Zade'in hemen yanında hem çekingen hem de kendimden emin bir ifadeyle içeri girdim. Leydi görse bana beş tokat atar ve haddimi bildirirdi, ablalarım ise kıskançlık ölürdü.
Çoktan öldükleri için göremiyorlardı ama keşke izleyebilselerdi.
Zade parmaklarımı sımsıkı tutuyordu. Kapıdan geçtiğinde başını neredeyse eğmemişti, sadece yürürken ayakkabılarımdan dolayı zorlandığım için bana bakmış ve adımını adımıma uydurup belimden tutmuştu.
Büyük salondaydık, masada bir sürü meyve ve şarap dolu sürahiler vardı. Hızlıca bahsedilen casusu süzdüm. Yapılı değildi ama çok uzundu. Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki Zade gözüme dürüst bir adam gibi göründü. Yani Çukur'un efendisi bu masada oturuyordu. Gülümsüyordu ve eğer bana bu adamın ikiyüzlü olduğunu söylemeselerdi samimi sanıp ona inanırdım.
Şarabı hemen bıraktı ve Zade'i görünce ayağa kalkıp eğildi. "Zadreean," dedi eğilmeyi kesmeden. "kapıyı tekrar açtığın için teşekkür ederim."
"Seni görmek güzel Nathan," dedi ona bakmadan. Karşısından rüzgar gibi geçtik. Belimdeki incecik kumaşın üzerinden beni okşuyordu.
Matta... midem...
Gerçekten kusacaktım ama iğrenmekten değil, kasılıp duruyordum.
Zade başköşedeki sandalyeye doğru ilerledi ama oturmadı. Hemen sağındaki sandalyeyi kendisininkine yaklaştırdı, yan yana benim için yerleştirdi. Oturmamı beklerken gözlerimin içine bakıyordu.
"Teşekkür ederim," dedim muhteşem bir gülümsemeyle.
Hah! Gözlerindeki o bakış... dehşet olmuştu çünkü sesim naiflikten kırılacaktı. Böyle konuşabildiğimi ben de bilmiyordum.
Oturmadan önce elini işaretli omzuma koydu. Nathan'ın gözleri zaten omzumda geziniyordu, hâlâ ayaktaydı. "Otur, Nathan. Mira'yla tanış."
Ona bir şey söylemedim ama gerçekten kalede büyüyen bir hanımefendi gibi tebessüm ettim. Zade yanıma geçti. Arkama kibarca yaslandım, bir elimi dizime koydum ve ötekiyle Zade'e uzandım. Kalede aldığım birkaç ders işe yarıyordu sanırım. Asla bu şekilde oturmam, bana niye öğretiyorlar ki diye sorup durduğum o dersler... hakkını veriyordu.
Zade ona uzattığım elimi avucuna aldı ama bu öylesine el tutuşmak değildi. Parmakları avucumun içinde gıdıklar gibi geziniyordu. Gergin görünmediğimi biliyordum, o zaten hep rahattı. Beni huzursuzca kıpırdatan avucumda gezinen parmaklardı. Elimden bedenime ateş püskürtülüyor gibi duruyordum. Aslında, iyice düşününce... böyle görünmek iyiydi.
Nathan'ın gözleri hâlâ omuzumdaydı. Kocaman gülümsedi. "Tanışabilmek bir onurdur. Bildiklerimi senden hiç saklamadım Zadreean," Zade'in tabii inandım der gibi bir hali vardı. "Mira'yı burada görmeyi düşünmemiştim."
Zade'in kaşları merakla çatıldı. "Niçin?"
O sırada kapı açıldı. Greg ve Jeff içeri omuz omuza girdi. "Ah, Nathan!" Gregory abartı bir şekilde gülüyordu. Nathan, Greg'e karşılık verdi ama Jeff'i görünce beti benzi attı. Jeff ona düşmanca bakmıyordu ki? Neden böyle bir tepki vermişti? "Yolun mu düştü?"
Nathan, Jeff'in oturmasını takip ettikten sonra Shade'in yanına tekrar yerleşti. "Öyle de diyebiliriz." Hâlâ eski gardiyanıma bakıyordu.
"Ah, boş ver onu." dedi Greg, Jeff'i omzundan tutup sarsarken. "Bugün tersinden kalktı da. Merak etme... aklın güvende."
Aklı mı güvende? Jeff'e ne demeye çalıştıklarını anlayamadığım için kaşımı kaldırıp başımı çevirmiştim ki Zade durumu fark etti ve parmağımı kıracakmış gibi sıktı. Yüzüm ekşidi, rahat edememişim gibi kıpırdandım ve tırnağımı avucuna geçirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİ
FantastikSisin kenarındaki kalede büyüyen Mira, herkesin aksine karanlıkta onu yutmayı bekleyen canavarlardan korkmuyordu çünkü asıl canavarlar kalenin içinde yaşıyordu. Ruh emici insanları öldürüyordu, çocukların korunmaya ihtiyacı vardı. Fakat Mira'nın ası...