket etmemişti.
Onlarca öğrenci arasından kendisine bakıyordu.
Yada o öyle sanıyordu.
Hayır sanmıyordu!
Bakıyordu işte. Gözlerini hiç ayrımadan..

Çaprazında olan öğrencilerden biri öne arkaya gelip giderken önünü kapatmıştı.
Gözlerini kırpıştırıp önüne dönerken dayanamayıp biraz yerinde yükselerek Nedim'in olduğu yere bakmaya çalıştı.
Onu görürken bu sefer onun gözleri önündeydi.
Takım elbisesinin ceketini ilk defa giyerken görüyordu neredeyse. İçindeki beyaz gömleği, altındaki kumaş pantolonu klasik olsada ona ayrı bir hava katmıştı.
Dik vücudu bunca saate rağmen eğik değildi. Sadece yüzü yere bakıyordu.

İstiklal marşını okumaları bittiğinde herkes arkasından biri kovalıyormuş gibi bahçede dağılmıştı.
Müdür eline mikrofonu alıp ne kadar uyarsada umursanmıyordu.
Arkasını dönecekken bir iki hocayla çarprazında duran adam yüzünü hızla kaldırmış ve ona bakmıştı.
Saniyeler sonrada ufak bir baş hareketiyle okulu işaret etmiş ve göz kırpmıştı.

Gözyaşları Da Durur-GayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin