32. Bölüm

1.6K 278 135
                                    

Zade'in önünde oturuyordum, bana bir at verilmemişti ve sebebini yaklaşık iki saattir yanımda tartışıyorlardı.

Demirlerin dışına çıkmıştık, ormanın içindeydik. Generaller yanımızdaydı ve Shade hâlâ aynı şeyi söylüyordu. "Zade, bence Ul'na'yı dönüş yolunda kullanmalıyız."

"Sevgili kralım, atla gidersek kapıya yedi gün içinde ulaşmış oluruz. Acelemiz yok ama dönmek için acelemiz olabilir."

"Hayır, onu ikna edemezsin." diye homurdandı Jeff. "En kötü senaryo... Ul'na'yı iki kere kullanabileceğine inanıyor."

Jeff'in deminden beri ıkınarak içinde tuttuğu sonunda ağzından dökülünce Shade korkuyla gözlerini açtı. "Aa, hayır. Hayır, hayır, hayır. Sen delirdin mi? Sandıkları açmadan böyle bir şey yapamazsın."

"Yapmamalısın." diye düzeltti Greg.

Zade'e göz ucuyla baktım. Pekala, onları dinlemiyordu. Önündeki ağaçların arasındaki boşluğa bakıyor, kısık gözlerle inceliyordu. Onlar krallarına laf anlatmaya çalışsa da Zade kendi kararını şu an aklında tartışıyordu.

"Zade? Ul'na'yı kapıya çağır. Sadece yedi gün sonra geçide girmiş oluruz! Mira'ya bir at verelim, yorulmadan takip edebilir. Dinlene dinlene gidersek en fazla sekiz güne uzayacaktır. İki kere yapmaya kalkışırsan... Ul'na'yı da kendinle birlikte yoracaksın! Ya dönemezsek seni sersem!"

Söz hakkım olduğunu sanmıyordum ama bana sorsaydı atla ilerleyelim derdim. Nereye gidiyorduk, neden dönüşü daha önemli görüyorlardı hiçbir fikrim yoktu fakat üç general de saatlerdir dil döküyorsa elbette bir bildikleri olmalıydı. Özellikle Jeff'in Zade'e bu kadar karşı çıktığını görmemiştim. Shade patavatsızdı, konuşup dururdu. Greg iki kelime eder susardı ve Jeff bakışlarıyla anlatırdı. Şimdi kelimeler ardı arkası kesilmeden geliyordu.

Zade derin bir nefes çekti, at kıpırdandı ve kişnedi.

Belimdeki tutuşu sıkılaştı ve boşluğa bakarak mırıldandı.

"Sarmış pençelerini herkese, çekmiş ait olanları kendisine..."

"Hay sikeyim!"

"Kopmamış bağ, tutunmuş o dala. Yarmış göğsünü, koymuş kendisini. Yemin etmiş ona ait olanı geri alacağına. Kitlemiş kapıyı, gömmüş kendisini bir mezara. Bağırmış Ul'na bağına, açmış görünmez ellerini ve çekmiş kendisini mezarlığa. Yemin etmiş o bağı elleriyle koparacağına."

Kara kollar ağaçların arasından fırlayınca sesim içime kaçtı, Zade'in göğsüne başımı çevirdim. Tamam, bu korkuyla verilen bir tepki değildi, anlık bir ürkmeydi ve şu görüntüye alıştığım, artık korkmadığım için kendimle hem gurur duyuyordum hem de akıl sağlığımdan gerçekten endişelenmeye başlamıştım.

Zade ata vurdu. Ul'na'nın kolları devasa bir hale büründü, uzadı. Birbirlerine dokunmaya başladılar, karşımızda koca bir çember oluşturdular. Ortası kuleden izlediğim sise benziyordu. Ağaçlar bu karaltının içinden görünmez olmuştu ve biz de tam olarak oraya gidiyorduk.

"Zade?" dedim ürpererek.

"O Ul'na, Camira." dedi beni yatıştırsın diye. Eskiden çıldıracağım bu kelimeler beni gerçekten yumuşatmıştı çünkü Ul'na ne beni ne de onları ateşlerin içine yollardı.

Generaller peşimize takıldı, ilk olarak biz sisin içine adım attık. Hava değişimi sisten kaynaklı değildi. Bu dumanların içinde at birkaç adım atmaya devam etti. Sağıma soluma bakındım, görmeye çalıştım ama kuleden izlediğimden hiçbir farkı yoktu. Önümde bir şey varsa bilemezdim, endişelendirici bir körlüktü.

ÖTEKİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin