Malikaneye döndüğümüzde Jeff, Fia ve Shade bizi karşılamaya geldi.
Greg ve Mikas yoktu.
Odama geçmemden birkaç saat sonra Jeff yanıma geldi, Mikas ve Greg'in kralın emri üzerine dışarı çıktığını söyledi. Nereye gittiklerini sorduğumda bana söylemek istediğini belli eden ama konuşmayacağını anlatan bir bakış yolladı. Bana açıklayıp açıklamamasının yasak olduğundan emin değildi, Zade'e sor o söyler demişti.
Çıkışımızın ardından iki general malikaneden ayrılıyordu ve gözümle görene kadar gittiklerini öğrenemiyordum. Tabii... kesin açıklardı.
Yatağa kendimi sırtüstü attım. Akşam oluyordu, Leratria'da ise henüz öğlendi. Gerçi orada gündüz ve gecenin bir akışı olduğunu bile sanmıyordum. Sanki dün gece haddinden uzun sürmüştü, birdenbire güneş doğmuştu ve bunun Zade ile dip dibe olmamla bir ilgisi yoktu. Kendilerine göre gündüz hızını mı ayarlıyorlardı? Elbette olabilirdi, yeryüzünü etkilemiyordu ki.
İçim içime sığmıyordu, daralıyordum ve nefes alamıyordum.
Hepsi Ejaronn'un söylediklerinden dolayıydı. Aptal kafam, Zade'in Leratria'da dediği her şeyi ciddiye almıştı. Beni o derece eşit gördüğüne, gerçekten eşiymiş gibi tanıttığına inanmıştım. Lakin hepsi bir oyundu, tıpkı söylediği gibi.
Mezarlıktan çıktıktan sonra bana sarılmış olabilirdi ama o zincirimiz ipe döndüğü içindi. Onun dışında hâlâ aynı Zade'di, asla değişmemişti.
Bir insanı gerçekten kendisine denk göremeyecek bir kral ve Tanrı Rhuzhar. Elbette davette göz boyayacaktı, elbette beni de diğerleriyle birlikte ikna edecekti çünkü inanmasaydım Leratria'da sergilediğim tutumun bir yalandan ibaret olduğu anlaşılırdı.
Zade her tehdit ettiğinde gerçekten eşini düşündüğüne inanmıştım. Beni sevmek zorunda değildi ama düşünmeliydi. Ben onu düşündüğüm için bu kadar ileri gitmiştim, hepsinden nefret ettiğini fark ettiğim için dilediği gibi davranmasına müsaade etmiştim. Bu kadarına kalkışmama gerek yoktu.
Halbuki o gövde gösterisi yapıyordu.
Yoksa sabahki yemekte ruhumu çekmesine -durum ne olursa olsun- izin vermezdim. Beni korumak için ruhumdan bir parçayı göze soka soka almak istediğini sanmıştım, o ise kendisini yüceltmekle meşguldü. Beni değil, anahtarını koruyordu.
Aynı zamanda tanrılar ordusuna ufak bir hatırlatma yapıyordu.
Ejaronn oyun olduğunu fark etmişti ama bu oyunun başrolü olan ben? Hayır. Çünkü ona inanmak istemiştim, çünkü o benim eşim demiştim.
Sıkı zincirlere gereğinden fazla önem veriyordum.
"Gerçekten kalbini yedin mi?" Tavana bakarken fısıldadım. Aklımı başka şekilde dağıtmalıydım ve Ul'na hâlâ buradaydı.
Muhteşem bir hataydı.
"Merak ediyorum... Nasıl inanmadılar? Benimle konuşma şekline bak. Beni düşünüyorsun, bir insan gibi konuşuyorsun. Dumanları ilk gördüğümde dilinin değil, insan gibi çalışacak bir aklının olduğuna bile inanmazdım. Eğer benimle kurduğun iletişime şahit oldularsa, seni gördülerse, kalbini çıkarıp yemene gerek olmamalıydı çünkü herkes kalbinin olduğunu bilirdi. İyi veya kötü... fark etmez. Sonuçta düşüncelisin. Açlığımı önemsiyorsun. Hiç dostun olmayabilir, bu seni yüreksiz yapmaz."
Ses, boğazdan gelen bir hırıltıdan farksızdı.
Yuvadaki tüm tanrılardan daha yaşlıyım. Zhaal'ın geçirdiği hayat benimkinin yanında bir hiç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasiaSisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...