39. Bölüm

1.6K 286 165
                                    

ÜÇÜNCÜ KISIM

RUH VE TANRI

Ellerimdeki toprakları silkeledim ve tarladan topladığım biberleri götürülmesi için sepete yerleştirdim. Kendimi ağaçlardan birisinin altına attım, gölgeye yerleştim.

Sepetleri almak için vishi'ler çevrede gezinmeye başladı. Şikayetçi değildim ama yorgundum. Sabah çok erken kalkıyor, hanıma yiyecek götürüyordum. Neyse ki kimse ona yemeğini yedirmem gerektiğini söylememişti, bu iş için bana pek güvenmiyordu.

Teyzemle birlikte kalıyordum, odasını benimle paylaştığı için her gün lanetler ediyordu ve Çukur'da rahat bulmam için dua ediyordu.

Evet, Çukur'un tanrısına sesleniyordu.

Neredeyse on gün olmuştu. On gündür huzur içinde uyuyabiliyorum demek isterdim ama hayır, o yatağa yattığım her an hanımın açıkladığı kelimeler kafamda dönüyordu. Bana her Camira deyişi rüyalarıma giriyordu. M'rea derken sesinin tonundaki farklılığı hep sezmiştim.

Ve Mara...

Generalini öldürdükten sonra heykeller bizi sardığında bana nefretle Mara demişti ama yüzünde o nefreti yakalayamamıştım. Seni öldüreceğime inanmalı demişti. Kim inanmalıydı veya niçin bana Mara diyordu öğrenememiştim, öğrenemeyecektim. Lakin o sözcüğü bile bile seçmişti, o an beni düşman olarak gördüğünü heykellerin önünde kükremişti.

İsmim onun ağzından düzgünce çıktığında garipser olmuştum.

Gardiyanımdı. Sonra generale dönüşmüştü. Sonra bir kral ve şimdide ismini öğrenmiştim. Annesinin ona verdiği isim buydu, insanlığa duyurulan tanrının adıydı. Kullanmıyordu, bundan emindim.

Kanımı içmişti, ruhumu çekmişti. Daha beteri... ne kadar saklarsa saklasın içimde bir yerde ona güveniyordum. Nefret ediyor ama aynı derecede samimi hissediyordum. Bunun sebebi o bağ mıydı? Öyle olmalıydı.

Hanımın yanına gidip kahvaltı götürdüğümde ona bir kere daha aklımdaki soruları sormuştum. Bu beni mantıksız bir aşığa çevirir mi? kelimeleri ağzımdan çıkarken neredeyse bayılacaktım.

Kıkırdamıştı, onun güldüğünü vishi'ler kapının önünden duyup başını uzatmıştı ama hanım hepsini kovmuştu.

Hayır demişti.

Aşkların en büyüğünü yaşayacak iki ruh olabilir ama ilk önce sevgiyi öğrenmeliler demişti. Eh, bu Rhuzhar için mümkün değildi ve sevginin kırıntısını ona karşı taşımıyordum. Anca nefret, anca korku.

Ama o bağ gerçekti. Bunu omzumda değil, kalbimde hissediyordum.

Hanım, bana aşk tanrıçasının sözlerini de sanki bir yerden okuyormuş gibi mırıldamıştı. Aşık bir adamın itirafının üzerine Tanrıça Daena'nın açıklamalarıydı çünkü tanrıça, ruh eşinin gerçekleşebileceğini zihninde görmüş ama o bağı kimsede hissedememişti. Aşk bir hakaret olacaktır. Bu aşk değil, bu sevgi değil. Bu bir kilit, çıkmaz. Yok ettiği gibi var etmeyi de bilir. Ruh eşleri gerçektir lakin tamamlayıcı yanların iki kişide bulunması imkansızdır. Aşk yaratılabilir, eş yaratılamaz. Her aşk ruh eşi demek değil, ruh eşi aşk olmak zorunda değil fakat bir gün gerçekleşirse, iki ruh zincirlenirse... doğacak olan hisler çok daha kudretli olur ve zincire kırmak dokunan alevlerin içinde kül olur. Ben, Tanrıça Daena'nın kendisi bile buna engel olamaz.

Tanrıçayı görürsem ona yanlış düşündüğünü seve seve ve altıma biraz kaçırarak açıklayacaktım.

Zade'in yanında uyuduğumda -her ne kadar dumanlarla fırlasa da- korkuyla dolup taşmıyordum. Evet, işeyeceğim kadar beni ürkütmüştü ama ondan kaçmamıştım, kendime şaşırmıştım. Dumanların içine ellerimi sokup onu uyandırmaya çabalamıştım. Bunu bir başkasına karşı yapabileceğimi sanmıyordum.

ÖTEKİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin