26. Bölüm

1.3K 283 68
                                    

Dalgalar gemiye çarptığında başım yasladığım yerden ayrıldı ve güçlüce geri vurdu. Şakağım acıdı. Kapkaranlık bir yerdeydim, tahta sandalyede oturuyordum. Sallanıyorduk, sandalye sağa sola kayıyordu ama bir şeyler oturduğum yeri ve beni duvara yapışık kalmaya zorluyordu. Gözlerimi yavaşça açtım, başımı sıkmak istedim ama ellerimi kaldıramadım.

Aşağı baktım. Bileklerimin çevresinde sarılı ince ve yakıcı ipleri görünce kalbim ağzımda atmaya başladı, duyduğum panikle zihnim açıldı. Bacaklarımdan bağlıydım ve sandalye zincirlerle duvarlara sabitlenmişti. İçine neredeyse ışık almayan bu odada yalnızdım. Yapayalnız.

Ağzım kupkuruydu, başımı dik tutamıyordum. Bu yüzden tekrar kendimi serbest bıraktım. Su. Su istiyordum. Su için ölürdüm, su için öldürürdüm.

Ruhumu çekmişti. Zade'in aldığı kadar almış olabilirdi, belki de daha fazlasıydı. Emin olduğum tek şey eğer o gün Zade bana su içirmemiş olsaydı konuşamayacak kadar güçsüz kalacağım ve saatlerce geçmeyeceğiydi.

İnledim, kafamı kaldırmaya uğraştım ama bacağı kopmuş bir kaplumbağadan farksızdım. Gözlerim çok hassastı, ufacık bir ışık süzülse dayanamazdım.

Adım sesleri tepemde yankılanıyordu. Kapak açıldı, kapandı ama o sırada güneş ışığı içeri girdi. Başım aşağı düştü. İki kişinin mırıltısı kulağıma doluyordu. Birisi Nathan'dı, öbürü tamamen yabancı.

Önüme çöktüler. Nathan çenemin altından tutup yüzümü kaldırdı ve duvara tekrar yasladı. "Üç gün oldu." dedi sanki yüksek sesle konuşursa kulaklarımı keseceğimi biliyor gibi konuştu.

Öbür adam dizlerimin önündeydi. Baktığını hissediyordum. "Biraz olsun kendisine gelmeliydi. Bana yalan söylemedin değil mi? Ne kadar içmiştin?"

"Ufak bir parça aldım."

Adam iç geçirdi. "Peşimizde kimse yok Nathan. Kral bizi Udan'ın kalesine gidiyoruz sanıyor olmalı. Anahtarı orada arayacak. Duydun mu tatlı kız? Zadreean seni tam tersi yöne götürdüğümüze inanıyor. Seni Udan'a biz teslim etmeyeceğiz, Yabaniler gelecek ve seni götürecek." Yabani derken kıkır kıkır güldü.

"Su..." Kupkuru bir kelime edebildim.

"Üzgünüm, şu an sana su içiremem Mira." dedi Nathan.

Nathan ellerini üzerimden çekti. İkisi konuşuyordu. "Kral onun yerini bulamaz, bundan eminsin?"

"Evet, bulamaz. Ruhunu çekene kadar emin değildim ama hâlâ büsbütün halde. Ona dokunmamış."

"Niye?" dedi adam.

"O anahtar. Anahtarı korkutursa sandığı açmaz."

"Saçmalama Vhul'dhar'dan bahsediyorsun. Ruhunu içtiğini ona unutturabilirdi. Asıl anahtar olduğu için bunu yapması gerekiyor. Kan eşi, o kral kendisine ait olanı nokta atışı şeklinde bulabilmeliydi. Neden hâlâ parçalamamış? Bu kızın ruhunda bir sorun mu var?"

Nathan düşünür gibi sesler çıkardı. "Hayır, olsaydı tadını alırdım. Sadece..."

"Sadece ne?"

"Çok farklı bir tadı vardı. Şey gibi... İşkence."

"Ne?"

"Bilmiyorum. Tatmin edici bir haz. İşkence gören ben değilim, çektiren benim gibi hissettim. İntikam almış ve sonunda rahatlamışım gibi... neredeyse boşalıyordum dostum. Muhteşem bir tattı. Acıydı." Nathan'ın konuşmaları git gide bana yaklaştığını belirtti. Yüzüme nefesi düşüyordu.

Omzundan ittirildi, kıç üstü düştü. "Ona dokunursan Udan seninle birlikte beni de öldürür. O artık Udan'a ait. Onun ruhu." Ayaklandı. "Ölüm fermanımı senin yüzünden imzalamışım gibi hissediyorum Nathan."

ÖTEKİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin