Kapüşonu aşağı çekmiştim, Zade ellerini önümde tutuyor ve atı yönlendiriyordu. O pürdikkat önüne bakarken ben bir oraya bir buraya bakışlarımı döndürüyordum. Ormandı işte. Dümdüz bir patikadan geçmiş ve bir yerden sonra ağaçların içine dalmıştık. Kaledeki ve kalenin çevresindeki yeşilliklerden hiçbir farkları yoktu ama bana dünyanın öteki ucundaymışım gibi hissettiriyorlardı.
Zade'in sırtıma sürtünen varlığına yolun kırkıncı dakikasında alışmıştım ve görmezden gelebiliyordum ama kollarını sıktığında maalesef ruhumu da sıkmış gibi hissediyordum, çok iç içe kalıyorduk. Onun benim gibi kendisini zorladığını, ilgisini yola vermeye çabaladığını sanmıyordum. Toplasam üç kere bana başını eğmişti, her şey yolunda mı diye kontrol etmişti fakat tek kelime etmiyordu.
Kapkaranlık yolun birinci saatinde acaba ne kadar aptalım diye düşünmeye başlamıştım. Zade'in benimle alıp veremediği yoktu, kendisi gardiyanımdı fakat onu ne kadar tanıyorum diye bu birinci saatin sonunda sorgulamaya başlamıştım. Baş başaydık, Jeff ve diğerleri arkamızda olabilirdi ama yol bir yerde ayrılacaktı ve bu adam beni parçalasa ruhu bile duymazdı. Gerçi Jeff güvende olduğumdan emin değilse beni onunla yollamazdı. Ben yapmamıştım fakat Jeff'in onun geçmişini daha Zade gelmeden kontrol ettiğini biliyordum. Biraz pimpirikliydi.
Bunca gündür aramızda geçen konuşmalar düşünürken aklıma gelmişti. Ya saçma sorularıma yanıt vermek için kendisini zorlardı ya da aklımdan neler geçtiğini merak ederdi -ki bunlar genellikle çirkin hayaller olurdu- ve bunları düşünmenin yanlış olmadığını ifade ederdi. Yani biraz ürkütücüydü.
Gözlerini kısıyor, ağaçların ötesini görüyormuş gibi bakıyordu. İtiraf etmeliydim ki neden bu kadar iyi bir gardiyan olabileceğini yeni anlamıştım, dikkati dağılmıyordu. Geceliğim üstümde olsaydı bu durum tersine dönebilirdi fakat pelerinim vardı. Atın ilerlediği yolun devamına bakıyor, sesler çıkmadığından emin olunca arkasını kontrol ediyor ve devam ediyordu.
Bahsedilen evlere varana kadar onu taklit etmeye çalıştım fakat on dakika boyunca nefesimi bile düzenli alıp tüm odağımı çevreye vermeye çalışmak başımı döndürdü, beni yordu. Temkinli olma işini tamamen ona bırakmaya karar verdim.
"Topuklarını bana vurmayı bırak Camira." O söyleyince dimdik durdum ve topuklarımı çat çat vurduğumu fark ettim. "Küçük olabilirsin ama rahatsız edici derecede sert ayakların var."
"Onlar ayak değil, ayakkabı Matta. Ayrıca hiçbir yerim sert değildir, lordun kızı olarak mutlak bir bakım görmek zorundayım ve Shelby işinde çok başarılı. Her yerim pürüzsüz."
Yanımdan geçen kolları sıkılaştı, sesinden gülümseyerek konuştuğunu anladım. "Her yerin mi?" Bu basit kelimeleri en ahlaksız kelimelermiş gibi göstermesinin sebebi sesinin tonuydu. Boğazımı temizledim.
"Bunun cevabını alamayacaksın. Hakkımda bilmediğin bir-iki şey olsun Zade."
"Detayları merak eden bir yapım var."
"Eh, bunun detayını vermeyeceğim."
Kıkırdadı. "Sen mi vermeyeceksin, yoksa ben mi öğrenemeyeceğim. İkisi çok farklı Camira." Karnıma elini soksa, midemi tutup sıksa ve aşağı yukarı sallasa aynı etkiyi yaratırdı. Eyeri kavrayan parmaklarım hafiften uyuşmaya başladı. "Can atıyorsun değil mi?"
"Affedersin, neye?"
"Öğrenmeye. Bu senin geceleri meydana çıkan meraklı kısmın değil. Söylesene Camira, bazen odanın kapısının önünde durduğumu biliyor muydun?" Gözlerim büyüdü. Dudakları boynumdaydı. "Jeff'i orada bekliyorum. Seni kontrol ediyorum." Mırıldıyordu. "Ve duvarlar düşündüğün kadar kalın değil." Kısa saçlarımın içinde nefesi gezdi. "Shelby'ye sorduğu soruları duyuyorum ve cevap alamadığında... sinirleniyorsun." O kadar eğilmişti ki omzumu kapayan pelerine çenesi dokunacaktı. Burnu saçlarımın içinden yanağıma sürttü. "Cevapları benden duymak ister misin Camira?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasySisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...