Kale bu görüntüyle boy ölçüşmezdi. Ormanın içindeki yemyeşil araziye kurulan bir yerdeydim. Saraya benzemiyordu, kesinlikle aklımdan geçen bu değildi. Sisin ötesindeki sarayın çizimlerini görmüştüm, içinde bulunmamıştım ve alakası yoktu, draak'ların bahsettikleri şey aslında koca bir malikaneydi. Halkı olmayan bir saray demişti, doğru konuşmuştu. Çünkü burada ne başka bir yerleşke ne de bir insan vardı veya ben görmemiştim.
Ormana malikane yutturulmuştu. Öyle bir bahçeye adım atmıştım ki bana apayrı bir evrende olduğumu düşündürmüştü. Onların arasında -kendime ait bir atla- ilerlerken kafamı aşağı asla eğemiyordum. Beklediğim simsiyah ve iç karartan bir saraydı. Pekala, pek de farklı değildi ama grilere boyanmıştı. Kimi yerler kremdi, tepemden bana baktığına inandığım birkaç heykel sarkıyordu. Dev pencerelerin arkasından her yer görülebilirdi. Balkonlar o kadar fazlaydı ki her odaya bir adet düşüyor olabilirdi. Korkutucu bir cezbediciliği vardı. İşlemeleri, pencerelerin kenarlarındaki kabartıları takip etmek göz yoruyordu. Tanınan en ünlü ressama karşındaki malikanenin bir kopyasını çiz desem aylarca uğraşır ama asla aynısını resmedemezdi. Mutlaka bir farklılığı olurdu ve baktığımda içimde uyandıran bu hisleri bana yansıtamazdı.
O kadar sessizdi ki içeride ruhların dolaştığını düşünüyordum. Bahçedeki uzun taşlı yolu geçmemizin ardından bacaklarımı uzunluğuyla yoracak merdivenlerin önündeydim. Rüzgar esiyordu, bunun gerçek olduğunu yüzüme vuruyordu. Bu kısacık çimenlerin içlerinden yabani otlar çıkmıyordu. Sanki birisi her bir otu aynı boyda kesmek için yaşamayı sürdürüyordu.
Tertemizdi.
Bahçeye açılan ve çok uzakta kalan giriş kapısına baktım. Kaçacaksam altımda atım vardı, koşturup gideceksem bu elimdeki saniyelerin kıymetini bilmeliydim. Fakat atı dörtnala zorlasam bile nereye kadar uzaklaşabilirdim? Okyanusa mı giderdim? Köpekbalıklarına diz çöküp beni karaya ulaştırmaları için mi yalvaracaktım?
"Aklından geçirme," dedi Shade yanımdan atıyla geçerken. "lütfen... aklından bile geçirme Mira. Seni kovalamak istemiyorum."
Cevap vermedim, tıpkı gemide geçirdiğim üç gün gibi. Ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Yemeği onlarla yemem bekleniyordu ama dün bunu yapmamıştım. Mürettebattan birisi odama yemek getirmişti, Gregory içeri girmiş ve tabağımın yarısının boş olduğunu görüp rahatça nefes almıştı. Jeffrey ağzımın içine bakıyordu. İnsanlık belirtisi göstereyim ve bir kelime de olsa konuşayım diye. Ama hayır, ona küfretmek bile istemiyordum.
Dördü de attan indiğinde nefesimi toplayıp titrek bir şekilde verdim. "Camira," dedi Zade bana dönmeden. İn attan. Artık söyleyiş şeklinden ne demek istediğini anlıyordum.
Atı onlarınkinin yanında bıraktım ve dengem bozulmuş gibi yürüdüm. Gemiden nefret etmiştim, toprağa bastığım an hâlâ sallanıyorum sanmıştım ve geçmiyordu. Ötekiler ben Zade'in yanına yürüyene kadar bekledi. Zade merdivenlerin altında durdu, kendi evine gözünü kısıp baktı. Ne zamandır buraya gelmemişti? Kaleye gelmeden önce burada mı beklemişti?
Zade bana dokunmadı ama kolu koluma sürtüyordu. Omzum açıktaydı ve bundan hoşlanmazdı ama üzerime bir pelerin vermemişlerdi, o izi ben dahil herkes görebiliyordu. Derimi yolmak istiyordum. O üzerimde bir damga taşıdıkça kirlerimden kurtulamıyordum.
Merdivenleri çıkıp içeri girdiğimizde sanki boğazımdan aşağı sis aktı. Arkamda üç general, hemen dibimde Zade... Hiçbiri başını aşağı eğmiyor, savaş alanından galip çıkan adamlar gibi ilerliyorlardı.
Giriş de dışarısı kadar gösterişliydi. Önümüzdeki halı kirlenmiş gibi görünüyordu ama hayır, rengi soluk bir kırmızıydı. Halının kenarlarından parlayan siyah mermerler her gün siliniyor olmalıydı, üzerlerine ışık düşse insani kör ederlerdi. Yürüdüğüm koridor sonsuzluğa ulaşıyor gibiydi, her yere kıvrılıyordu ve ana hattı oluşturuyordu. Bizler ilerlemeye başladıkça sesler duydum. Çıt çıkmıyordu ama nefes alıyorlardı. Duvarların iki kenarına kukla gibi ilişen insanların arasından ilerledik. Hepsi başını önlerine eğmiş, ellerini kavuşturmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasíaSisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...