Hava kararıp herkes uyuduğunda kalenin avlusundaki beşinci turumu tamamlamıştım ve sonunda kendimi birinci kattaki büyük balkonda bulmuştum. Geniş tırabzanlara dirseklerimi dayayıp ruh gibi gezinen sisin kıvrılışını izlerken neredeyse bir saatimi daha öldürmüş olmalıydım.
İnsan yapımı olup Diethar'ın dokunuşunu taşımayan şarap şişesi elimin altındaydı. Yılanları andıran sisin birbirine karışıp büyümesini izlerken damağımı ekşi tatla ıslatıyordum.
Diğer yarım. Tamamlayıcım. Ruh eşim. M'rea'nın anlamı budur. Zincirdir, bağımlılıktır ve zehirdir.
Ölümün elinden olacağını bilse bile öteki yarısının yanında o güne kavuşmayı bekler.
Hanımın artık hayal gibi gelen sözleri aklımdaki kaosu beslerken eşimin yaydığı ürpertici alandan kendimi çekemiyordum. Zade yoktu, Zade'e ait dumanlar ayaklarımın altına bitki örtüsü gibi serilmişti.
Sırtından yayılan dumanlara -hatta onun ruhunun bir parçasına- bu sisi hep benzetmiştim. Yoğun olduğu bölgelerden geçerken göz gözü görmüyordu.
Kolaylıkla kaybolunuyordu.
Bir metre önümdeki canavarları hissedemiyor ve karanlığın içinde kör bir şekilde ilerliyordum. Damarlarımı kaynatacak, aklımla oynayacak kadar tehlikeli bir histi fakat ben sisin içini göremiyorsam sisin içindekiler de beni göremiyordu. Bu beni yolculuğun başında biraz olsun rahatlatmıştı.
Hayır...
Zade'in bana bir at bile vermemesi ve tüm yolculuk boyunca hemen arkamda olması bana kendimi güvende hissettirmişti.
Beni o sisin içine zorla sokacağını ve gerekirse sürükleyerek sandığa götüreceğini ima ettiğinde korkudan altıma az kalsın işeyecektim ama o yolculuk olması gerekenden daha farklı ilerlemişti. İnsanları delirten bulutların bana etki etmeme sebebi yine M'rea'nın anlamından dolayı mıydı? Eşim Çukur'u buraya taşısa bile onun Çukur'u olduğu için kendimi herkesten farklı bir şekilde güvende hissediyordum.
"Cusca," diye mırıldanırken şişenin ağzını ağzıma dayadım ama bu kez damağımı ıslatmak için içmedim.
"Oldukça eski bir sözcük." Kapının oradan Udan'ın sesini duyduğumda ürkmedim. Sadece omzumun üzerinden ufak bir bakış attım. Eşikteydi, yaslanmıştı ve beni izliyordu. Göz göze geldiğimizde balkona kendisini davet etti ve yanıma doğru birkaç adım attı.
"Ağız alışkanlığı." dedim boğuk bir sesle. Dirseklerimi tekrar yasladım. Sisten kendimi çekemedim. Tam yanımda durduğunda iri bedeni görüş açıma girdi.
"Başka hangi kelimeleri biliyorsun Mira?"
"Fassa," diye fısıldadım. "Chasca."
Fassa... haydi, hızlı. Genellikle kolumdan tutup sürüklemeden önce söyleniyordu.
Chasca kelimesini köpeklerine karşı birçok kez kullanmıştı, beni yemek etmemek için.
Şarabın mayhoşluğundan ekşiyen ifademle sisi işaret ettim. "Biliyor musun, Zhaal'ın malikanesinde geçirdiğim günlerde, Nathan beni kaçırıp yabanilere emanet edeceğini söylediğinde bana tecavüz edebileceklerini söylemişlerdi. Önemli olan ruhumdu, bedenim değildi." Udan'ın gözleri bana çevrildi. "Buna kalkışamadılar. Koca bir çığlık atıp beni kapadıkları ambarı sesimle salladığımı şimdi fark ediyorum. Onları korkutmuş olmalıyım."
Bahsetmek istediğim çığlık değildi. O da bunu anladı. "Seni sapasağlam istediğimi söyledim. Yabaniler sana dokunmazdı."
"Yabaniler belki dokunmazdı ama açlıktan kuruyan draak'lar yabanilerden daha tehlikeliydi. Ne tür bir açlık olduğunu tahmin edebilirsin." Şişeyi korkuluğun üzerine bıraktım. "Yolladığın o adamlar beni zincirledi ve bedenime ne çektireceklerini asla umursamadı. Yani müstakbel kraliçene tecavüz edebilirlerdi. Senden tiksinmiştim. Zade bana hiçbir şey anlatmamış olsaydı bile, sırf bu yüzden tiksinirdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantasíaSisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...